Türkiye’nin jeopolitik zorunlulukları: Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve Libya

MDN İstanbul

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de zaman kaybettiğini, konjonktürel gerçekler ve tehdit/risk değerlendirmeleri dikkate alındığında milli çıkarlarımız aleyhine gelişmelerin ivmelendiğini uzun zamandır ısrarla vurguluyorduk

Çözüm olarak vakit kaybetmeden Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan edilmesini, Libya ile bir sınırlandırma anlaşması akdedilmesini sürekli yineledik, tıpkı kendini bu meselelere adamış diğer vatansever kalemler gibi.
Nihayetinde oldu, devlet aklı çok büyük bir adım attı. Libya ile beklenen anlaşma akdedildi ve sınırlar BM’ye deklare edildi. Bu hamle Doğu Akdeniz jeopolitiğine doğrudan etki edecek, bu çok açık. Peki ama yeterli mi?
Ne yazık ki hayır… Doğu Akdeniz’in barındırdığı hidrokarbon zenginliğiyle bölge ve bölge dışı aktörler için çekim merkezi haline geldiği mevcut konjonktürde Türkiye, kurmaya başladığı oyunun devamını getirebilmeli. Aşağıdaki yol haritasını dikkatlere sunuyoruz.
– Suriye ile ilişkiler düzeltilmeli ve bir MEB anlaşması kotarılmalı,
– Lübnan yakın markajda tutulmalı (bu ülkenin ansızın karışması, istikrarsızlaştırılması ne yazık ki tesadüf değil… Hep aynı ve bildik senaryo),GKRY, Yunanistan ve İsrail eksenine kayması engellenmeli,
– Mısır ile ilişkiler düzeltilmeli, GKRY-Yunanistan-İsrail ile tesis ettiği eksenden koparılmalı,
– Doğu Akdeniz Gaz Forumu (DAGF)’na alternatif bir yapı teşkil edilmeli, ilk aşamada Türkiye, Suriye, Lübnan, Libya, Azerbaycan, Katar ve KKTC’nin üyeliği sağlanmalı, sonraki aşamada katılım yelpazesi genişletilmeli,
– Donanmamızın kararlılıkla sürdürdüğü Akdeniz Kalkanı Harekâtı çok uluslu hale getirilmeli ve sahadaki askeri güç siyasi ve diplomatik hamlelerle desteklenmeli.
Bu hamleler, uygulanması durumunda şüphesiz Türkiye’nin Doğu Akdeniz üzerindeki jeopolitik kontrolünü ve hakimiyetini güçlendirecektir.
Doğu Akdeniz meselelerine meraklı dostlarımızın sordukları bir soru var: Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e yönelik attığı adımlar jeopolitik refleks mi? Hayır, değil. İzlenen Doğu Akdeniz stratejisi kesinlikle ve tartışmasız jeopolitik bir zorunluluk. Açıklayalım…
Siyasi tarih Türkiye’nin son 20 yılını yazarken oldukça zorlanacak. Yaygın görüşe göre 15 Temmuz darbe girişimi bir milat. Devlet aklı bu hadiseden sonra evrim geçirdi. Doğru, ama eksik… Türkiye, esasen Mayıs 2015’de makas değişikliğine gitti. Dönemin Başbakanı Davutoğlu’nun gidişi/gönderilişidir devletteki kırılma noktası. Devamında teşebbüs edilen darbe girişimi ise Türkiye’yi Atlantik yörüngesinde tutmak için yapılmış büyük bir kumpastır. Ruhları ve beyinleri ipotek altına alınan FETÖ mankurtları da meselenin gönüllü manivelasıdır.
Jeopolitik konuşacaksak tarih ve coğrafyayı çok iyi bilmeliyiz. Soğuk Savaş sonrası NATO yönünü ararken ve yeni bir düşman yaratmaya çalışırken, Türkiye bir şeyi çok doğru yaptı. Karadeniz’de Rusya ile anlayış birliği sağlandı. Donanma diplomasisinin çok güzel bir örneğidir uygulanan Karadeniz stratejimiz. Zira, inanılmaz bir vizyon ve öngörü ile 2000’li yılların başında “Bölgesel Sahiplik” ilkesi hayata geçirilmiştir.
Karadeniz’i bölge dışı aktörlere kapatan bu yaklaşım ile Türkiye; BLACKSEAFOR ve Karadeniz Uyumu Harekâtı’na öncülük etmiş, Rusya başta olmak üzere tüm Karadeniz kıyıdaşlarını bir araya getirmeyi başarmış, son kertede Karadeniz’de oyun kurmuştur.
Türkiye’nin, Karadeniz’i domino ettiği ve istikrarı kurduğu dönem 1998-2008 arasıdır. Karadeniz’de yeni düzeni kuran Türkiye, neden sonra Doğu Akdeniz’i hatırlamıştır. Soğuk Savaş döneminde önceliği Karadeniz ve Rus tehdidi olan Donanma Doğu Akdeniz’e inebilmiştir.
Esasen Donanma’nın bu hamlesi “jeopolitik bir refleks” sonucudur. O dönem apar topar AB’ye alınan GKRY, bir güvenlik şemsiyesine sokulmuş, cüreti artırılmış ve 2004 yılından sonra İsrail, Lübnan ve Mısır ile Münhasır Ekonomik Bölge görüşmeleri/anlaşmaları akdederek Doğu Akdeniz’i hukuka ve mantığa aykırı bir şekilde sahiplenmeye başlamıştır.
Bu dönemde devlet aklı cılız tepkiler ve askeri orijinli birkaç devlet uygulaması dışında kararlı bir tepki göstermemiştir. Bugün artık devletin o dönem sergilediği reaktif politikaların sebebini öğrenmek istiyoruz! Nitekim, Doğu Akdeniz’e yönelik dinamik gelişmelerin ufukta göründüğü o dönemde Türkiye’nin dikkati dağıtılmış ve başımıza sarılan suni ve bilinçli gerilimlerle zaman kaybetmemiz sağlanmıştır. Askerimizin başına çuval geçirilmesi, kumpas davalara yol verilmesi ve deniz politikalarımızın kadim savunucusu Donanma’nın iğdiş edilme gayretleri tipik örneklerdir…
Ne yazık ki 2009-2016 arası olanı biteni görmemizin istenmediği, pısırık politikalarla cılız tepkilerin verildiği telafisi güç bir dönemdir. Bu dönemin vebali büyüktür. Buna sebebiyet verenleri de tarih not edecektir.
Tüm bunlara karşın Doğu Akdeniz’de milli çıkarlarımız aleyhine tüm araştırma ve sondaj faaliyetlerinin engellenmesi, milli sondaj ve araştırma gemilerimizin ise korunması bir donanma başarısıdır. Esasen, tatbiki maharet isteyen bir deniz stratejisidir.
Lâkin yeterli değildir… Deniz Kuvvetlerimiz zaten Doğu Akdeniz’de 7/24 sancak varlık göstermekte ve sert gücünü kullanmaktan imtina etmeyerek bölgede caydırıcılık sağlamaktadır. Ancak bu durum sürdürülebilir değildir. Yapılan Libya hamlesi ile artık dış politika yapıcılarımızın da özgün ve öngörülü stratejiler belirlemesi şarttır.
Bugün denize çıkışı olan sözde sentetik Kürt devletinin önü şimdilik kesilmiştir. Askeri güç kullanımı Suriye’de oyunu bozmuş, denklemi tersine çevirmiştir. İsrail’e payanda olması da öngörülen bu oluşumun engellenmesi Ortadoğu jeopolitiğini değiştirdiği gibi enerjinin paylaşılması ve kontrol edilmesi meselesini de doğrudan etkilemiştir. Ez cümle, Suriye ve Doğu Akdeniz’de olanlara farklı optiklerden ve salt ideolojik gözlükle bakmak stratejik körlüktür.
Nitekim Suriye’de ön alındıktan sonra atılan Libya adımı ile Türkiye Doğu Akdeniz’de yapılması gerekenleri geç de olsa uygulamaya başlamıştır. İşte bu jeopolitik bir zorunluluktur. Libya ile varılan mutabakattan sonra, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kıta sahanlığı ve Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlarını gösteren bir harita paylaşılmış ve BM’ye deklare edilmiştir. Bu çok önemli bir hamledir.
Türkiye ile Libya arasında imzalanan Mutabakat Muhtırası Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kıyı komşusu olan bir ülkeyle bölgedeki stratejik haklarını korumak amacıyla imzaladığı ilk MEB Sınırlandırma Anlaşması olarak tarihe geçmiştir. Uluslararası hukuka uygun olarak imzalanan anlaşmayla özetle;
– Yunanistan ile GKRY ve Mısır arasındaki coğrafya kısıtlanmıştır.
– GKRY ile Yunanistan ikilisinin savunduğu, AB tarafından desteklenen Türkiye’yi Antalya Körfezi’ne hapsetmeye yönelik hesaplar bozulmuştur.
– Bölge enerji jeopolitiğine doğrudan etki edilerek, deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasında kritik kazanımlara ulaşılmıştır.
– Yunanistan’ın Girit Adası’nın doğusuna yönelik revizyonist talepleri ve Türkiye’nin haklarını gasp etme girişimleri engellenmiştir.
Libya ile Sınırlandırma Anlaşması’nın dışında akdedilen Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması da önemlidir. Türkiye anlaşmaları BM tarafından tanınan ve meşru olan Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ile yapmıştır.
Buna karşın istikrarsız ve bölünmüş bir Libya’yı teminen başını ABD, Rusya, Fransa, Mısır ve BAE’nin çektiği aktörler Tobruk Merkezi Halife Hafter’i (LUO) desteklemektedir. Bu bağlamda Türkiye’nin Libya’ya asker gönderme kartını masaya sürmesi taktik bir hamle olarak görülmelidir.
Nitekim Rusya, Suriye’deki varlığının uluslararası hukuka uygun olduğunu ve Suriye hükümetinin davetine icabet ettiğini belirtmekte, Türkiye’nin meşru müdafaa kapsamında Suriye kuzeyindeki varlığını zaman zaman tartışmaya açmaktadır. İmzalanan Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması ile UMH’nin Türkiye’yi Libya’ya davet etmesi durumunda roller değişecektir. Bu durumda Türkiye’nin varlığı uluslararası hukuka uygun, Libya’da asker bulunduran Rusya, Fransa ve Mısır’ın varlığı ise gayri hukuki olacaktır.
Doğu Akdeniz denkleminde, Türkiye’nin Libya özelinde attığı adım dengeleri değiştirecek mahiyettedir. Yapılan eleştiri ve yaptırım tehditlerine karşılık önce Libya’ya asker gönderilebileceği duyurulmuş, ardından, KKTC’deki Geçitkale Havaalanı’na silahlı ve silahsız insansız hava araçlarına (SİHA/İHA) konuşlandırma kararı alınmıştır.
Böylece Türkiye, kararlılığını göstermiş ve elini daha da kuvvetlendirmiştir. Devamında bu üsse savaş uçaklarımız da konuşlanmalıdır. Ayrıca KKTC’de deniz üssüne de sahip olunmalıdır. KKTC’de konsolide edilecek askeri gücümüzün, öngörülü diplomatik hamlelerle senkronizasyon içinde kullanılması sonucunda, şüphesiz KKTC’nin bağımsız bir devlet olma ve tanınma gayretleri filizlenecektir. Son kertede birleşik Kıbrıs rüyasından artık vazgeçilmelidir.
ABD’nin Türkiye’ye yönelik hasmane tutumu her geçen gün ivmelenmektedir. Nitekim, sık aralıklarla alınan yaptırım kararları, F-35 projesinden çıkarılmamızın yüksek sesle dillendirilmesi, S-400 alımımıza ilişkin diplomatik nezaketten uzak kullanılan argümanlar ve son olarak sözde Ermeni olaylarının “soykırım” olarak Senato’da kabulü, Türkiye ile ABD ilişkilerini geri dönüşü olmayan bir yola sokmuştur. Bu noktada ABD’ye verilecek en iyi cevap, S-400 bataryalarından birinin Doğu Akdeniz’e konuşlandırılması olacaktır.
Türkiye, son dönemde izlediği Doğu Akdeniz stratejisi ile bölge jeopolitiği ve enerji kaynakları üzerinde tüm baskılara karşın geri adım atmamış, bilakis söz sahibi olmuştur. Devam eden sondaj faaliyetlerimiz umarız ki başarıyla sonuçlanacaktır. Erişilecek kaynakların işletilmesinde seçilmesi zorunlu ortak/ortaklar ise Türkiye’nin stratejik yönelimini belirleyecektir. Libya özelinde yaşanan gelişmeler ve Türkiye’nin Libya politikası ise ortak/ortakların belirlenmesinde etkili olacaktır. Nitekim Putin’in Libya’da Hafter’i desteklemedikleri mealindeki açıklaması dikkate alınmalıdır.
Aklımızda tutalım, NATO İttifakı yükümlülüklerini yerine getirmek ayrı, milli çıkarları gözetmek apayrı bir hadisedir… Mavi boncuk dağıtma stratejisi artık sona ermeli, milli çıkarlarla uyumlu gerçekçi politikalar izlenmelidir. NOKTA!…

Bunu Paylaşın