Yaşanan her olayı yaşandığı andaki durumu ile değerlendirmek gereklidir. 1938 tarihinden itibaren ülkemizin yaşadığı olayları o zamanın değerleri ve siyasetine göre tekrar düşünmemiz gereklidir. Nazi Almanya’sı güçleniyor, Türkiye İngiltere ile dostluk antlaşması imzalamış. Savaş başlıyor, İngiltere zor durumda. Türkiye Almanya ile iyi geçinmek zorunda. Eski müttefikine krom gönderiyor. Tarihsel geçmişle hâlâ hayatta olan eski bürokrat ve askerler Almanya’nın saldırmasını bir yerde önlüyor. İngiltere’ye de savaşa girmesi için önerilen yardım paketini devamlı çoğaltarak hayır diyor. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB)’ne düşman görünmüyor. Denge politikası izliyor. Savaşın acılarını çekmiş bir ülke olarak Birinci Dünya Savaşı’nda verilen vaatlerin tutulmadığı hâlâ yöneticilerin hafızasında. Örneğin Ege Denizi’nde On İki Ada’nın bize verilmesi savaş sonu gündeme gelse bile Sovyetler Birliği’nin vetosu ile karşılanıyor. Ne yapmalıydık? Vaatlerin tutulmadığı bir savaşa girmek ne kazandırırdı? İngiltere de bizim savaşa girmemiz için çok uğraştı. Savaşa girseydik yeniden başa hem de çok aşağıya inerek başa dönerdik. O hâlde 1946’ya kadar uyguladığımız denge politikamızı uygun buluyorum. Olması gereken de buydu. Savaş sonrası Sovyet tehdidi ve sınırlarımıza asker yığması karşısında İngiltere’nin kayıtsız davranışları sonrası Türkiye’de şu düşünce ortaya çıktı; Avrupa perişan, SSCB’nin güçlü ordusu Doğu Avrupa’yı ve Balkanları ele geçiriyor.
ABD, yayılan SSCB’nin kendi menfaatleri doğrultusunda sıcak denizlere inmesini bir yerde önlemek amaçlı yine de iyimser bir görüşle işgal edilmeyen Avrupa ülkelerini “demokrasi” adına korumaya almak için NATO ittifakını kurdu. Türkiye SSCB tehdidini göz önüne alarak NATO’ya girdi. Bunun için Kore Savaşı’na katılmamız sembolik olmalıydı. Bana göre Türkiye o dönem koşullarında yapması gerekeni yaptı ve tarihinde ilk defa çok uluslu bir siyasi ve askerî ittifaka girdi. Ülkesini savaş tehdidinden uzak saldırılma korkusu olmadan bir politika izledi. Ancak, Türkiye’nin jeostratejik konumunun kendisine sağlayacağı faydayı ve avantajlarını anlayamadan, başta millî harp sanayii hemen tasfiye edilmeye başlandı. Hurda ve savaş fazlası askerî yardım bedavadan ülkeye ABD tarafından hibe edildi. Kapitalist doktrine geçen yeni hükûmet para harcayarak millî harp sanayini geliştirmek yerine bu sistemi kârlı buldu. 250 yıl yabancı yardım ve silâhlarını kullanan devletin ne sıkıntılar çektiği unutuldu. Modernleşmek, küçük Amerika olma hayalleri güçlü devrim hareketlerini sekteye uğrattı. Sonuçta önce ABD’ye sonra da Batıya bağlandık. Bir sürü üs kuruldu Türk Silâhlı Kuvvetleri’ndeki tayinlere bile karıştılar. Özel anlaşma ile ABD askerlerinin yargılanması ABD makamlarınca yapılacak kadar yanlış kararlar alındı. Biz Cumhuriyeti bu vesayetlerden kurtulmak için kurmadık mı? Kurtuluş Savaşı’nı neden yaptık? NATO’ya girmemiz yanlış mı, doğru mu? diye sorgulamadan önce bunlar dikkate alınmalı. Diğer NATO ülkeleri (Almanya hariç savaşı kaybetti ve ABD ordusunun mekânı oldu) bu tavizleri verdi mi? Fransa’da hibe yardım aldı ama millî harp sanayini kapatmadı yani kısaca hiçbir ülke bizim gibi davranmadı. Türkiye’de en büyük eksiklik yönetenlerin Türkiye’nin jeostratejik önemini kavrayamamış olmasıdır. Sadece laftadır, işlevde değil. Oysa hem tam bağımsızlığını hem de stratejik avantajını kullanıp şartları lehine çevirmeyi yapabilirdi.
Üzülerek söyleyeceğim ki Osmanlı’nın son dönemlerinde yaşanan olaylar, “Büyük devletler daha iyi bilir aman bir soralım öyle dış siyaset yapalım” düşüncesi tekrar hâkim oldu. Büyük devletlerin büyük-elçilerinin yönettiği dönemler yaşandı. Atatürk bu kompleksi yıkmak için uğraşmadı mı? Onların barbar dediği Türk 15 yılda tüm dünyanın beğenisini kazanmıştı. Onurlu dış siyaset yaptı. Bağımsız kararlar verdi; Hatay ve İran sınır anlaşması örnekler içindedir. Devletler başka devletlerin menfaatleri için kendi menfaatlerini koruyamazsa hangi siyasi ittifaka girse aynı durumla karşılaşır.
Gelelim günümüze, Atatürk Cumhuriyeti sarsılsa bile temeli sağlamdır. Özellikle Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra yine NATO müttefikimiz ve stratejik ortağımız! ABD’nin önce haşhaş ambargosu, Barış Harekâtı’nın sonucunun menfaatlerine ters düşmesi ile ek olarak askerî ambargosu hangi müttefik ülkede görülmüştür? O tarihî bir kırılma noktasıdır. Yeniden millî harp sanayine başlamamızın miladıdır, bir yerde de uyanışımızın. Bugün Türkiye 1923’te attığı tohumların yeniden yeşerdiği bir konuma gelmiştir. 1974’te muhabere zafiyetini gidermek için kurulan Aselsan şimdi yanında sayısız millî şirketlerle birlikte çalışmaktadır. Özellikle özel sektör “Yaparsak nereye satacağız?” dar görüşünü terk etmiş ve yurt dışına küçük parçalar değil savaş gemisi satacak duruma gelmiştir. Demek ki “TÜRK” yapabiliyormuş. Kıbrıs Barış Harekâtı Türkiye’nin jeopolitiğini değiştirmiştir. Mavi Vatan olgusu yaratılmıştır. Stratejik üstünlüğünü anlamaya başlamıştır. Boğazlar, Anadolu Köprüsü, enerji hatlarının vazgeçilmez güzergâhı, Türk dünyasının denizlere açılan büyük limanı, yeraltı ve üstü stratejik kaynakları, (kendimiz için kullandığımız zaman) bor, krom ve amaçlarına uygun çıkarılması ve işlenmesi, kısaca çok stratejik üstünlüklerimiz var. Dış siyasetimizde bunlar çok açık kullanılmalı. NATO’nun, çökmekte olan ABD’nin kullanım alanı olmaktan çıkarılmasının tek ölçüsü Türkiye’dir. Karadeniz’in NATO denizi olmasının önleyicisidir, Romanya’nın ABD askerlerinin üssü olmasını engelleyecek ülkedir. ABD kenar kuşağını Romanya-Yunanistan eksenine çekse de her zaman Türkiye’ye muhtaçtır. Rusya’yı savaşa çekmek Türkiye’yi zora sokar, bu oyunu bozacak tek ülke yine Türkiye’dir. Yakın gelecekte Türk devletleri teşkilatının güçlenmesiyle Çin ile gerektiğinde askerî ve siyasal yakınlaşma Batı’yı tedirgin etmektedir. Türkiye bu avantajı kendi lehine çevirebilir ve ABD’nin dünyayı ateşe sürüklemesini önleyebilir. ABD artık çöken bir devlettir. Son Türk İmparatorluğu 200 senede çöktü ama 400 senelik bir geçmişle 1776 karma toplumla kurulan ve 1945’de yükselmeye başlayan 80 yıllık bir serüven son bulma evresine girmiştir. Eyaletler bağımsız olacaktır. Bu gerçeği gören ABD halkını demokrasi özgürlük sloganı ile dünyayı kurtarma rolüne geçmektedir. Aslında çöken ekonomisini yine kanla toparlamak içindir. Donanması artık dünyayı kontrol edemez sayısal durumdadır. Yeni bölgesel güçler oluşmaktadır. Türkiye kendi menfaatlerine uygun olan Türk devletleri teşkilatı ile bir bölgesel güç oluşturabilir ve olmalıdır. Dünyayı ikiye bölen konumdaki ülkemiz güç merkezidir, merkez ülkedir. Rusya’yı, Kafkaslar üzerinden Orta Asya’yı, Orta Doğu’yu ve Batı ile Orta Avrupa’yı kontrol eden bir konumdadır. Bu üstünlük menfaatlerimizi korumada en önemli coğrafyadır. Coğrafya kaderimiz ise bu kaderi kendi menfaatlerimiz için kullanmak da ülkemizin kaderi olmalıdır. Türkiye olmadan dünya coğrafyası değiştirilemez. Bu bilinçle, geçmişimizden kopmadan tarihsel ve arkeolojik bulgularla Batıdan çok önceleri medeniyet ve kültür varlığımızı dünyaya tanıtarak kendimize güvenerek, Atatürk’ün söylediği gibi “Türk’ün bu unutulmuş medeni vasfı yeni bir güneş gibi doğacaktır.” Evet, artık yükselmektedir. İç cephemizi güçlendirdiğimizde, barış içinde Türk milleti kavramı altında bütünleştiğimizde gelecek Türk dünyasınındır. Bunun temeli Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’dir. Yeniden şahlanmanın miladı olan 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun Aziz şehitlerimize minnettarız ışıklar içinde yatsınlar.
Mavi Vatan geleceğimizdir, bekamızdır. Bunu unutmayalım pruvanız neta olsun.
Bu haberin/makalenin/çevirinin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.