Deniz Kurmay Yarbay (E) Özhan Bakkalbaşıoğlu, devletlerin hedeflerine ulaşabilmek için stratejik planlama ve stratejik öngörüye verdiği öneme dikkat çektiği makalesinde, Türkiye’nin de göçmen sorunundan Doğu Akdeniz’de değişen sınırlara kadar pek çok konuda stratejik öngörüye sahip olması gerektiğinin altını çiziyor
Çağımızda devletlerin karar alıcıları tarafından ve karar alma yöntemlerinde en çok gereksinim duyulan çalışmalardan biri, güncel olayları yönlendirmenin ötesinde geleceğe hazırlık çalışmaları yani öngörüleri meydana getirmektir.
Devlet, orta ve uzun vadede önceden tesbit ettiği hedeflere ulaşabilmek için ulusal stratejisini belirler. Stratejik planlama içinde milli güç unsurlarını bu stratejik hedefi elde edebilmek için geliştirir. Stratejik planlama gelecekte “ne yapmalı” sorusuna ilişkin olarak mevcut güç unsurlarını geliştirirken, stratejik öngörü gelecekte “ne olacak” sorusuna cevap arar. Bu sorunun çözümü bir önceki aşaması olan stratejik planlamanın stratejik öngörüye dönüşmesidir. Bu ise hedef ülkelerin geçmişten bugüne tarihsel gelişimlerinin bir trend eğrisi oluşturularak geleceğe doğru yönlendiğinde, bu hedef ülke için gelecek tahmini yapılmaktadır. Bu tahminler gerçekleştiğinde çıkacak olan durumlara devletin reaksiyon süresi kısalır. Bir yerde çıkabilecek her durum için çözümlerin üretilmesinde hazırlıklı olarak bulunulur. Bunun için de milli güç unsurlarının her türlü olumlu ve olumsuz durumlara göre hazır hale gelmesi gerekir. Bir örnek vermek gerekirse Çarlık Rusya'nın 18’inci yüzyıldan beri Boğazlar ve dolayısı ile sıcak denizlere inme stratejisi incelendiğinde, sadece taktik değiştirdiğini ama stratejisinin hiç değişmediğini görebiliriz. Bu gösteriyor ki gelecekte Rusya bu politikasını uygulayacak yeni bir ortamın oluşmasını bekleyecektir. Bu bize gelecekte Rusya'ya karşı siyasi ve askeri yapılandırmamızı dikte ettirecektir. 1952 yılında NATO’ya girmemiz bu çalışmanın bir örneği olarak gösterilir. Ancak Türkiye’nin zaman içinde değişik siyasi görüşler altında Orta Asya'daki Türk Özerk Cumhuriyetleri ile ilgilenmemesi, bir öngörü yapamaması SSCB'nin dağılması sonucu kurulan Türk Cumhuriyetleri ile de politikasının pek olumlu seyir etmemesine yol açmıştır. Bugün o günkü öngörüsüzlüğün sıkıntısını hâlâ yaşıyoruz desek abartmış olmayız.
Çevre ülkeleri ve bunlara müdahil olan ülkeleri değerlendirdiğimizde gelecekte özellikle Orta Doğu ve Kafkasya'da siyasi coğrafyaların değişebileceği değerlendirilmektedir. Ülkemizin gücü, milli birlik ve beraberliği adına dış politikada gerekli öngörüler yapmak önemi haizdir. Yapılmaması halinde istemeyeceğimiz kayıplar ve siyasi durumlar ortaya çıkabilir.
Bu konu ile Yunanistan'nın tarih boyunca izlediği siyasetine karşın Türkiye'nin durumuna bir göz atalım.
Bağımsızlığını kazandığından beri kendi halkını “Türk korkusu ile tehdit altında kaldığı”nı söyleyerek kandırdığı gibi başta ABD ve AB ülkelerinde de bu algıyı oluşturmuştur. Yunanistan'nın bu siyasetine ne kadar hazır olduk? 1936'da karasularını 6 mile çıkardı, ardından Fır hattı konusunu gündeme getirdi, Batı Trakya Türklerini Türk saymadı, Eğitim haklarını gasp etti. Ve sonunda KIBRIS meselesi. Dikkat edilecek husus şudur: Yunanistan devamlı atak yapmakta, Türkiye de yapılan bu ataklara karşı politika izlemektedir. Oysa stratejik öngörü yapmış olunsa farklı tepki gösterilebilir, ön alınabilir. Örneğin; Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra Yunanistan'ın Saruhan Adaları ve Boğazönü Adaları’nı muhtemel bir Türk saldırısına karşı daha da güçlü silahlandıracağı apaçık belli iken Türkiye bunu görememiş yani bir öngörü çalışması yapamamış ve nitekim siyasi atakta yetersiz kalmıştır. Keza NATO’dan ayrılan Yunanistan'ın yeniden ittifaka katılma durumu olduğunda Türkiye vetosunu hangi şartlar ile kaldıracağına dair bir stratejik öngörü yapmamış ve hiç taviz almadan vetosunu kaldırmıştır. Tüm bunlar Türkiye tarafından önceden öngörülemedi. Sorunlara sorunlar eklendi ve Yunanistan'a karşı stratejik bir planlama tam gerçekleşmedi. Oysa Yunanistan'ın tarihsel gelişiminde uyguladığı siyaset iyi incelenseydi yazmış olduğumuz sorunlara daha baştan önlem ve/veya karşı hareket daha o esnada yapılabilirdi. Yakın bir tarihte AB’nin “Deniz mekânsal ve çevre koruma planları” uygulanmaya başlandı. Yunanistan bunu bahane ederek Ege'deki tüm ada, adacık, kayalıklar ve de tartışmalı/statüsü belli olmayan yerleri bile bu planlama içine dâhil edip haritalar yaptı ve AB’ye bildirdi. Türkiye nedense sessiz kaldı. Kardak Krizi statüsü belli olmayan adalar ile bağlamlı olarak konuya dâhil olmamız için bir fırsattı. Askeri başarımızı siyasi hedef olarak öngöremediğimiz için bizim yapacağımızı Yunanistan, Kardak Adası’nı da deniz mekânsal ve çevre koruma planlamasına dâhil ederek yaptı. Bu yapılanma ileride karşımıza karasularını bile etkileyecek bir çalışma olarak çıkabilir.
Tarih boyunca bir usta politika cambazı olan ve yalanlarla Batı dünyasını kandırmış olan bu ülkenin her an her fırsatta hamle yapacağı düşünülmelidir. Doğu Akdeniz'de kıyısı bile olmayan Yunanistan'ın başta ABD ve AB olmak üzere bütün dünyayı ayağa kaldırdığını ve hakları olmayan bölgeden hak çıkarma politikaları üretmeye çalıştıkları görülmektedir. Bu durum maalesef Türkiye tarafından öngörülememiş ve ülkemiz politika üretmede zorlanmıştır.
Bir başka konu da ülkemizin güney sınırlarında yaşanıyor. Suriye ve Irak'ta bir Kürt devleti oluşumu süratle gelişiyor. Bu gelişmeler yeni değil. 1987 ve Irak'ta Saddam’dan sonra gelişen olaylarda açık olarak ortaya çıkmaya başladı. Gelecekte bir Kürt devletinin kurulmak istendiği daha o dönem öncesinden öngürülseydi önlem alınır, bugünkü sıkıntılı askeri ve siyasi olaylar bu boyutta yaşanmazdı. Türkiye'nin ABD eksenli politikası ile bu sorunun Suriye'ye de kayacağı yine öngörülmemiştir. Tarih boyunca “büyük Kürdistan” senaryoları Batı basını ve istihbarat örgütlerinin gündeminde olduğu halde yeterli önlem alınmamıştır. Kürt koridorunun Akdeniz'e açılma politikası öngörülmediği için sıkıntı yaratmıştır. Kobani kenti ekseninde bu girişim durdurulabilir ve Suriye'deki oluşum farklı gelişebilirdi. İsrail'in bu bölgede büyük oyun kurucu olduğu öngörülemedi ve sonunda “kardeş” dediğimiz Arap ülkeleri hem İsrail hem de Yunanistan'la siyasi ve askeri anlaşmalar yaptılar. Bir başka önemli yer ise İran'dır. Son zamanlardaki gelişmeler dikkate alındığında İran'ın yakın bir gelecekte parçalanması söz konusu olabilir. Bu parçalanma sonucunda açığa çıkan İranlı Kürtler soydaşları ile birleştiğinde hayâli kurulan “büyük Kürdistan'ın” en önemli parçası tamamlanmış olabilir. Sıra Türkiye’deki Kürtlere geldiği zaman Batı dünyası Türkiye'nin parçalanmasını ister mi, bu öngörü üzerinde çalışılmalıdır.
Diğer yandan unutulmamalıdır ki İsrail’in yayılmasının bir emniyet supabı da İran’dır. Gelecekte İran üzerine gelişebilecek olayları şimdiden öngörmek ve tedbirleri gözden geçirmek gerekir. Her zaman siyasi ve etnik huzursuzluk yaşanan bölge Kafkasya, gelecekte coğrafi bölünmelere, ittifak değişimlerine gebe bir bölgedir. Türkiye Kafkasya'ya siyasi ve askeri olarak girmiştir. Bu coğrafyada gelişebilecek siyasi olaylara örneğin İran'nın parçalanması halinde burada yaşayan ve sayıları 15 milyona varan Azerbaycan Türkleri’nin siyasi statüsü ve askeri hareketlilik için öngörüler şimdiden yapılmalıdır. Keza Gürcistan'ın NATO'ya alınma düşünceleri mevcuttur. Rusya ile siyasi durumumuzun, bölge ülkelerinin gelecekte çıkabilecek siyasi olaylara göre nasıl bir strateji ve öngörü yapılacağı düşünülmelidir. Peki, o zaman NATO, ABD ve AB ile olan ilişkilerimizi dengede tutmamız için yeni arayışlara mı geçmemiz gerekecek? Daha önceki yazımda da belirttiğim gibi çok cepheli ve birbirinden farklı siyasi görüşe sahip ülkeler ile yaşanan siyasi ve askeri olaylar sonunda cephe sayısını asgariye indirmemiz gerektiğini belirtmiştim. Bu yeni arayışlar için stratejik öngörü yaparken bu öngörüden çıkacak olan yeni oluşumlara hazır bir milli güç, unsurlarımızın yeniden gözden geçirilerek yapılanması olacaktır. Örneğin, kuzey bölgemize baktığımızda NATO ve dolayısıyla ABD baskısıyla Ukrayna NATO’ya bir şekilde alınırsa oluşacak siyasi gerilimde Türkiye kendini nereye konumlayacak?
NATO ve Rusya ile olan ilişkilerimizin siyasi ve askeri yönü düşünülerek neler yapılması gerektiğine ilişkin stratejik öngörüler çok yönlü yapılmalıdır. Stratejik kararlar alınırken mutlaka getirisi ve gideri düşünülmelidir. S-400 füzelerinin alınmasının getirdiği sonuçlar ortada. Tabii ki hava savunmamızı güçlendirmek için alınmalıydı. Stratejik siyasi karar alırken ve askeri tercihler yaparken bunlarla gelecekte karşılaşılabilecek olaylara karşı da planlar geliştirilmelidir. Türkiye güçlü emperyal devletler ile mücadele vermektedir.
Mavi Vatan anlayışı içinde Libya ile imzaladığımız MEB çok önemli bir anlaşmadır. Ancak Libya'da Kaddafi'nin devrilmesinden sonra neler olabileceği emperyal güçlerin çıkarları ile MEB ilanıyla çıkarlarımızın çatışacağı ve de Yunanistan'ın müdahil olacağı bir durumun ortaya çıkabileceği olasılık dâhilindeydi. Ancak ‘Kaddafi giderse ne olur?’ diye başta düşünüldü mü? Bu kadar farklı aşiretlerden oluşan bir devletin parçalanacağı açıkken gelecekte nasıl bir politika izleyeceğimiz öngörülememiştir. Dolayısıyla siyasi gerilimler yaşanmıştır. Emperyalist güçlere hizmet eden bir anlayışın eseri olan bu bölünme sonunda tarihsel ve kişisel gayretlerle MEB ilan edilmesi büyük başarıdır.
Çok önemli bir konu da ABD'nin Yunanistan üzerindeki siyasi ve askeri tutumudur. ABD’nin yakın bir gelecekte Orta Doğu’daki üslerini yeni üsler tesis etmek üzere Yunanistan'a kaydıracağı görülmekte olup, Girit Adası ve Dedeağaç merkez seçilmiştir. ABD Dışişleri eski Bakanı Pompeo Girit Ada'sının Okinawa ve Ramstein üssü gibi olacağını belirterek hem Rusya'ya hem de Türkiye'ye gözdağı vermektedir.
Rusya’yı çevreleyen kuşağın artık Kürdistan ve İsrail’den oluşacağı, Boğazlar yolunu ise Dedeağaç ABD üssü ile özellikle Süveyş-Cebelitark arası deniz ticaret yolunun da Girit Ada'sı üsleri ile kontrol edebileceği görülmektedir. Bu acaba Türkiye'yi stratejik ortaklıktan çıkarma hazırlığı mıdır? Yakın bir gelecekte Kıbrıs’ta ABD üslerinin kurulacağı söylenmektedir. Görülen o ki NATO ve ABD ittifakın güneydoğu kanadını yeniden yapılandırmaya çalışıyor.
O zaman şunu diyebiliriz, ABD şimdiden stratejik öngörü planlaması yapmaya başlamıştır. Stratejik öngörülere göre ABD’nin, ileride Türkiye’nin daha bağımsız bir politika izleyeceğini görerek Rusya'ya karşı savunma hattını bu bölgelere kaydırmaya başladığını söyleyebiliriz. Acaba bu NATO'nun yeni bir yapılanması mı olacaktır? ABD’nin Soğuk Savaş’ın bitmesi ile başlayan donanma zayıflığı güney kanat için sınırı Yunanistan, Bulgaristan, Romanya üzerinden geçen hat ile çizilmeyi ve Karadeniz'e sahildar ülkeler ile Rusya’yı etkisiz hale getirmeyi planlıyor olabilir. Türkiye özellikle farklı öngörüler üretmek zorundadır.
Bir önemli konu da ülkemizde etnik farklılaşmaların başlamasıdır. Ülkemizde yaklaşık 5-6 milyon Suriyeli sığınmacı olduğu ifade ediliyor. İleride bu sığınmacıların özellikle Hatay ve çevresinde nüfuslarının yoğunlaşması gelecekte yeni bir Hatay sorunu doğurur mu? Bazı kentlerimizin mahallelerinde gettolar oluşmasının, kültürel ve sosyal bozulmalara yol açabileceği değerlendirilmelidir. Bu gibi plansız(!) yerleşmelerin, 100 yıl sonra neticeleri ortaya çıkmaktadır. Kıbrıs'ın İngiltere'ye kiralandığı zaman nüfus değişikliğinin nelere mâl olduğu tarihsel bir mirastır. Türkiye, iç cephesini rahatlatmak yönünde nüfus yerleşim yerleri stratejik planlamalarını uzun vade içinde yeniden ele almalıdır.
Sonuç olarak tüm komşularımız ve ABD ile uzun vadede gelişecek siyasi ve askeri durumlara hazırlıklı olmamız için stratejik öngörü planlanması çok alternatifli olarak yapılmalıdır.
Türkiye'nin geleceği denizlerdir. Mavi Vatan'dır. Denizlerimiz ile ilgili olarak MEB, karasuları, kıta sahanlığı, statüsü belli olmayan adalar, adaların silahsızlaştırılması konularında stratejik öngörü planlarımızı çok dikkatli yapmak zorundayız.
Siyasi coğrafyası devamlı değişken ve dış müdahalelere açık olan Doğu Akdeniz'de ülkeler bize karşı birlik olarak çok sayıda politika üretmektedirler. Orta Doğu ve Doğu Akdeniz'de büyük bir santraç oynanıyor ve 4-5 hamleyi öngörebilecek oyuncularımızı seçmemiz gerekebilir. Stratejik öngörü yaparken ülkelerin başına gelecek olan olası liderler takip edilmelidir. Komşu ve çevre ülkelerin tarihsel gelişimi, milli güçleri, etnik unsurları, sosyo kültürel durumları etüd edilerek devamlı incelenmeli ve değişimlere göre politikalar üretilmelidir. Teşebbüste ön almanın ve reaksiyon hızımızı artırmanın tek yolu devamlı stratejik planlama ve öngörü olasılıklarını gündemde tutmaktır.
Özellikle Ege ve Doğu Akdeniz'de olayların süratle gelişebileceği dikkate alındığında Mavi Vatan sınırlarımızı korumak için teşebbüste ön almamız gerekir. Karşı taraf hamlesine hamle ile değil, ‘‘benim hamleme nasıl karşılık verecek’’ öngörüsüne sahip olunmalıdır. Başka bir deyişle stratejik inisiyatif elimizde olmalıdır.
Genel olarak değerlendirirsek çok kritik ve değişken olayların oluştuğu bir coğrafyada Türkiye olarak diğer ülkelerden önce, bizim daha çok düşünmemizin ve yeni hamleler yaratmamızın gerekli olduğu bir gerçektir. İnisiyatifi elde tutarak daima reaksiyon süremizi kısaltmak ve de stratejik öngörülerimizi artırmamız elzemdir. Oyun kurucu görevimiz olmalıdır.
Bu coğrafyada iyi siyasi oluşumlar yaratmadan ve güçsüz olarak yaşamak zor.
Bunun yolu da Mavi Vatan’ın önceliğimiz olmasıdır. Güçlü Donanma ile Doğu Akdeniz'e hakim olmak, Orta Doğu’daki problemleri çözeceği gibi bu bölgede güç unsuru olarak bölge siyasetini yönlendirme olasılığımız bir gerçektir. Bunun için izleyeceğimiz yol; büyük resme iyi bakmak, görmek, algılamak, anlamak, düşünmek ve eksiksiz kavrayabilmektir. Eğer hasmınızı yenemiyorsanız engel olacaksınız. Türkiye'nin jeopolitik kartları buna müsaittir, yeter ki yerinde ve zamanında kullanalım.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.