Uzun süredir gerilim hattında seyreden Türkiye-İsrail ilişkilerinde, Nisan 2025 itibarıyla dikkat çekici bir değişim yaşanıyor. Donald Trump ile Benyamin Netanyahu’nun gerçekleştirdiği görüşmenin ardından hem İsrail hem de Türkiye tarafından gelen “çatışmasızlık” vurgulu açıklamalar, bu iki ülke arasında sahadaki gerilimleri azaltma yönünde bir süreç başlatıldığını ortaya koydu.
Bu yeni sürecin en dikkat çekici yönü ise teknik temasların ilk kez Azerbaycan’da, resmî düzlemde başlaması oldu. Millî Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklama ile Türkiye ile İsrail arasında Suriye sahasında çatışmasızlık mekanizması kurmak üzere ilk toplantının 9 Nisan’da Bakü’de gerçekleştiği bildirildi. Bu temasların yalnızca askerî değil, aynı zamanda bölgesel dengeleri yeniden şekillendirme potansiyeli taşıdığı görülüyor.
Arabulucu Azerbaycan
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in açıklamaları, Bakü’nün bu görüşmelerde yalnızca bir ev sahibi değil, aynı zamanda aktif bir kolaylaştırıcı rol üstlendiğini gösteriyor. Aliyev’in, “Bu iki ülke arasındaki anlaşmazlıklardan rahatsızız,” şeklindeki sözleri, Azerbaycan’ın hem Türkiye ile stratejik ittifakını hem de İsrail ile yürüttüğü enerji ve güvenlik iş birliğini aynı düzlemde koruma çabasına işaret ediyor.
Ancak Azerbaycan’ın bu rolü yalnızca “dostluk niyeti” çerçevesinde değil, Güney Kafkasya’daki güç dengesini Batı’ya entegre etme hedefiyle uyumlu bir jeopolitik pozisyonlandırma olarak da okunmalı. Zira Türkiye-İsrail yakınlaşması, İran karşısında Azerbaycan’ın güvenlik şemsiyesini daha da genişletebilir.
Suriye’de fiilî meşruiyet tartışması
Suriye’de Kasım 2024’te yaşanan rejim değişikliği sonrasında oluşan otorite boşluğu, yalnızca yeni siyasi yapının değil, bölgesel aktörlerin sahadaki sınırlarının da yeniden tanımlanmasına da yol açtı. Ahmed Eş Şara (Collani) liderliğindeki yeni yönetim hâlen devlet inşası aşamasında iken, İsrail’in Golan Tepeleri çevresindeki bölgeleri işgal edip ilhak ettiğini duyurması, bölgenin geleceği açısından kırılgan bir denklem yarattı.
Bu durum, İsrail’in Şam’a 20 kilometreye kadar yaklaşan üsler kurmasıyla birleşince Türkiye açısından askerî alarm seviyesinin yükselmesine neden oldu. İsrail’in Hama, Humus ve Şam’a yönelik hava saldırılarının ardından Türkiye’nin güvenlik reflekslerinin devreye girmesi kaçınılmaz hâle geldi. İsrail’in Türkçe sosyal medya hesabından yaptığı “hedefler vuruldu” paylaşımı ve bir İsrailli yetkilinin “Bu Türkiye’ye bir mesajdı,” açıklaması, doğrudan Ankara’ya dönük stratejik bir uyarı niteliği taşıyor.
Çatışmasızlık mekanizması: Stratejik uzlaşı mı, geçici önlem mi?
Bu gelişmelerin gölgesinde yürütülen Türkiye-İsrail temaslarının temel amacı, Suriye sahasında doğrudan çatışmayı önleyecek bir temas mekanizması kurmak. Ancak bu mekanizmanın kapsamı ve etkinliği henüz netleşmiş değil. Türkiye’nin özellikle İsrail’in Şam hattını aşarak kuzeye doğru ilerlemesine karşı çıktığı ve bu hattın “kırmızı çizgi” olarak tanımlandığı görülüyor.
Bu tutum, Türkiye’nin İdlib ve Tel Rıfat hattındaki askerî mevcudiyetinin güvenliğini doğrudan etkileyen bir parametredir. Suriye’nin kuzeyinde oluşabilecek yeni bir İsrail askeri yayılması, Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin lojistik derinliğini ve manevra kabiliyetini zayıflatabilir. Dolayısıyla Türkiye açısından bu çatışmasızlık mekanizması, yalnızca İsrail ile gerilimi azaltmak için değil; aynı zamanda kendi sahadaki varlığını koruyacak “önleyici diplomasi” olarak da işlev görüyor.
Fiilî meşruiyet ve diplomatik tanıma ikilemi
Türkiye’nin İsrail ile doğrudan çatışmayı önleme yönündeki diplomatik adımları, sahadaki realiteyi kabullenmek anlamına gelmiyor. Ancak fiilî durumla diplomatik tepki arasında sıkışmış bir denklem söz konusu. İsrail’in Suriye içindeki varlığı, resmî olarak tanınmasa da pratikte sahada görmezden geliniyor. Bu da İsrail açısından önemli bir kazanım yaratıyor.
Bu çerçevede, Ankara’nın Şam kuzeyi dışında bir İsrail yayılmasına sıcak bakmadığı, müzakerelerde İsrail’i bu hatta sıkıştıracak güvenlik teminatları aradığı açık. Türkiye’nin bu konuda ısrarcı bir pozisyon takınması, yalnızca millî güvenlik kaygısıyla değil; aynı zamanda İran, Rusya ve ABD’nin bölgedeki dengelerine göre kendi diplomatik pozisyonunu yeniden tanımlama ihtiyacından kaynaklanıyor.
Sonuç
Bakü’de başlayan temaslar, yüzeyde bir “çatışmasızlık diplomasisi” görüntüsü sunuyor. Ancak arka planda, fiilî kabullerin, askerî sınırların ve bölgesel nüfuz mücadelelerinin yeniden şekillendiği bir jeopolitik satranç oynanıyor. Türkiye, İsrail’in kuzeye doğru sarkmasını sınırlandırmaya çalışırken; İsrail bu teması, sahadaki mevcudiyetini meşrulaştırmak için fırsat olarak kullanıyor.
Bu nedenle tarafların attığı her diplomatik adım, aynı zamanda karşı tarafın hamle alanını da biçimlendiriyor. Sorulması gereken soru şudur: Türkiye ve İsrail, Suriye’de gerçekten çatışmadan kaçınmak mı istiyor, yoksa bu mekanizmayı yeni safhalara hazırlık için geçici bir duraklama olarak mı kullanıyor?
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.





