Türkiye Doğu Akdeniz’deki tüm dengeleri değiştirebilir

MDN İstanbul

Dz. Kurmay Albay (E) Serter Tuçaltan
Dz. Kurmay Albay (E) Serter Tuçaltan; Türkiye; RF, Çin, İtalya, Libya, Mısır, Suriye ve KKTC
ile oluşturabileceği işbirliği tablosuyla Doğu Akdeniz’deki tüm dengeleri değiştirebilir

Mayıs ayı içinde Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları konusundaki ABD, AB, Fransa, İsrail, Mısır destekli GKRY-Yunanistan iddialarına yanıt niteliği taşıyan önemli gelişmeler yaşanmıştır.
Bu çerçevede, Türkiye tarafından Fatih gemisi ile Kıbrıs Adası’nın yaklaşık 45 mil batısında Türk kıta sahanlığı içinde fiili sondaj faaliyetlerine başlanmış, fiili sondaj çalışması ile eş zamanlı olarak Barbaros gemisi tarafından, KKTC’nin G ruhsat sahasındaki araştırma faaliyetlerine de devam edilmiştir.
Araştırma faaliyetlerinin icra edildiği saha, aynı zamanda GKRY’nin sözde MEB’indeki 8 numaralı blok içinde kalmakta; bununla birlikte GKRY tarafından İtalya’nın ENI ve Fransa’nın TOTAL şirketlerine ruhsat verilen alanı da kapsamaktadır.
Söz konusu faaliyetlere ilave olarak Dışişleri Bakanı tarafından Yavuz gemisinin de sondaj faaliyetleri için kısa süre içerisinde bölgeye gönderileceği açıklanmıştır.
Bu gelişmeler karşısında GKRY-Yunanistan ikilisi sondaj faaliyetlerini “ikinci işgal” olarak tanımlamış, Ada’nın kuzey-kuzeybatısındaki sözde MEB koordinatlarını yeniden BM’ye deklare etmiş, takiben Fatih gemisinin personeline yönelik uluslararası tutuklama emri çıkarmak üzere harekete geçmiş, konuyu ABD ve AB gibi üçüncü taraflar nezdinde gündeme taşıyarak destek talep etmiştir.
Sondaj faaliyetleri kapsamında yapılan açıklamalarda uluslararası toplumun genel olarak GKRY ve Yunanistan’ı desteklediği görülmüştür. Bu bağlamda;
– ABD, sondaj faaliyetini provokatif olarak nitelendirerek durdurulmasını talep etmiş,
– AB, tek vücut halinde, GKRY’nin arkasında olduğunu, uygun tepkinin verileceğini belirtmiş,
– İsrail, GKRY’ye tam destek sağlanacağını açıklamış,
– Mısır, faaliyetlerin endişe ile takip edildiğini duyurmuş,
– Fransa, Türkiye’ye uluslararası hukuka karşı olan, kışkırtıcı eylemlerden kaçınması çağrısında bulunarak, GKRY’nin AB’nin dayanışma ve desteğine güvenebileceğini vurgulamış,
– Almanya, AB’nin GKRY’nin çıkarlarını savunacağını açıklamış,
– RF, sondaj faaliyetinden endişe duyduğunu dile getirerek, taraflara uluslararası hukuka uygun hareket edilmesi çağrısı yapmıştır.

Değerlendirme
Açıklamaların bütününe bakıldığında ABD, AB, İsrail, Mısır, Fransa ve Almanya’nın tavrının beklentiler çerçevesinde gerçekleştiği görülmüş, RF’nin diğerlerine nazaran daha itidalli bir ton kullanması, İtalya’nın sondaj faaliyetleri kapsamında henüz münferit bir açıklama yapmamış olması, ÇHC’nin ise hiçbir açıklamada bulunmaması dikkat çekmiştir.
Bir diğer konu Türkiye’ye tepki gösteren açıklamaların ortak noktasının, Türkiye’nin GKRY tarafından ilan edilen sözde MEB içindeki faaliyetlerinin uluslararası hukuka aykırı olduğu ana fikri üzerine kurgulanmış olmasıdır.
Esasen hukuka aykırı olan durum, GKRY’nin MEB sınırlandırması ve üçüncü ülkelerin bu sınırlandırmayı esas alan menfaat düzenlemeleridir. Çelişkiyi şu şekilde açıklamak mümkündür:
1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS), MEB’in ilan yoluyla belirlenebilmesine imkân tanısa da (madde 75) sahilleri bitişik veya karşı karşıya bulunan devletler arasındaki deniz yetki alanı sınırlandırmasının hakça bir çözüme ulaşmak üzere anlaşma ile yapılmasını dikte etmekte (madde 74-75), bu yönü ile Uluslararası Adalet Divanı Statüsünün 38’inci maddesinde yer alan uluslararası hukuka atıfta bulunmaktadır. Yani, Sözleşme esasen herhangi bir anlaşmazlık durumunda taraflar arasında uluslararası hukuk çerçevesinde hakça bir çözüm üretilmesini gerekli kılmaktadır.
Buna karşın GKRY 17 Şubat 2003 tarihinde Mısır ile Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Sınırlandırma Anlaşması imzalamış, ardından 2 Nisan 2004’te bu anlaşmaya istinaden, sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına tüm Ada çevresinde 21 Mart 2003 tarihinden geçerli olmak üzere münhasır ekonomik bölge ilanında bulunmuştur.
GKRY’nin kendi statüsüne yönelik yorumlar saklı kalmak üzere, GKRY tarafından ilan edilen sözde MEB koordinatları hiçbir özel durumu ve hiçbir sınırlandırma prensibini dikkate almadan, doğrudan ortay hat esasına dayandırılmış; Türkiye, KKTC ve Kıbrıs Türk halkı yok sayılmıştır. Dolayısıyla, hakça bir çözüm üretmeyen bu ilan daha başta 1982 BMDHS’nin lafzına ve ruhuna aykırı olarak gelişmiştir.
Buna karşın GKRY’nin MEB ilanı, uluslararası platformda genel kabul görmüştür. Zira; Yunanistan ile birlikte GKRY, Türkiye’nin bölge ülkeleriyle ilişkilerindeki gelişmelerden de istifade ederek 2007 yılından itibaren çizdiği MEB sınırlarını teyit edecek politikalar izlemeye başlamıştır. 2007 ve 2010 yıllarında sırasıyla; Lübnan ve İsrail ile ortay hat esasına dayalı sınırlandırma anlaşmaları imzalayan GKRY, Libya ve Suriye ile benzer anlaşmalar imzalamak üzere girişimlerde bulunmuştur.
GKRY 2007 yılından itibaren yaptığı ihalelerle ilan ettiği MEB içinde ihdas ettiği hidrokarbon bloklarına yönelik hakları TOTAL, COGAS, ENI, EXXON, KATAROIL gibi uluslararası enerji şirketlerine vermiş ve sınırlandırma sorununa, enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesine ihtiyaç duyan Avrupa ile hegemonyasını sürdürmek üzere mücadele eden ABD’nin de taraf olmasını sağlamış, Türkiye ile ilişkilerinin bozulmasından istifade ile Mısır ve İsrail’i de kendisi ile işbirliği içinde hareket eden ülkeler safına katmayı başarmıştır.
GKRY, sınırlandırma konusunda enerji ile başladığı hamleye önem arz eden coğrafi konumundan da istifade ile savunma alanında “Londra” ve “Zürih” Anlaşmaları hilafına Fransa gibi birçok ülke ile “Savunma İşbirliği Anlaşmaları” yaparak devam etmiş, aynı hukuksuzluk GKRY’nin 2004 yılında AB’ye tam üye yapılması ile farklı bir aşamaya evrilmiştir.
Hâl böyle iken kendi kıta sahanlığında fiili sondaj faaliyetine başlayan Türkiye’nin uluslararası hukuka uygun davranmaya davet edilmesi izah edilemez bir durumdur.
Netice olarak bugün GKRY’nin NATO toplantılarına davet edilmesinin ve Türkiye’nin NATO içindeki pozisyonuna ilişkin tehditkâr açıklamaların önümüzdeki günlerde GKRY’nin tek başına da olsa NATO üyesi yapılmak isteneceğinin bir göstergesi olarak görülmekte, yaşanan gelişmelerden sonra bu yaklaşımın pek de uzak bir ihtimal olmayacağı değerlendirilmektedir.
Bu açıklamalar çerçevesinde uluslararası aktörlerin önümüzdeki dönemde sergileyebilecekleri yaklaşımlara ilişkin öngörüler ise şu şekilde öngörülmektedir.
Yunanistan ve GKRY’nin Türkiye-ABD ilişkilerinin seyrinden de istifade ederek Ege ve Doğu Akdeniz’de zemin kazanmaya çalışacağı, ABD ve AB’nin Türkiye’ye yaptırım uygulamasına, ABD ve Fransız deniz ve hava unsurlarının bölgede varlık göstermesine yönelik gayretlerini artıracağı, Doğu Akdeniz Gaz Forumu (DAGF)’nu Türkiye üzerinde tesir yaratmak amacıyla bir manivela olarak kullanabilecekleri düşünülmektedir.
ABD’nin Türkiye’nin Irak, Suriye, Karadeniz ve Doğu Akdeniz’de kendi çıkarlarından çok ABD çıkarlarını önceleyen bir yaklaşım izlemesine yönelik tutumunu sürdüreceği, bu kapsamda “Doğu Akdeniz Güvenlik ve Enerji Ortaklığı” yasa tasarısını hayata geçirmek üzere zamana yayılmış adımlar atabileceği değerlendirilmektedir.
ABD’nin bu suretle Türkiye ile müzakerelerde Ege ve Doğu Akdeniz’i kendi amaçlarına yönelik bir araç olarak kullanabileceği, Yunanistan ve GKRY tezlerine kademeli olarak açık destek sağlayabileceği, ekonomik gücünü devreye sokabileceği, Doğu Akdeniz’deki askeri varlığını artırabileceği, GKRY ve Yunanistan ile ortak askeri faaliyetlerini sıklaştırarak bölgede tatbikat ve eğitim faaliyetlerini artırabileceği ve GKRY’de daimi olarak konuşlanabileceği kıymetlendirilmektedir.
Fransa’nın ise bölgedeki askeri varlığını artırma ve GKRY’de konuşlanma gayretlerini ivmelendireceği düşünülmektedir.
Son dönemde AB ile ayrışan bir politik çizgiyi takip eden, Çin ile “Tek Kuşak, Tek Yol” projesi kapsamında anlaşmalar imzalayan, açık kaynaklara East Med projesine de artık olumlu yaklaşmadığı anlaşılan İtalya’nın sessizliğini muhafaza edeceği, bu anlamda pozisyonunun takip edilmesinin gerektiği değerlendirilmektedir.
RF’nin GKRY, Mısır ve İsrail ilişkileriyle Türkiye ilişkileri arasında dengeli bir tutum izleyeceği düşünülmektedir.
Önümüzdeki 25 yıllık dönem için Suriye sahillerindeki sondaj hakkını elinde tutan, Mısır’ın Zohr sahasında hissesi bulunan, Lübnan’da ENI ve TOTAL ile birlikte hidrokarbon kaynaklarını arayan, İsrail gazını Doğu Asya pazarına yönlendirmeye çalışan, GKRY ile önemli ekonomik ilişkileri ve GKRY’de çok sayıda vatandaşı bulunan, Suriye konusunda İran ve Türkiye ile işbirliğini sürdüren RF’nin; Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerine yönelik net tavrının aslında Türkiye’nin tutumu ile şekillenebileceği değerlendirilmektedir.
Mısır’ın tutumunun içinde bulunduğu Yunanistan-GKRY-İsrail-ABD eksenine göre şekillenebileceği ancak Mısır’ın kendi başına öne çıkan bir tavır içinde olmayacağı düşünülmektedir.

Sonuç
Türkiye attığı bu adımlar ile kendi kıta sahanlığı içinde haklarının gasp edilmesine izin vermeyeceğini, KKTC halkının hak ve menfaatlerini de koruyacağı yönündeki açıklamalarının altının boş olmadığını güçlü bir şekilde teyit etmiştir. Ancak uluslararası aktörlerin açıklamalarından da anlaşılacağı üzere yalnızdır.
Türkiye, bu yalnızlığı ortadan kaldıracak tamamlayıcı adımları atmak, uzun vadeli planlamaları yapmak, kendisini dışlayan Doğu Akdeniz Gaz Forumu (DAGF) veya Yunanistan-GKRY-Mısır-İsrail-ABD bloğu gibi oluşumları dengeleyebilecek uluslararası işbirliği fırsatlarını yaratmak zorundadır. Bu bağlamda ilk akla gelen ülkeler RF, Çin, İtalya, Libya, Mısır, Suriye ve KKTC’dir.
Türkiye’nin oluşturabileceği böyle bir işbirliği tablosu ile eş güdümlü olarak Libya, Mısır ve Suriye ile deniz yetki alanı sınırlandırma anlaşmaları imzalamasının Doğu Akdeniz’deki tüm dengeleri değiştirebileceği unutulmamalıdır.

Bunu Paylaşın