‘Türk balıkçılık filosu Akdeniz’in lideri’

MDN İstanbul

Prof. Dr. Firdes Saadet Karakulak
İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi Balıkçılık Teknolojisi ve Yönetimi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Firdes Saadet Karakulak, son yıllarda denizlerimizdeki balık rezervlerinin azaldığını ancak buna rağmen Türk balıkçılık filosunun Akdeniz’de lider konumda olduğunu belirtti. Prof. Dr. Karakulak balıkçıların yaşadığı sıkıntılardan, yanlış yürütülen balıkçılık politikalarına kadar sektörü ilgilendiren hayati konulara ilişkin MarineDeal News’e özel değerlendirmelerde bulundu.

 

Küresel iklim değişikliğinin mevsimlere olduğu kadar denize de çok etki ettiğini, dolayısıyla denizde yaşayan canlıların da bu doğa olayından oldukça etkilendiğine dikkat çeken Karakulak, ‘‘Akıntı sisteminde oluşan her sıcaklık artışıyla beraber gerçekleşen değişimler balıkların göçlerini etkiliyor ve üreme periyodlarını değiştiriyor. Dolayısıyla balık stokları bundan olumsuz etkileniyor. Bu durum balıkçılığa da yansıyor. Normal sezonun, 1 Eylül’de başladığı düşünülürse sonbahar ve kış itibarıyla denizlerin soğuması ve balıkların bir araya gelmesi gerekiyor. Fakat su sıcaklığının devam etmesi nedeniyle bu bazen kasım ayının sonlarına kadar sürüyor. Bu da balık sürülerinin bir araya gelmesini ve göç etmelerini engelliyor. Avcılık gerçekleşemediği için balıkçılık anlamında da bir dezavantaj oluşuyor. Bizim balıkçılığımızda da hamsi, istavrit, palamut ve lüfer gibi pelajik balıklar çok önemli. Bu balıklar çoğunlukla Karadeniz’de ürerler. Yaz aylarında aşırı yağış olması, kıyısal alanın bulanıklaşması, balıkları ve yeni yavruları olumsuz etkiliyor. Zaman zaman sezon açıldığında yeni bireylerin olmadığını görüyoruz. Geçen yıl böyle bir durum yaşandı. Palamut, hele çingene palamudunu hiç görmedik. Ama bu sene yeni bireyler vardı, başarılı bir üreme süreci yaşandı. Balıkçılık da birçok sektörde olduğu gibi gelgitlerin yaşandığı bir sektördür,’’ dedi.

‘‘Müsilaj nedeniyle balıklar bölgeyi terk ediyor’’
Küresel iklim değişikliğinin balıkçılığın tek sorunu olarak değerlendirilemeyeceğini belirten Karakulak, ‘‘Deniz kirliliği, özellikle Marmara Denizi’ni çok olumsuz etkiliyor. Kapalı bir havza ve su değişimi çok uzun sürebiliyor. Red-tide denilen alg patlaması oluşuyor. Hem deniz kirliği hem de küresel iklim değişikliğinin ortak etkisi sonucu balıkçıların salya dedikleri denizlerde yapışkanlı bir sıvı oluşumu olan müsilaj oluşuyor. Müsilaj nedeniyle balıklar bölgeyi terk ediyor. Ayrıca bu madde, ağlara yapışıyor ve ağların çekilmesini oldukça zorlaştırıyor. Bu olumsuz gelişmeler de balıkçıları motor gücünü artırmaya yöneltiyor. Ağlarını çekemeyen balıkçılar bu alanda yatırım yapıyorlar,’’ ifadelerini kullandı.

‘Balıklarımızı korumak için önlem almıyoruz’
Akdeniz Genel Balıkçılık Komisyonu (General Fisheries Commission for the Mediterranean-GFCM-FAO)’nun bütün Akdeniz ve Karadeniz’i kapsayan bir son durum raporu açıkladığını dile getiren Karakulak, Türk balıkçılık filosunun 10 yıl önce Akdeniz’de liderlik sıralamasında üçüncü sıradayken şu anda bir numaraya yükselmiş durumda olduğunu ve balıkçı teknelerimizin kullandıkları motor gücünün balık kapasitemizden çok daha yüksek olduğunun altını çizdi.

Balıkçılıkta aşırı avlanmaya ve bakanlığın avlanmada kota uygulamamasına dikkat çeken Karakulak konu ile ilgili, ‘‘Balıkçı, sezonda kazanırsa tamamen gemiye yatırım yapıyor, motor gücünü artırıyor, balık bulucu yeni cihazlar alıyor. Yaptığı yatırım denize oluğu için daha çok avlanıyor. Bakanlığımız tarafından da avcılığa bir kota getirilmediği için aşırı avlanma oluyor. Gelişmiş bütün ülkelerde kota uygulanıyor. Son 10 yıldır gırgır filomuzun bir kısmı Moritanya’ya gidiyor. Çünkü artık burada fazla kazanamıyorlar. Moritanya gibi bir ülke bizim balıkçılarımıza kota koyuyor. Avcılık sahasını kıyıdan oldukça uzak tutuyorlar. Bizde böyle bir kota yok. Denetimler ve uygulamalar yeterli yapılamadığı için bakanlık buna yönelmiyor. Denize çıkan balıkçı avcılığını maksimum seviyede yapıyor. Bu durum da her geçen sene balıkların azalmasına neden oluyor,’’ değerlendirmesinde bulundu.

Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü’nde yer alan 20 yıllık verilerde palamut balığının 70 bin tondan bin 200 tona düştüğünün görüldüğünü dile getiren Karakulak, ‘‘Biz korumak için bir önlem almıyoruz. Ya da aldığımız önlemler o kadar yetersiz oluyor ki bir işe yaramıyor. Lüfer balığını korumak için 8 yıl önce 20 cm kuralı getirilmişti ancak balıkçılar baskı yapınca bu 18 cm’ye düştü. 18 cm’lik bir lüferin boyu ilk üremesine gelmemiştir, bu boydaki lüfere çinekop da denir. Bu balık ilk üremesini gerçekleştiremeden biz onu avlıyoruz. Mersin balığında olduğu gibi balıklarımız nesli azalan türlere girdi. Bunlar Karadeniz’de yaşıyor. Avcılığı yasaklandı ama el altından devam ediyor,’’ dedi.

‘Sahada uygulama yok’
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın son dönemde tekne takip cihazlarının zorunlu hale getirilmesi gibi bazı olumlu uygulamaları olduğunun altını çizen Karakulak, ‘‘Bu konu tamamen Sahil Güvenliğe bırakılmış durumda ancak çok fazla işleri olduğundan yetişemiyorlar. Konuyla bakanlık ilgilenmeli. Bakanlık, her karaya çıkış noktasında balıkçıyı denetlemek zorunda. Bu, AB ve ABD’de böyle. Biz de Su Ürünleri Bilgi Sistemi (SUBİS) var. Av verilerini balıkçı giriyor. Doğru mu değil mi bilemiyoruz. Çapraz takip yapılmalı. Balık hallerine yasal balıklar gidiyor. El altından balık unu fabrikalarına ve pazarlara ufak olanlarını veriyorlar, özellikle de hamsiyi. Bir dönem AB ile uyum çerçevesinde çok güzel kontrol noktaları yapıldı. Buralara mühendisler konuldu. Daha sonra hepsi merkeze geçildi, askıda kaldı. Kaynaklarımızı korumak için bu uygulamaların devamlılığının getirilmesi gerekiyor. Geçen sene bizim Su Ürünleri Kanunumuz güncellendi. Yasa dışı avcılığa ciddi cezalar getirildi. Artık teknelere el konuluyor. Ancak sahada uygulama yok. Bunlar olmadıktan sonra yasa dışı avcılıkla nasıl mücadele edeceksiniz. İzmit Körfezi’nde yasadışı midye avcılığı yapılıyor. Bu bölgede sanayi olduğu için oldukça kirlilik bulunuyor ve ağır metal yüklü midyeler toplanıp piyasaya sürülüyor. Toplum sağılığı için oldukça tehlikeli bir durum. Kanun çıktı ama hâlâ tam bir mücadelede bulunulmuyor,’’ diye konuştu.

Karakulak, bu uygulamaların yanı sıra balıkçıların mağduriyetlerine de dikkat çekerek, ‘‘Balıkçılık işleyişinde bozukluklar var. Kooperatifler kuruldu ama çok zayıflar. Balıkçı kendi balığını satamıyor. Balıkçı sezona başladığında devletten kredisini alamıyor. Mecburen komisyonculardan yüklü miktarda para almak zorunda kalıyorlar. Çalışanlarını işçi olarak kabul ettiremiyorlar. Ciddi bir malî yükün altına girmeleri gerekiyor. Komisyonculara yüklü miktarda borçlanan balıkçılar da denize daha çok saldırıyor. Komisyoncular da bunun için tekneleri sıkıştırıyor. Sistem düzgün işlese bunların hiçbirisi olmaz. AB’de bu işler kooperatifler üzerinden yürütülüyor ve devlet ciddi anlamda destek sağlıyor. Biz de komisyonculara bağımlı bir sistem var ve bu da aşırı avlanmaya yöneltiyor. Endüstriyel balıkçılıkta ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Bakanlığın bu çalışanları işçi olarak göstermesi gerekiyor. Hâlâ mevsimlik işçi olarak görülüyorlar. Balıkçıları Moritanya gibi başka Afrika ülkelerine de yönlendirmemiz gerekiyor. Filomuz çok fazla, azaltılması gerekiyor. Böyle daha çok uygulama olursa hem balıkçımız kazanır hem de sularımız rahatlar,’’ görüşünde bulundu.

‘Yemini denizlerden almayan çiftlikler oldukça faydalı’
Balık çiftlikleri açısındansa Akdeniz’de birinci sırada yer aldığımızı ve çiftliklerin protein ihtiyacının sağlanması adına faydalı olduğunu aktaran Karakulak, ‘‘Balık çiftlikleri oldukça önemli. Biz bu alanda da Akdeniz Havzası’nda birinci sıradayız. Yetiştiriciliği en çok yapılan balıklar levrek, çupra ve tatlı suda alabalık. Bu balıkları AB’ye dahi satıyoruz. Çiftliklerdeyse tek bir sıkıntı bulunuyor. Balık unu ve yan sanayisine bağımlılar. Bu durum denizdeki hamsi ve sardalya gibi küçük balıkların daha çok avlanmasına neden oluyor. Son yıllarda alternatif yem çalışmaları bulunuyor. Yem kaynağını denizlerden almayan bir çiftlik oldukça faydalı. Ancak aşırı avcılığa neden olmaması gerekiyor,’’ şeklinde konuştu.

‘Neslin devamına izin verilmeli’
Süveyş Kanalı’nın açılmasından bu yana her yıl yüzlerce canlının Akdeniz Havzası’na girdiğini ve küresel ısınmanın da artmasıyla beraber bu sıcak iklim canlılarının burada daha yaşanabilir bir ortam bulduklarını açıklayan Karakulak, ‘‘Bu türler yerli balıklarla rekabet içerisine giriyorlar. Aslan balıkları orfoz ve lahozla rekabet halinde. Bu balıkların ileride bulunamamasının, soyunun tükenmesinin en büyük nedeni bu yabancı balıklar olacak. Karides ve mercan gibi bazı türler avlanabiliyor. Balon balığı gibi zehirli balıklar da var ve bu balığın kasığında tetrodotoksin bulunuyor. Bu, insan için ölümcül bir zehir. Aslan balığının da dikenleri zehirlidir. Bunlar sisteme ilk girdiklerinde avcılıkları desteklenseydi çoğalmasının önüne geçilebilirdi. Ancak bu balıklar üremeye başladıklarından artık bunun önüne geçmek oldukça zorlaşıyor. Balıkçı artık ağını attığında hedef tür yerine balon balığını buluyor. Oldukça kuvvetli dişleriyle ağları da kopartabiliyorlar. Balıkçıların baskıları sonucunda sonunda bir teşvik geldi. Keşke bu 10 sene önce yapılsaydı. Aslında bu balıklar bütün Akdeniz Havzası’nın sorunu,’’ dedi.

Ekosistemin bozulmaması adına avcılığın dengeli yapılması gerektiğine yoksa dengenin geri gelmesinin kolay olmayacağına dikkat çekerek iyi bir balıkçılık yönetimi yapıldığı takdirde balık stoklarının yeniden düzeleceğini dile getiren Karakulak, ‘‘Hiçbir zaman kaynağın azaltılmaması gerekiyor. Bunun için de belirli miktarda avcılık yapılması ve neslin devamına izin verilmeli. Balıkların kendilerini yenileme kapasitesi var. Biz denizde üreyecek sayıda balık bırakırsak kendilerini yenileyeceklerdir,” diye konuştu.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın