Yıl 1983, Ağustos. Rahmetli babamla beraber o zamanlar bana çok uzun gelen bir yolculuk sonrasında Balıkesir’den İzmir’e geldik. İzmir’in imbatla beraber artan kavurucu sıcağında belediye otobüsü ile Maltepe Askerî Lisesi’ne gittik. O yıl yeni açılacak olan, içinde hâlâ inşaat şantiyelerinin bulunduğu Maltepe Askerî Lisesi’nin nizamiyesinde kayıt kabul faaliyetleri yapan yüzbaşının yanına doğru yaklaştık. Kayıt belgelerimiz hazırdı. Sağlık muayenesi raporu, adliyeden alınan temiz kâğıdı, muhtardan alınan ikametgâh il muhabiri, nüfus cüzdanı sureti, anne ve babamın 3’er adet fotoğrafı. Babam istenilen belgeleri teker teker ilgililere teslim ediyor yapılan kontroller sonrasında yüzbaşı tarafından bir dosyaya sırasıyla yerleştiriliyordu. Son olarak babamın fotoğrafları ve annemin başörtülü fotoğraflarını alan yüzbaşı fotoğrafları saydı, dosyada bir zarfın içine koydu.
Yıl 1984, Ocak. Askerî lise hazırlık sınıfı öğrencisiyim. Askerî ortamdaki ilk Ramazan ayı yaklaşıyordu. Kısım kıdemlisi arkadaşımız Ramazan ayında oruç tutacakların listesini oluşturmaya çalışıyor herkese tek tek soruyordu. Muhafazakâr bir ailenin çocuğu olarak ben de ismimi yazdırdım. Oruç tutmayanlar akşam yemeğini yiyor, akşam ezanına yakın oruç tutanlar yemekhanede düzenini alıp ezanla beraber iftarlarını açıyorlardı. Akşam yemeği ve sabah kahvaltısı iftarda, öğlen yemeği ise sahurda veriliyordu. Oruç tutmak isteyenleri nöbetçiler gece sahura kaldırıyordu. Tabii ki faaliyetler kendi rutini içinde devam ediyordu. Kimsede bundan şikayetçi değildi.
Yıl 1987, Haziran. Askerî liseden mezun olurken babam ve başörtülü annem tribünlerde heyecanla yerlerini almışlardı. Gururla oğullarını ve onun bir parçası olduğu o harika birliği alkışlıyorlardı. Türk Silâhlı Kuvvetleri’nin geleceği delikanlılar Harbiyeli olmak için sabırsızdılar.
1988, Harp Okulu’nda kısmımızda (sınıf) ismini vermemin uygun olmadığı bir arkadaşımız namaz kılardı. Sabah namazı saatinde nöbetçi olan, bu arkadaşımızı kaldırırdı ve o da bazen okul içinde bulunan camiye giderek bazen de tahsis edilen mescitte namazını kılardı.
1991 Harp Okulu mezuniyeti, 30 Ağustos. Başörtülü annem ve babam 8 yıl sonra (4 yıl Askerî lise, 4 yıl Harp Okulu) teğmen olan oğullarının subay yeminini ön sıralardan gururla seyrettiler. Sadece oğullarıyla değil bir kısmını sekiz yıldır tanıdıkları, evlatları gibi sevdikleri oğullarının arkadaşlarının da bu mutluluğuna ortak oldular. İçlerinden bazılarının daha bir yıl geçmeden vatan toprağını kanları ile sulayarak ebediyete intikal edeceğini o gün akıllarından geçirmeden.
Kıta hayatında Ramazan ayı yaklaşırken “Ramazan Uygulama” emri yayınlanır, o emirler doğrultusunda uygulamalar devam ederdi. Dindar askerler eğitim, atış, spor faaliyetlerine denk gelmeyen saatlerde tahsis edilen yerlerde veya kışla mescitlerinde namazlarını kılarlardı. Özellikle bayram namazları çoğunlukla katılım sağlayan komutanlar ile kılınır ve daha sonra alınan düzen içerisinde bütün personelin bayramlaşması ile devam ederdi. Kıtada görev yapan hiçbir subay ve astsubay kendi annesi, babası, eşi ve çocukları ile askerlik hayatı boyunca birlik personelinden önce bayramlaşmamıştır.
Aynı zamanda TSK öyle bir yapıdır ki nasıl Müslümanların dini bayramlarında izin veriliyorsa vatan borcunu ödemeye gelmiş olan gayrimüslim olanların da haklarına her zaman saygılı davranılmıştır. Onlara da Paskalya, Noel bayramları için gerekli izinler yönetmeliklerde belirtilen şekilde verilmiştir, verilmektedir.
1997 yılında (ünlü 28 Şubat kararlarının olduğu yıl) başörtülü anneme orduevlerine giriş kartı aldım. Çok uzatmayayım 2020 yılında emekli olana kadar da pek çok orduevi, askerî sosyal tesis ve lojmana annemle beraber girdim ve hiçbir problem yaşamadım.
Askerlik hayatım boyunca onlarca tören gördüm ve bazılarını organize ettim. Başörtüsü problemi yaşayanı hiç görmedim. Şunu da belirtmeliyim kara çarşaf ile gelip bayan görevli personelin dahi üzerlerini aramasına müsaade etmeyenlerin içeriye alınmadığını da biliyorum. Olması gereken de bu. Her kim ki üzerinin aranmasına müsaade etmiyor ve törenlerde emniyetsizlik yaratıyorsa bu gibi kişilere müsaade edilmemesi kadar normal bir şey olamaz. Hiç kimsenin dini inancı diğerlerinin emniyetinin önüne geçemez.
Bir orduda en kutsal şey nedir derseniz “vazifeyi en iyi şekilde yapmaktır” derim.
Ettiği yemine sadık kalan, vatanına milletine kanun ve nizamların üstünlüğünü esas alarak hizmet edenlerin Tanrı katında da en üst seviyede yerine alacağına inananlardanım.
TSK hiyerarşinin en sert uygulandığı ve uygulanması gerektiği yerdir. Kendi içinde başka paralel yapıların olmasını kabul etmesi mümkün değildir. Siyasilerin bir kısmının beraber yol yürüdüğü, TSK içine sızdırılan ve hatta yerleştirilen tarikatın darbe teşebbüsü daha dün gibidir. TSK mutlak itaat ve hiyerarşi üzerine kurulmuş bir disiplin anlayışına sahiptir. Asker amirinden emir alır, şeyhten, şıhtan, imamdan emir almaz. Bunlardan emir alanın sadece TSK içinde değil hiçbir devlet kurumu içinde yeri yoktur. Bunun adı inanç özgürlüğü değil kuruma ihanet, yediğin ekmeğe haram doğramaktır. Bazı dönemler siyasetten güç bularak belli yerlere gelenler olsa da bünye bunu kabul etmez zamanı gelince gereğini yapar.
Bir askere üniforma yakışır. Hatta çelik başlıklı, tam teçhizatlı bir askerin duruşu bana göre dünyanın en güzel asker görüntüsüdür. İbadet (Cenaze namazı, bayram namazı, vb. hariç) sivil kıyafetler ile yapılır. Ülke tarihinde tek, dünya tarihinde de belki tek olacak “sarıklı amiral” ve ilk MarineDealNews tarafından haber yapılan “takkeli general” görüntüleri tarihe utanç vesikası olarak geçmiştir. Bütün kanun, yönetmelik ve yönergeleri hiçe sayarak sergilenen utanç verici, TSK’nın uluslararası itibarını yerle bir eden bu durumlar, esasen teğmenleri ihraç etmek için kullanılan “TSK’nın itibarını zedeleyici” tanımına tam da uyan bir durumdur.
Geçmişte; kuruma zarar vermek, itibarını zedelemek için, kabul görmeyeceğini bildikleri hâlde bazı personelin eşleri bazı tarikatların yönlendirmesi sonucu TSK’ya ait tesislere çarşaf ile girmek istemeleri de görüldü. Normalde namaz kıldığı dahi görülmeyen personel, atışın, tatbikatın, operasyonun, intikalin en önem arz eden zamanında namaza duruyordu. Emperyalistlerin maşası olan tarikatların ve de müritlerinin amacı ordunun itibarını zedeleyerek halk nezdinde “din düşmanı ordu” imajı yaratmaktı. Kim ne sebeple TSK’dan ilişiği kesilirse kesilsin, nedeni sorulduğu zaman cevabı aynıydı: “Namaz kıldığım için”, “eşim kapalı olduğu için”.
Otuz yıllık meslek hayatımda ve sekiz yıllık askerî öğrencilik hayatımda namaz kıldığı için TSK’dan ilişiği kesilen kimseyi görmedim fakat bunu suistimal eden onlarca disiplinsiz, hırsız, sapık ve şeyhine tapan tarikatçının ordudan ilişiği kesildiğinde “namazın arkasına”, “eşinin türbanına” sığındığını gördüm.
Ordular için en kutsal şey ve hatta ibadet olan husus “vazifelerin hakkının verilerek yerine getirilmesidir”. Kişisel inançlar, kutsal vatan savunması ve bunun için yapılan hazırlıklar öncelikli olduğu kabul edilerek uygun zamanlarda yerine getirilebilir. Başka bir yapı içerisinde şeyhe, şıha tapanların yeri üniformanın içi değildir. Askerlikte amir-memur bellidir. Bunun dışındaki inanç bütününe sahip olanların yeri ordu değildir.
Vatan kutsaldır, savunması ibadettir!
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.