Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump, 4 Şubat tarihinde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile düzenlediği ortak bir basın toplantısında, Gazze Şeridi'ni ilhak etmek, Gazzelileri komşu bölgelere göndermek ve Gazze’yi “Orta Doğu’nun rivierası” hâline getirmek niyetinde olduklarını açıkladı.
Söz konusu plan, farklı açılardan değerlendirilebilir:
Uluslararası hukuk açısından
Gazze, Birleşmiş Milletler (BM) gözlemci üyesi olan bağımsız Filistin Devleti'nin bir parçasıdır.
Trump'ın açıkladığı plan, Amerika Birleşik Devletleri’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin kuruluş amacına ve temel ilkelerine açıkça aykırıdır.
Söz konusu sözleşme; insan haklarına saygıyı, barışın korunmasını, devletlerin toprak bütünlüğü, bağımsızlığı ve egemenliğine saygıyı, ulusların kendi kaderini tayin hakkını ve uluslararası ilişkilerde güç kullanmama ilkesini benimsemiştir.
Gazze’nin ilhakı, bu temel ilkelere doğrudan aykırılık teşkil etmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri’nin bu doğrultudaki bir ilhak girişimi, uluslararası hukukun temel prensiplerinden biri olan ahde vefa (pacta sunt servanda) ilkesini de ihlâl eder. Bu ilke, taraf olunan uluslararası sözleşmelere sadık kalmayı zorunlu kılar. Dolayısıyla Gazze’nin ilhakı, hukuksuzdur.
Ayrıca, ilhak ve zorla göç ettirme eylemleri, başka bir devlete yönelik fiilî bir saldırı anlamı taşır. Bu ise Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Roma Statüsü uyarınca, mahkemenin yargı yetkisine giren suçlardan biridir. Söz konusu eylemleri planlayanlar, emir verenler ve uygulayanlar, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde bireysel olarak yargılanabilirler.
İnsani açıdan
Gazze’de yaklaşık 2 milyon insan yaşamaktadır. Bu insanların, Amerika Birleşik Devletleri tarafından desteklenen bir plan doğrultusunda, yaşadıkları topraklardan zorla göç ettirilmeleri, insani açıdan büyük acılara yol açacak ve temel insan haklarını açıkça ihlâl edecektir.
Zorla göç ettirilen bu insanların, gönderildikleri komşu ülkelere uyum sağlaması, yeni bir yaşam kurmaları oldukça zordur. Bu durum, göçü kabul eden ülkelerde de sosyal, ekonomik ve siyasi birçok yeni insani sorunun doğmasına neden olacaktır.
Donald Trump’ın açıkladığı bu plan, her şeye “kâr” ve “çıkar” penceresinden bakan; insanî boyutu göz ardı eden emperyalizmin çirkin yüzünü ortaya koymaktadır. Aynı zamanda bu yaklaşım, Amerika Birleşik Devletleri’nin yumuşak güç kapasitesine de ciddi zarar vermektedir.
Ekonomik açıdan
Gazze'nin Akdeniz'e yaklaşık 40 kilometrelik bir kıyısı bulunmaktadır. Eğer bu bölge Amerika Birleşik Devletleri kontrolüne girerse, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) uyarınca Akdeniz'de deniz yetki alanları iddiasında bulunabilecektir.
Akdeniz’in doğu kıyıları açıklarında, Levant Havzası olarak bilinen bölgede yaklaşık 1,7 milyar varil petrol ve 122 trilyon fit küp doğal gaz bulunduğu tahmin edilmektedir. Gazze üzerinden deniz yetki alanı elde eden Amerika Birleşik Devletleri, bu kaynakların paylaşım sürecine yeni bir aktör olarak dâhil olacak ve Doğu Akdeniz hidrokarbon kaynaklarının adil paylaşımını daha da zorlaştıracak ve geciktirecektir.
Gazze’nin ilhakı ile birlikte Amerika Birleşik Devletleri, bölgede bulunduğu tahmin edilen yaklaşık 500 milyar dolar değerindeki doğal gaz rezervlerinin kontrolünü de eline geçirmiş olacaktır.
Bölgeye salt bir ticari alan gözüyle bakan Donald Trump açısından bu hamle, stratejik değil ama ekonomik bir yatırım olarak değerlendirilmiştir.
Askerî açıdan
Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte Sovyetler Birliği’nin Orta Doğu’daki etkisi azalmış, bu durum Amerika Birleşik Devletleri'nin bölgeye olan ilgisini artırmış ve eyleme geçmesini kolaylaştırmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin Orta Doğu’daki temel ulusal çıkarları şunlardır:
- Petrolün kesintisiz ve makûl fiyatla uluslararası pazarlara ulaşmasının sağlanması,
- İsrail’in güvenliğinin temin edilmesi,
- Amerika Birleşik Devletleri’ne hasım bir devletin bölgeye egemen olmasının engellenmesi.
Soğuk Savaş sonrasında ABD, Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak’ı ve Beşşar Esad yönetimindeki Suriye’yi İsrail’e yönelik tehdit olmaktan çıkarmıştır. İran ile ise doğrudan çatışmaya girmeksizin, İran destekli paramiliter gruplara karşı İsrail’i kullanarak vekâlet savaşı (proxy war) yürütmektedir. ABD açısından bölgede en ciddi tehdit, nükleer silâhlanma yolunda ilerleyen İran’dır.
Gazze'yi ilhak eden bir Amerika Birleşik Devletleri’nin, bu bölgeyi yalnızca bir rekreasyon alanı olarak kullanmayacağı, aynı zamanda askerî amaçlarla da değerlendireceği açıktır.
Gazze sayesinde ABD, Orta Doğu’da küçük fakat stratejik önemi yüksek bir kıyıbaşı elde edecektir. Bu noktadan kalkacak uçaklar veya fırlatılacak uzun menzilli füzelerle, İran’daki stratejik hedeflere ve İran destekli gruplara karşı doğrudan harekât kabiliyeti kazanacaktır. Böylelikle başka bir ülkeden üs istemek zorunda kalmaksızın operasyonel serbestlik sağlayacaktır.
Amerika Birleşik Devletleri, Gazze’de deniz üsleri kurarak Orta Doğu petrolünün Süveyş Kanalı üzerinden Batı pazarlarına ulaşımının güvenliğini sağlama imkânına da kavuşacaktır. Ayrıca, Rusya’nın Tartus ve Lazkiye’deki üslerine yakın konuşlanarak, Rus donanmasının hareketliliğini kontrol etme kapasitesi elde edecektir.
Bu olası ilhak, yalnızca 2000’li yıllardan bu yana süregelen Arap (Filistin)-İsrail çatışmasını sona erdirmek bir yana; bu çatışmaya yeni bir boyut ekleyerek onu daha da uzatacak ve genişletecektir. Sonuç olarak, Ortadoğu’nun uzun vadede istikrara kavuşmasını engelleyecek ve bölgedeki çatışma döngüsünün devam etmesine neden olacaktır.
Türkiye’ye etkileri
Gazze’nin Amerikan egemenliğine girmesi hâlinde, Ege’de Yunanistan ile yürüttüğü işbirliği sayesinde Türkiye’yi çevreleyen Amerika Birleşik Devletleri, Akdeniz’de de doğrudan komşumuz hâline gelerek kuşatmayı fiilen tamamlamış olacaktır.
Bu durum, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin meşru haklarının bulunduğu hidrokarbon kaynaklarının paylaşımını daha da karmaşıklaştıracaktır. Yeni bir kıyı devletinin sürece dâhil olması, kaynakların hakça ve dengeli paylaşımını hem zorlaştıracak hem de geciktirecektir.
Öte yandan, Gazze’den zorla göç ettirilen insanların bir kısmının Türkiye’ye yönelmesi olasılığı, ülkemizin zaten büyük bir yük oluşturmakta olan mülteci krizini daha da derinleştirecektir. Var olan düzensiz göç baskısı, ekonomik, toplumsal ve güvenlik boyutlarıyla büyüme eğilimine girecektir.
Sonuç
Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’deki dengeleri önemli ölçüde değiştirme potansiyeline sahip olan Donald Trump’ın Gazze planı, Türkiye’nin ulusal çıkarlarına açıkça aykırıdır.
Bu planın uygulanması hâlinde yalnızca Filistin değil, bölgedeki tüm devletler uzun vadeli siyasi, askerî, ekonomik ve insani krizlerle karşı karşıya kalacaktır.
Türkiye, söz konusu senaryonun gerçekleşmesini engellemek için hem bölge ülkeleriyle hem de bölgeye stratejik ilgi duyan uluslararası aktörlerle işbirliği içerisinde çok taraflı diplomatik girişimlerde bulunmalı; barış, adalet ve uluslararası hukuk çerçevesinde hareket edilmesini sağlamalıdır.
Bu haberin/makalenin/çevirinin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.