Maalesef ülkemizin öncelikli gündemi ekonomi. Hâl böyle olunca hayati önemdeki diğer konulara sıra gelmiyor, gelemiyor. İnsanımızın siyasetle, dış politikayla ve strateji ile uğraşacak iştahı ve mecali yok. Herkes geçim derdinde. Herkesin gözü dolar, euro ve altının önlenemez ve öngörülemez yükselişinde….
Yazık, ülkemizin geldiği ve içinden geçilen bu acınası tablo izahtan vareste. Kuşkusuz hiçbirimiz ekonomist değiliz. Ancak ülkenin içinde bulunduğu durum herkesi “ekonomist” hâline getirdi. Sıradan vatandaşın dahi iktisat bilimini öğrendiği soğuk ve lodoslu aralık günlerinde, görevi ekonomiyi yönetmek olanların basiretsizliğini ve inatçılığını stratejik akıl kabul etmiyor.
Oysa, yüksek faizden elbette duyarlı ve sıradan her vatandaş gibi biz stratejik akla sahip olanlar da rahatsızız. Amma velakin, ülkede enflasyonun gerçekte yüzde 50 civarında, resmi olarak ise yüzde 19 açıklandığı günümüz koşullarında, enflasyonun altında faiz ısrarını sürdürmenin düpedüz vatandaşı dövize yönlendirdiğini görüyoruz. Ez cümle enflasyondan düşük faiz ısrarı, dolarizasyona sebep oluyor ve kaybeden yine ülke ve sıradan vatandaş oluyor. Artan enflasyon da cabası… En son söyleyeceğimizi baştan söyleyelim. Tespitimiz, ülke olarak toplumsal bir hipnozdayız ve derhal uyanmazsak atı alan Üsküdar’ı geçecek! Bizden söylemesi…
Milli gücü oluşturan unsurlardan birisi de ekonomik güçtür
Biz artan fiyatları konuşurken etrafımızda tuhaf gelişmeler oluyor. Sizinle stratejik ufuk taramasını her ay yapıyor, bölgemizde ve dünyada neler olduğuna dikkatinizi çekiyoruz. Ancak çevremizde yüksek devinim cereyan ederken ocak sayımızı bekleymee tahammül edemedik. Bazı gelişmeler var ki kabulü zor, bir şekilde gündeme getirmek şart, en azından tarihe not düşmek bağlamında. Bakınız, milli gücü oluşturan unsurlardan birisi de ekonomik güçtür. Ekonomik gücü diplomatik faaliyetlerin dışında görmek mümkün değildir. Bir ülke ne zaman ekonomik olarak sıkıntıya düşse gizli gündemler berraklaşır ve sonrasında dayatılır. Çevrenizdeki komşularınıza aniden “deli cesareti” geliverir. Örnekleyelim.
Türkiye’yi istikrara kavuşturmak eşittir Batı’ya yeniden demirlemek
Bugün basına düşen lâkin dikkat çekmeyen bir haberde, ABD merkezli Politico dergisinin AB sürümünde “döviz kurunda artış, artan işsizlik, yoksulluk ve yükselen enflasyondan mustarip” diye, Türkiye’nin euroyu para birimi olarak kullanması gerektiğine yönelik bir yazı yayınlandığını hayretle okuduk. Yazıda bu öneriye gerekçe olarak, en çok sığınmacıya ev sahipliği yapan Türkiye’nin içinde bulunduğu derin ekonomik krizin AB’ye yeni bir göç dalgasını tetikleyebileceğine dikkat çekiliyor. Türk Lirası’nın dolar karşısında değerinin yaklaşık yüzde 70’ini 2021’de, yaklaşık yüzde 33’ünü ise sadece kasım ayında kaybettiğine temas eden yazıda, bu durumun sadece Türkiye için değil, komşuları için de bir tehlike olduğu, Türkiye’yi istikrara kavuşturmanın ve Batı’ya yeniden demirlemenin AB’nin çıkarına olduğu vurgulanıyor.
Yazıda düpedüz ülkemize düşük devlet ironisi yapılıyor ve Afganistan’a yönelik kullanılan argümanların benzerlerine yer veriliyor. Göç meselesiyle korkutulan ve en zayıf karnı düzensiz göç olan Avrupalılara Türkiye üzerinden algı operasyonu da yapılıyor. Kuşkusuz bu durum ağızlardaki bir baklanın da ansızın ifşasına neden oluyor. Hiçbir zaman AB’ye giremeyecek olan ülkemize imtiyazlı ortaklığın dayatıldığı mevcut konjonktürde, Türkiye’ye AB ile nasıl bir ilişki modeli öngörüldüğü ortaya konuyor. Sadece ekonomik bağımlılığı önceleyen, Türkiye gibi 85 milyonluk bir ülkeyi salt ticari bir pazar olarak gören, elinden neyi var neyi yok alınmış, kendini idare edemeyen ve dışarıya (AB) bağımlı bir model öngörülüyor.
Aklımıza Osmanlı’nın kapitülasyon günleri geliyor. Garabete bakar mısınız, euro kullanan ancak AB üyesi olmayan Türkiye! Gerekçesi ise akıl almaz derecede küçük düşürücü… Türkiye ekonomik olarak düşerse AB yeni bir düzensiz bir göç dalgasına neden olur! Düşerseniz başınıza nelerin geleceğinin küçük bir ifşası. Düşmemek için ekonominin AB’ye teslim edilmesi, devamında euronun emperyal hedefler için Orta Doğu (Lübnan) ve Ukrayna’da kullanılması. Düyun-u Umimiye’yi andıran önermeler. Merakımız şu, bu hadsizlere resmi cevap verilecek mi?
Suriye aslında ne demek istedi?
Gelelim bir diğer örneğe. Bugün Independent Türkçe’de yer alan bir haberde, Hatay’ın Suriye toprağı olduğunu öne süren Suriye parlamentosunun, bölgenin geri alınması için her şeyin yapılacağını açıkladığı yazıldı. Haberde, Suriye Halk Meclisi’nin, Hatay’ın Türkiye’ye katılmasının 82’nci yılında bir bildiri yayımladığı, skandal açıklamaların yer aldığı bu bildiride, “Hatay’ın Türkiye’nin eline kalmaması ve geri alınması için mümkün olan her şeyin yapılacağı” ifadelerine yer verildiği ifade edildi. Hatay’ın Suriye toprağı olduğunu öne süren rejim parlamentosunun bu çıkışı kuşkusuz tesadüf değil. Nereden nereye… Şam’daki Emevi Camii’nde namaz kılalım derken Suriye hükûmeti Hatay’ı diline pelesenk ediverdi.
Başından beri yanlış olan Suriye politikasının bizi getirdiği noktayı göstermesi bakımından ibretlik bir vesika olan bu haber yakın gelecekte başımıza geleceklerin de habercisi. Ne yazık ki bazı aklı evveller ezberlerindeki intikam duygusu ve liyâkatsizliklerinin hırsı ile yok etme içgüdülerinden arınamıyorlar. Suriye’ye mezhep gözlüğüyle bakmanın faturasının ödeneceği günler de yakınlaşıyor. Müjdemizi isteriz zira Suriye’nin de “düşmanımız” olan komşular kervanına katılması çok yakın.
Şimdiden uyaralım. İçinde bulunduğumuz ekonomik kriz nedeniyle 15 Temmuz’un olağan şüphelisi ve her kötülüğün kaynağı(!) olan BAE ile barışırken, Mısır ve S. Arabistan gibi ülkelerle arayı düzelteceğimizi dünyaya ilan ederken ve yol yakınken Suriye ile de normalleşilmesini öneriyoruz. Zira, gitmeyeceği açık seçik belli olan Esad yönetimindeki Suriye yavaş yavaş istikrar buluyor, dahası uluslararası arenada kabul görerek meşruiyetini pekiştiriyor. Lâkin biz mevcut politikamızı sürdürürsek Suriye elindeki enstrümanları bize karşı kullanmaya başlayabilir.
Hatay’ın Türkiye’den geri alınması argümanının arkasındaki cüret bunun ayak sesleri… İstikrarını bulan Suriye, Rusya ve hatta Fransa’nın telkin ve yönlendirmesi ile elindeki kozları canımızı sıkacak şekilde kullanmaya başlayabilir. Suriye, Doğu Akdeniz’de Türkiye karşıtı cepheye katılarak Yunanistan, GKRY, Mısır, BAE, İsrail ve Fransa ile ortak hareket edebilir. Hâlen dışında olduğumuz Doğu Akdeniz Doğalgaz Forumu’na katılabilir. Düşünmek bile istemeyiz ama GKRY ve İsrail ile deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına yönelik anlaşmaları peşi sıra akdederek Mavi Vatan’a yönelik çıkarlarımızı akamete uğratabilir. Bunların tümü işi strateji olanların hesaba katması gereken olasılıklar. Bizden uyarması, diplomasi sadece siyasi tutum belirlemekten ibaret değildir. Ekonomi de ülkenin bekası için hayati önemdedir. Derhal silkinip siyasi ve ekonomi politikalarında makas değiştirmeli ve başta ekonomi yönetimi olmak üzere komşularımızla ikili ilişkileri düzelterek, bölgesel barış ve istikrara katkıda bulunmalıyız.
Müteakip aşamada Suriye’nin DAGF ‘na, girmesi şaşırtıcı olmaz, bizden söylemesi.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.