Sil baştan!

Yeşim Yeliz Egeli

yesimegeli@marinedealnews.com

İnsanı ikileme düşüren bu cümle soru olarak size yöneltilseydi, ne cevap verirdiniz? Çünkü bu kimlikte yeniden yaşama şansının olmadığını bilen mantığınız ancak, yaratıcı beynin gücüyle hayal kurabilir ki, aslında hayal kurmak bence insanın yenilenmesine yardımcı olan müthiş bir yetenektir. Ama siz yine de düşünün neleri silerdiniz kayıttan?
Kapsamı ne kadar geniş değil mi ve her kimlikte farklılaşacak bu soruları çoğaltmak mümkün. Hepimiz zaman zaman keşke ve belkilerle geçiririz vakti. Verilecek cevaplar, insanoğlunun fıtratı mevzu bahis olduğunda kimbilir, belki de tabir caizse denizler gibi dolar taşar, eminim… Sorular da daha bir o kadar çoğaltılabilir. Tatmin olmayız çünkü gördüğümüz, tattığımız, bildiğimiz, beğendiğimiz her ne varsa daha fazlasını isteriz; beğenmediğimiz bizi hoş tutmayan kimseleri veya şeyleri de yok sayarız bir kalemde… Haklı, haksız ayırt etmeden, neden sonuç ilişkisini irdelemeden. Ve biliyoruzki, dünyayı yeniden kurmak mümkün değil ve zararın neresinden dönsek de kârdır! Elde olanın değerini şimdi, yarınlar için bilmek lazım.
Yaşanmasını istemediğiniz, belleklerde keşke hiç yer almasaydı dediğiniz, sizi derinden sarsan tarihi bir olayı veya kişisel bir deneyiminizi hatırlayın desem, en az birini söyleseniz, eminim ilk beş saniyede şu an içinde bulunduğunuz ana yakın bir tarihten seçerdiniz o anı! Çünkü insan beyni unutur, unutmak ister ve zaman da lehine işler, yani bir nevî ilacıdır! İnsan da farkında olmadan, farkında olana dek hep aynı hataları tekrarlar durur ama merak ediyorum acaba, beyin gerçekten unutuyor mu? Bence asla unutmuyor! Her zaman eskisinin şiddetini unutturacak bir acı olay yaşadığı için öteliyor ya da çok mutlu olduğunda; bu hazzın bitmesinden çekindiğinden, daha doğrusu buna şartlandığından, çok mutlu olmaktan da korkuyor. Çünkü nereden doğduğu bilinmez ama bir inanış vardır ve bizim kültürümüzde oldukça kabul görür: Çok mutlu olup gülündüğünde, iyi saymazlar eski topraklar: “Allah hayır etsin, çok güldük, arkasından fena bir şey gelmese bari” diye, taşa, tahtaya vururlar. Açık seçik ilan ederler korkularını! Beterin beteri var diyerek de “Allah bunu unutturacak acı vermesin” derler. Yine korku salarlar. Aslında iyi niyetlerinden, tecrübelerindendir tüm bu dilekler…
Mutluluğu ve mutsuzluğu farkında olarak mı yaşıyoruz? Yaratıcı beynin merkezi sisteminde, neler oluyor? Kendimizin, duygularımızın ne kadar farkındayız? Uzar gider sorular ama bence düzeltmeye başkalarından değil, önce kendimizden başlamak gerek. Eğer, sil baştan inşa edilecekse birşeyler… Tamam başlayalım ama herkesin doğrusu aynı değil ki? ‘Saçaklı Mantık’ ile bu da kanıtlanmadı mı: Hayatta sadece siyah ve beyaz yok, grilerde var.
Mesela, bugünlerde uluslararası haber ajanslarının servis ettiği haberlerle hâlâ iyi olan ‘insanî’ duygularımızı dipdiri tutup üzülürken, diğer yanda bunu yapanlara da lanet okuyoruz, değil mi? İşte buyrun! İyiyi sahipleniyor, kötü olanı da yerden yere vuruyoruz. Peki bu durumda iyi mi oluyoruz, yoksa kötü mü? Çünkü olanlara, tüm gördüklerimize kayıtsız kalıp üzülmemek mümkün değil. İnsanı her anlamda rahatsız eden bu durumda mutlu olunabilir mi? Hayır. Ama diğer yandan dünya düzenini bozanlar yine insanlar olduğu için geri kalan insanların bunu düzeltecek kudreti varken kenera çekilip niye hayıflanıyoruz? İçinden çıkılmaz bir çelişkili durum… Güç kimde?
Amacım sizi sadece biraz düşünmeye sevketmekti, konudan konuya atladım ama bugünlerde gündem o kadar hızlı değişiyor ki, alıştı beyin bu hızlı değişim trendine. İdare edin artık. Rüzgâr nereden eserse diyerekten yazdım, siz varın bu saydıklarımı ister tek tek alın, ister tümünü alın yaşantınızdaki en basit olaylarla karşılaştırın. Sorun kendinize, mutluluğu yaratan ve bozan kim?
Bahar yaklaşıyor. Bir diğer deyişle Orhan Veli’nin haylazlığa davet eden “Güzel Havalar”ı kapıda… Evkaf memuriyetinden bu güzel havalarda istifa etmişti. Tazelenip çoşma vakti benim için, coşacak o kadar nedenim var ki: Ada’ya gidip Mimozaları koklama, giderken hayallerimi Erguvanların pembesine, moruna bulama vakti. Baharın müjdecisi ilk çağlayı annemin kesesinden yeyip ardından çıkacak, vazgeçilmez tadım, can eriğini kütür kütür doyasıya yeme vakti! Kimisi için aşık olma kimisi için aşkları tazeleme vakti… Bu ay benim doğum günüm o nedenle enseyi karartmadan umut etmeye, her bahar “hard diski” yenilemeye devam diyorum. Bu ay doğan herkesin doğum gününü kutluyorum. Bir konuyu araştırırken tesadüf eseri okuduğum “sözün özü budur” dedirten bir fıkrayla sonlandırıyorum yukarıda vermek istediğim mesajı…
Bir de yavaş yavaş, sakin sakin yelken yapma hayalleri kurarken, benim gibi içi kıpır kıpır olanlara tavsiyem, Bülent Ortaçgil’in “Sen” albümünü ve özellikle “Denize doğru” şarkısını mutlaka dinlemeleri! Dinlerken, düşünün. Çok iyi gelecek! Sakinleşip mutlu olduysanız, sonra mutlaka bana yazın!

Dünyayı düzeltmek için
Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra pazar sabahı kalktığında keyifle eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik  yapıp evde oturacağını hayal etmeye başladı. Tam bunları düşünürken, oğlu koşarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini sordu. Baba, oğluna söz vermişti; bu hafta sonu parka götürecekti onu; ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu.
Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna uzattı; “Eğer bu haritayı düzeltebilirsen, seni parka götüreceğim!”dedi. Sonra düşündü: “Oh be, kurtuldum! En iyi coğrafya profesörünü bile getirsen, bu haritayı akşama kadar düzeltemez!” Aradan on dakika bile geçmeden oğlu babasının yanına koşarak geldi: “Babacığım, haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz.”dedi. Adam önce inanamadı ve haritayı görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içindeydi ve oğluna bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk şu cevabı verdi;
“Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzelttiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti!!!”

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
yesimegeli@marinedealnews.com