“Şüphesiz, Atatürkçülüğe bağlanan değişik tefsir gayretleri, Atatürk’ün zaman geçtikçe daha kesin hatlarla beliren ve büyüklüğü daha iyi anlaşılan şahsiyetine ve eserine en küçük ölçüde gölge düşürmez. Atatürk’ü iyi tahlil ederek, O’nun hayatına ve hamlelerine hâkim olan temel görüş ve inanışları açıkça kavramaya çalışırsak, yanlış anlamalardan kolayca kurtulabiliriz. Atatürk’e gerçekten bağlı olanların ona karşı borçlarının başında, gerçek “Atatürkçülük”ü daha iyi kavramaya ve kavratmaya çalışmak gelir.”1
Dönemin Başbakan Yardımcısı Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu’nun Devlet Adamı Atatürk başlıklı makalesinde geçmişteki bir yazısına atıfla ders almamakta ısrar edilen durumların gelecek nesillere nasıl yansıdığına kendi döneminde işaret ediyor. Dönemimizle ne kadar da benzer… Okuyalım.
“…1956 yılında, Türk toplumu için zararlı gördüğüm bazı ters gidişler karşısında, “Hakikat ve Samimiyet İhtiyacı” başlığını taşıyan bir yazı yayımlamıştım.
Bu yazıda, Batı âlemi kör taassubun esiri iken hoş görürlüğün ve hür düşüncenin hüküm sürdüğü Türk–İslâm âleminin üstün seviyesini, tarihimizin şanlı sayfalarını hatırlatmış ve sonradan, 270 yıl matbaayı yurda sokmayan kara cehaletin elinde ne hâllere düştüğümüzü belirterek şöyle demiştim:
Gerileyişimizin sebepleri üzerinde çok durulmuş, çok şey yazılmıştır. Bu yazıda, bir sebep üzerinde durmak istiyoruz: Hâdiselere ilim gözü ile ve gerçeği kavramak endişesi ile bakmasını bilmemek; meseleler karşısında rasyonel, akılcı bir tavır takınacak yerde, peşin hükümlerimize göre tavır takınmak; hakikatlerden kaçıp hayallere sığınmak.
Tarihimizin ters gidişini durdurup, bu milletin kaderini değiştiren Millî Mücadele ve Türk Inkılâbı, her şeyden önce, memleket ve dünya gerçeklerini iyi bilen, akla değer veren; yürekleri vatan sevgisi ve millete güvenle dolu olduğu nispette kafaları da hurafelerden ve boş hayâllerden sıyrılmış olan liderlerin eseridir. Atatürk’ün realizmi, hurafe düşmanlığı, ilme ve akla verdiği değer, başarılarının temellerinden biridir.”2
Bugün için bu tarife uyan benzer durumlar şiddetini artırarak geri gidişte nasıl da ısrarcı değil mi?
Oysa ki milletine güvenen ve dünyayı tanıyan O eşsiz liderin kurtarıp kurduğu devletimizde, geçmişin onca mirasın günümüze getirilmesinde, milleti için canını çekinmeden ortaya koyan O, Ekim 1919’da Amasya’da bir arkadaşına milletini nasıl da övüp yüceltiyor. “Bu palasparelerin içinde perişan gördüğün o insanlar yok mu? Onlarda öyle yürek, öyle cevher vardır ki, olmaz şey!… Çanakkale’yi kurtaran bunlardır. Kafkasya’da, Galiçya’da, şurada, burada arslanlar gibi çarpışan, mahrumiyete aldırmayan bunlardır”3
Nereden nereye… Şimdi kadınlara ekranlardan açık seçik “sürtük” denebiliyor. Çok vahim ve nezaketten uzak bir tarz. Neyse, kötülükleri ne yapıyoruz, geride, ait olduklarına bırakıp insana yakışır erdemlerle ilerliyoruz.
Atatürk’ün tarif ettiği o arslanlardan türlü engelleri aşıp MİLGEM eserini bizlere armağan eden çok kıymetli isimler var, kimi hayatta kimi ebedi istirahatgâhında. Evet, sivil/asker bütüncül deniz ve denizcilik gücümüzden bahsediyorum. Deniz Kuvvetlerimizin özgüveni, geçmiş tecrübelerden aldığı ders ve ilerici atılımı ülkemize millî tasarım gemi projesini (MİLGEM) kazandırdı. Dış ülkelere giden milyonlarca dolarlık millî servetimiz Hazine’de kaldı. İnsan gücümüz nesilden nesle bilgisini aktarabildi. MİLGEM ile ülkemize kuantum sıçraması yaşatan Deniz Kuvvetlerimizin başladığı işi bitirme kararlılığı, üstlendiği projelerdeki titizliği ve sürdürülebilir vizyonu günümüz Donanması’na sahip olmamızı ve gurur duymamızı sağladı. Bugün DzKK, Envanterine aldığı birçok yerli tasarım ve millî üretim platformun yanı sıra; yerli silâh ve harp sistemlerinin gelişmesine de eş zamanlı olanak sağladı. Tüm bunlar asker/sivil Türk mühendislerince, askerî/sivil tersanelerde gemi yan sanayimizin de başarılı eseri. Bu eserin temelindeki başarı; Atatürk’ün ilme ve akla verdiği değerin rotasından ayrılmayan, yürekleri vatan sevgisi ve millete güvenle dolu, daima sevgi ve minnetle anacağımız o yılmaz liderlerin eseri: MİLGEM. Bu sürecin büyük gurur ve onur duyulan bir diğer önemi Kara ve Hava Kuvvetlerimiz için de benzer özgüveni yaratan bir rol model yaratmasıdır.
1923 yılında, “Bilelim ki kazandığımız muvaffakiyet, milletin kuvvetlerini birleştirmesinden ileri gelmiştir. Eğer aynı muvaffakiyetleri, ileride de kazanmak istiyorsak, aynı esasa dayanalım, aynı yoldan yürüyelim” diyen Atatürk’ün bu vecizi aklıma kıssadan hisseye merhum Demirel’in kendine has o üslubuyla merhum Özal’a TBMM kürsüsünden yönelttiği şu serzenişi getirdi. “…yüzde 5’ini yapmışsın ama yüzde 100’ünü yapmış gibi ‘ben yaptım’ diyorsun.” Demirel esasen matematik düşünerek analitik sorguluyor mealen, ‘ben yaptım dediğin işler boyacı küpü mü ki, sok çıkar olsun, evveli hiç mi yok!?’ diye aklen sorguluyor. Günümüzde ise inanılır gibi değil. Son 22 yıl işaret edilip “evvelden hiç yoktu hepsini ben yaptım” diyor.
İşte Atatürk’ün açtığı yoldan giden, onu anlamayı ve anladığını realize etmeyi önceleyen MİLGEM başarısı Türk milleti için o kadar büyüktür ki zaman zaman iktidar tarafından geçmiş liderlerin bizlere bıraktığı bu miras bir seçim kozu olarak da gündeme getirilmektedir. Ancak değinmek istediğim esas husus başka… Ki bu başarı hikâyesine MarineDeal News olarak çokça sayfa açıp yürekten emek verdik. Hâliyle bilgi sahibi de olduk. “MİLGEM’den MİLDEN’e” dosya konumuzda, TF2000 veya Uçak Gemisi vb. nice dosya haberimizde, röportajımızda; sorduğumuz sorularla Deniz Kuvvetlerimizin ve MİLGEM’in 3 sac ayağından oluşan o şaheser vizyonun nice kahramanlarının röportajlarını, makalelerini neslimiz geçmişin izini sürsün diye yayımladık ve ciddi bir arşiv oluşturduk, birçok araştırmacıya katkı sağladık. Geçmişimize sahip çıkmak oldukça mühim. Bunu önemsiyorum ve ciddiye alıyorum. Bu vesileyle önemli bir konuyu belirtmeliyim. Her yeni platform veya sistem için düzenlenen törenlerde bugünlere gelinmesinde emek veren, o projeyi ilk düşünen TSK/Üniversite/Özel sektör (özellikle emekliler) mensuplarını da davet ederek onurlandırmak, görevi bugün sürdürenlerce ahde vefa ve saygı örneği olacaktır.
Yazımıza dönersek. 7 Kasım 1985 yılında 3238 Sayılı Kanun ile kurulan Savunma Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı bugün T.C. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) adıyla devam ediyor. Dünyanın sayılı atılımlarından biri olan bu kurumumuzun desteği ile Türk savunma sanayi belirli bir seviyeye gelmiş ve bölgesel olarak da bir numara olmuştur.
Bunu her yıl düzenlenen ulusal ve uluslararası savunma sanayi fuarlarında da görüyoruz. Yüzlerce yerli kuruluş, Türk mühendisleri ve yerli hammaddelerle ortaya koyduğu kritik önemde ürünlerle bunu kanıtlıyorlar.
Neler var savunma sanayi ürünlerimizde?
İnsanlı/insansız suüstü ve sualtı araçları, çeşitli tipteki deniz platformlarında yer alan suüstü ve sualtı sistemleri, zırhlı personel taşıyıcılar ve zırhlı muharebe araçlarından tutun da mayın arama ve tespit cihazları, onlarca çeşit taktik ve daha üst seviyede ihalar, sihalar, hafif, orta, ağır silâhlar, havanlar, toplar ve bunların her çeşit özelliği bulunan mühimmatları, elektronik haberleşme cihazları, hedef tespit radar ve cihazları, lazer sistemleri, deniz mayını tespit cihazları, millî gemiler, torpidolar, hava savunma sistemleri, helikopterler ve saymakla bitmeyen daha pek çok ürün.
Bununla ilgili devlet teşekkülü olan ASELSAN, HAVELSAN, ROKETSAN, TUSAŞ ve son yıllarda ön plana çıkan Bayraktar gibi büyük organizasyonlar hariç adı duyulmayan veya saklanan ama kritik önemi haiz çok önemli ürünler ortaya koyan mühendislik firmaları olduğu gibi adı hiç duyulmayan sadece “yüklenici firma” olarak isimleri anılan fakat bu büyük organizasyonların kilit işlerini halleden firmalar da var. Bunlar da savunma sanayimizin görünmez kahramanları. Kilit önemdeki üretimleriyle, yüklendikleri sorumluluk ile övgüyü hakkediyorlar. Sadece bazıları değil hepsi uluslararası vitrine çıkıp marka olmayı, övülmeyi hak ediyor. Onlar olmadan bugün gördüğümüz çok büyük ve önemli projelerin ilerlemesi mümkün değil. Hepsine minnettarız.
Gizlilik önemi haiz, kabul ama esas üretici yerine ürüne farklı etiket vurulmasına karşın sesler fuarlarda yıllardır önemini koruyan en temel konu. Buna hakkaniyetli bir çözüm bulunmalı.
Burada çok önemli bir konu daha akla geliyor.
Bu kadar önemli projelerin olduğu ülkemizde bunlar sahaya yansıyor mu?
Birliklerin kuvvet ve sınıf farklılıklarına tabi olarak malzeme kadroları bellidir ve bu da aslında diğer harp ve silâhların dâhil edilmesine çok da imkân sağlamamaktadır. Birliklerin genel olarak TMK (Teşkilat, Malzeme, Kadro) olarak ifade edilen kuruluş sistemlerinde süratli ve çağın gereklerine uygun değişiklikler yapılmaz ise yeni harp silâh ve araçlarının birliklerde kullanılması çok da mümkün olmamaktadır.
Yeni bir silâhın veya harp silâh araç gerecinin envantere dâhil edilmesi demek yeni bir teşkilatlanma ve yeni bir kadro (personel temini ve eğitimi dâhil) açılması manasına gelmektedir. Modern bir ordu anlayışı gelişen teknolojik gelişmelere ve muharebe sahalarında meydana gelen değişikliklere süratle uyum sağlayan bir yapıyı gerektirir.
Eğer bir ülkenin ordusu kendi ülkesinin savunma sanayine destek olacak şekilde yapılanmamış ve yenilikçi gerekli tedbirleri almamış ise o ülkenin savunma sanayi girişimlerinin bir noktadan itibaren tıkanması kaçınılmazdır. Bugün emekli TSK mensupları özel sektörde yer almasa birçok proje bu kadar hızlı ilerlemeyebilir. Bellek, tecrübe ve kabiliyetlerin yeni nesle aktarımı sekteye uğrayabilir. 15 Temmuz hain darbe girişimi öncesinde kumpas davalarla ve sonrasında şanlı ordumuzdan öyle veya böyle emekli edilen çok birikimli ve yetenekli insan gücünün özel sektöre geçmesiyle sanayi ve teknolojimize sağlayacağı ivmeyi ve katma değeri, terör ve casusluk örgütü FETÖ hesap edemedi. Ordudan tasviye edilen Atatürkçü subay ve astsubaylarımız, o çılgın Türkler savunma sanayimizi, endüstrimizi şaha kaldırdı. Haklarını teslim edip kıymetini bilelim.
Orduların ihtiyaçlarına göre mevcut sistemlerin geliştirilmesi savunma sanayi firmaları için en kolay olan yoldur. Örneğin hâlen kullanılan bir makinalı tüfek veya uçaksavar silâhının namlu sistemlerinin geliştirilmesi, mühimmat sistemlerinin geliştirilmesi veya sipariş üzerine bir ürün üretilmesi bir savunma sanayi firması açısından kolay olandır.
Savunma sanayi firmalarının mevcut muharebe sahalarını gözlemleyerek ve bunun sonucunda yeni olabilecek muharebelere göre ortaya koyduğu ürünler eğer ordularının teşkilat, malzeme ve kadro yapılarına uygun değilse yeni pazarlar bulmak zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Bu da savunma sanayi firmaları için büyük bir risk teşkil etmektedir. Aslında muharebe sahasında kullanılmasına imkân verildiğinde muharebenin seyrini değiştirebilecek olan bu harp silâh ve araçları birliklerin teşkilat ve kadrolarında süratli değişiklikler yapılamadığı için hakkettiği değeri bulamamaktadır. (Kapatılan askerî liselerin yeniden açılması temelden asker insan gücü yetiştirilmesi bu noktada kritik önemini koruyor.)
Günümüzün modern ordularında bunlara imkân sağlayan organizasyonlar mevcuttur. Örneğin ABD Ordusu Silikon Vadisi ile ortak projelere imza atarak yapay zekânın kullanıldığı harp silâh ve gereçleri için çalışırken, bununla paralel olarak, TRADOC (ABD Eğitim Doktrin Komutanlığı) vasıtasıyla bu harp silâh, araç ve gereçleri için harp sahasında teşkilat, kadro ve taktik kullanım çalışmalarına devam etmektedir.
Sonuç itibarıyla savunma sanayi faaliyetleri sadece devlet teşekkülü kuruluşlar ve savunma sanayinin büyük şirketleri ile yürütülecek bir faaliyet alanı değildir yelpazesi çok geniş bir alandır. Bu nedenle diğer firmaların da cesaretle daha yaratıcı ve muharebenin seyrini değiştirebilecek girişimlerde bulunmasını sağlamak maksadıyla SSB’nin koordinatörlüğünde TSK ile koordineli çalışmaların desteklenmesi, sadece mevcut malzeme kadrolarının ve belli firma markalarının geliştirilmesi değil, “Ana yüklenicilerle” beraber “alt yüklenicilerin” de ufuk açıcı projelerine imkân sağlayıcı, onları teşvik edip motivasyon katacak tedbirlerin alınması önemlidir.
Büyük devlet iddiasında olan toplumlarda devamlılık ve sürdürülebilirlik esastır. Bu kadar araç gereci kullanacak, strateji belirleyecek insan gücünün çağın gereklerine uygun eğitimi es geçilemez ve bu askerî gücün sahada karşılaşacağı zorluklarda onları iyi edecek tabip subay/hemşire yetiştirmek ve askerî hastaneler açmak akıl ehli için elzemdir.
Feyzioğlu’nun yazı başlığında dediği gibi devletine yürekten bağlı bir toplum seçtiği yöneticilerden bu konularda kesintisiz “hakikat ve samimiyet ihtiyacı” içindedir. Bilgili, idealist, ciddi devlet adamlığı vasıflarını nefsinde toplayanlarsa topluma karşı bu mesuliyetlerin her zaman bilincinde olup önce “partim” değil “memleketim” diyenlerdir. Vazife duygusundan ırağa düşenlere, topluma karşı mesuliyetsiz, işinde liyakatsız olanlara notunu tarih er ya da geç vermiş, es geçmemiştir.
1 Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu, Silahlı Kuvvetler Dergisi “Devlet Adamı Atatürk”, Ankara, 1963, S. 63.
2Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu, Demokrasiye ve Diktatörlüğe Dair, Makaleler, ‹st. 1957, S. 53-54.
3Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, 1919.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.