Savaşların yükselişi, insanların düşüşü

MDN İstanbul

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü (SIPRI) geçen ay duyurduğu raporunda nükleer silahsız bir dünya hayalinin ne kadar uzaklaştığını ortaya koydu. Rapor, özellikle nükleer silah sahibi ülkelerin silahlarını modernleştirdiğine dikkat çekiyordu.

SIPRI’nin verilerine göre, dünyada dokuz ülke; ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin, Hindistan, Pakistan, İsrail ve Kuzey Kore toplam 14 bin 465 adet nükleer silaha sahip. Geçtiğimiz yıla oranla nükleer silah sayısı azalsa da aslında bu durum yanıltıcı bir izlenim yaratıyor, çünkü sayı düşüyor ancak yeni kapasite ve teknik özellikleri bulunan yeni silahlar geliştiriliyor.

Bu sadece SIPRI uzmanlarının yorumu değil. Bu yılın şubat ayında yayınladığı Nükleer Durum İnceleme Raporu’nda ABD’de yeni nükleer silahların geliştirildiğini duyurmuştu. ABD 2026 yılına kadar nükleer silahların yenilenmesi için 400 milyar dolar harcamayı planlıyor. ABD ve Rusya’nın dünyadaki nükleer silahların yüzde 92’sine sahip olduğu ve bu konuda bir yarış içinde oldukları düşünülürse Rusya’nın da benzer bir planlama yaptığını tahmin etmek güç olmaz.

Keza, Fransa ve İngiltere de nükleer mühimmatlarını yenileme planlarını açıklamıştı. Dünya genelindeki bu durum, aynı zamanda nükleer silahların azaltılmasını amaçlayan anlaşmaların da anlamını yitirmeye başladığına işaret ediyor.

Silahlanma harcamaları
SIPRI’nin raporu başka noktalara da dikkat çekiyordu.

Rapora göre 2017, Soğuk Savaş’ın bitiminden bu yana dünya çapında en yüksek askeri harcamanın yapıldığı yıl oldu: 1 trilyon 739 milyar dolar. Yani, dünyada kişi başına yapılan askeri harcama 230 dolara karşılık geliyor. Bu rakam 2016’da kişi başına 227 dolardı.

Bu alanda en dikkat çekici artış Çin’den geldi. Çin askeri (savunma) bütçesini yüzde 5,6 artırarak 228 milyar dolara çıkarttı. Çin’den daha fazla askeri bütçeye sahip olan ülke ise 610 milyar dolar ile ABD.

Askeri harcamalarda Rusya’nın durumu ise bu kez farklı. Rusya’da bu alanda geçtiğimiz yıl ciddi bir düşüş gözlendi. Bugüne kadar en fazla askeri harcama yapan beş ülke arasında yer alan Rusya’nın harcamaları bu kez yüzde 20 azalarak 66,3 milyar dolara düştü. Rusya’nın askeri harcamaları 2008-2016 arasında sürekli artış gösteriyordu. Şimdi kaydedilen düşüş, Batı’dan gelen yaptırımlar sonucu ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sorunlarla ilgili olarak gözüküyor, yoksa Rusya silahlarının modernizasyonuna yönelik çalışmaların önceliğini daha önce açıklamıştı.

Ortadoğu ülkelerinde ise toplam askeri harcamalar, 2017 yılında yüzde 6,2 arttı. Yüzde 9,2’lik artışla 69,4 milyon dolar askeri harcama yapan Suudi Arabistan başı çekerken aynı zamanda Rusya’yı geçerek dünyanın en fazla harcama yapan üçüncü ülkesi oldu. Türkiye’ye gelince… Türkiye 2017‘de yaptığı yaklaşık 18,2 milyar dolar askeri harcama ile 15’inci sırada yer aldı ve 2018 yılında ciddi bir yükselişe geçti. Muhtemelen bu durum gelecek yıl açıklanacak rapora yansıyacak.

SIPRI’nin raporu ayrıca Soğuk Savaş’tan itibaren 2000’li yılların başında en düşük seviyesine erişen küresel silah ticaretinin son 10 yılda ciddi boyutta artış gösterdiğini de saptıyordu. Dünyanın en büyük silah ihracatçıları şöyle sıralanıyor: ABD, Rusya, Fransa ve Almanya. Küresel düzeyde silah, askeri malzeme ve teçhizat olarak en fazla satış yapan 20 şirketin 14’ünün ABD şirketi olduğunu da ekleyelim.

Silah, savaş, zorunlu göç
Yine geçen ay Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) tarafından açıklanan bir başka raporda, 2017 yılı sonu itibarıyla dünyada savaş, şiddet, baskı gibi nedenlerle yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalan 68,5 milyon insan bulunduğu ve bu rakamın 2016’ya kıyasla, 2 milyon 900 bin daha fazla olduğu belirtiliyordu. Birleşmiş Milletler‘in verilerine bakılırsa, yerinden edilen insan sayısında İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana gelinen en yüksek sayı bu.

Yaklaşık olarak söylersek; savaş nedeniyle yaşadığı yeri terk ederek ülkesinin bir başka bölgesine göç etmek zorunda olanların sayısı 40 milyon. Sınırları geçerek başka ülkelere gidenlerin sayısı 25 milyon. İltica başvurusunda bulunanların sayısı ise 3 milyondan fazla.

Rapora göre, en çok sığınmacı veren ülkeler Suriye, Afganistan, Güney Sudan, Myanmar ve Somali. En fazla sığınmacı alan ülkeler ise Türkiye, Pakistan, Uganda, Lübnan ve İran.

Silah, savaş, zorunlu göç üçlemesinde gelinen nokta dehşet verici. Silahlar üzerinde Birleşmiş Milletler gibi kurumlar dahil uluslararası/uluslarüstü nitelikte hiçbir kurumun kaydadeğer bir yaptırım gücü olmadığını düşünürsek ve sivil toplumun da silahlanmayı denetleyecek ve hatta doğru bilgi toplayacak kadar güçlü olmadığını hesaba katacak olursak geleceğin ne kadar tehlikelerle, acılarla dolu olabileceğini öngörmek zor olmaz.

Savaşlar, zorunlu göçler ve sonuçları insanlık tarihi için yeni değil elbette. Ancak mesnetsizce övünüp durduğumuz medeniyetimizin hâlâ bu eski sorunlar karşısında aciz ve/veya duyarsız kalması kabul edilebilir gibi değil. İşin doğrusu, ülkelerin ve sermayenin çıkarcı politikaları değişmedikçe allayıp pullayıp birbirimize yutturduğumuz medeniyetimizin hiç de övünülecek bir yanı yok.

Bir yandan teknolojik gelişmenin açlık, barınma, sağlık gibi dertlerimize deva olacağını umarken bir yandan o teknolojiyi insanları yok etmek, zorla yerinden etmek için kullanılacak araçları çoğaltmaya, geliştirmeye yönlendirmemiz dünyamızın sonunu hazırlıyor sanki. Oysa nice hastalığı yeryüzünden silecek noktaya geldik, tam uygulayamasak da nice insani değerleri sistemimize sokup uluslararası sözleşmelerle kayıt altına alacak düzeye geldik…

Sanki bir yol ayrımındayız şimdi…

O zaman Charles Dickens‘ın ‘İki Şehrin Hikayesi’ adlı romanının başlangıç sözleri bu yazının bitişi olsun…

“Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü. Hem akıl çağıydı hem aptallık. Hem inanç devriydi hem de kuşku. Aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi. Hem umut baharı hem de umutsuzluk kışıydı. Hem her şeyimiz vardı hem hiçbir şeyimiz yoktu. Hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana…”

Bunu Paylaşın