SÜHA AKTAŞ

Yeşim Yeliz Egeli

Rüzgârla yarışan lider SÜHA AKTAŞ

“Rüzgârlar ve dalgalar her zaman en iyi denizcilerin yanındadır.” Bugüne kadar hep dilediği gibi yaşayan, değişen çağa uyum sağlayabilmek için kendini yenilemekten kaçınmayan yılların dış ticaret uzmanı, denizcilikte de fırtına gibi… Yaradılışından gelen hız tutkusu, meltem rüzgârı kadar ılımlı kişiliğiyle bezenmiş… [membership level=”0″]

Bu yazının devamı sadece abonelerimize özeldir. Detaylar için lütfen buraya tıklayın

[/membership][membership]Hayat, yaşamının her alanını çalışarak işlemiş kişilere gösterdiği cömertliği, “başarı” olarak ona sunmaya devam ediyor. Elinde tuttuğu bu muhteşem “hayat” meşalesini gelecek nesillere aktarma azmi ise insana güven veriyor

1951 yılında dünyaya geldiği Beşiktaş onda tüm değerleriyle vazgeçilmez bir yer. Şu an Conrad Oteli’nin bulunduğu Yıldız Yokuşu’ndan takımlar halinde bilyalı arabalarla kaymak ona hız tutkusunu çocuk yaşta kazandırıyor. “Çocukluğum aklıma gelince en çok özlemle andığım oyunlarımızdan birisidir. Çocukluktan kalan bir alışkanlık olsa gerek, yarışı ve hızı hep sevdim. Hayatım boyunca kendi çapımda her şeyle yarıştım.” Deniz ise en vazgeçilmez eğlencesi… Beşiktaşlılar küçüklerine yüzmeyi bir törenle öğretirlermiş. Birinci sınıf öğrencisiyken ağabeyleri, “Tamam Süha, artık zamanı geldi” deyip onu eski Beşiktaş Şeref Stadı’nın önünden Boğaz’ın akıntılı sularına bırakıyorlar. “Hâlâ o suya süzülüşüm gözümün önünde” dese de sırası gelince o da kendinden küçükleri birer birer Boğaz’ın serin sularına atıyor. Yüzme öğrenilince harçlıklarla kayıklar kiralanıyor, küreklerle meşhur ıslatmaca yarışları başlıyor. Bayramlarda temizce giyinilip, bayram harçlıkları ile doğru kayık kiralamaya gidiliyor. O zamanlar Boğaz trafiği bugünkü kadar yoğun değil. Gemilerin düdük sesleri ile uyarılana kadar oyuna dalıyor, karınlar acıkınca çaresine bakılıyor. Bugün tadını bilenlerin hatırlayıp imreneceği, midyeler denizden çıkartılıp, teneke üzerinde kabuğuyla pişirilip, varsa harçlıklar ortaya koyulup ekmek, peynir, domates zaman zaman lükse kaçıp gazoz da alınıyor. Bu şölenle karın doyurulduktan sonra hoppaa tekrar denize…

“Bunu eve gitmemek için yapardık. Sonra tekrar denize girerdik. Böyle geçti çocukluğum…” Ailesi mütevazı bir memur geliriyle şartları da zorlayarak onun ve ablasının eğitimine her şeyden çok önem veriyor. Ablası çalışkan olduğu için İtalyan Lisesi’ni tam bursla okuyor. Babası, Şair Nedim İlkokulu’ndan sonra onu bir gün karşısına alıp, “Seni de İtalyan Lisesi’ne göndermek istiyorum, ama durumumuzu biliyorsun. Ne yapalım sınavları kazanmayı deneyelim mi?” diye soruyor. O yaz ablasıyla kafa kafaya verip çalışıyor ve ilk sene yarı bursla İtalyan Lisesi’ni kazanıp sonraki yıl yüzde yetmiş beş bursla dört sene okuyor. Liseyi iki sene Kabataş Lisesi’nde okuyup babasının tayiniyle Çorlu Lisesi’nden mezun oluyor. O yıllarda ısrarla yurtdışına gitmek istiyor. Arkadaşlarına imreniyor, ama ailesinin imkânları yetmediğinden bu arzusunu içine atıyor. Sene 1969. ODTÜ İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nü kazanıyor. Ne saadettir gençlik! Öğrenci olarak parlak bir öğrenci olmadığını söylese de anlaşılıyor ki ilk iki yıl ayrı şehirde yaşamanın tadını çıkartmış. Kısaca bir şeyi elde etmesi için kendisinin istemesi gerekiyor, üçüncü yıl asılıyor derslere. Türkiye’nin tarihi birçok olayı onun deyimiyle “demokrasi kalesi” ODTÜ’de de acı tatlı anılarıyla yaşanıyor. “1975 senesinde mezun olduk” diyor, ama boykotlar nedeniyle mezuniyeti 1 sene gecikiyor. Aktaş, “Hepimizin kendine göre gerçekleri vardı, futbol oynadığım, İstanbul’a seyahat ettiğim birçok arkadaşım yurtdışına kaçtı. O dönem fraksiyonların çatışması vardı. Aynı görüşte olanlar da bile. Ama günün sonunda ne görüşten olursa olsun sırt sırta dayanan gençleri, aynı evde kalıp farklı görüşleri savunanları da görürdük. Üniversitenin avlusunda deliler gibi maç da yapardık, masa tenisi de oynardık, çimenlere oturup güneşlenirdik de.

Yanlıştı, doğruydu, gençlikti tüm bunlara bakacak olursak, Türkiye yaşaması gereken bir dönemi geçirdi. Nasıl ki gençliğinin hakkını tam veremezsen olgunlaşamazsın, Türkiye de eğer o yıllarını yaşamasaydı bugünkü olgunluk yıllarına ulaşamazdı.

Değişen konjonktürde devletler kendilerini dünya düzeni içinde belli bir arayışa sokuyorlar ve şartlar çerçevesinde şekiller değişebiliyor. Türkiye yeterince olgunluk mertebesine ulaşamadı, ama mutlaka ulaşacak! İşte bu da eğitim düzeyimizin yüzde doksanlara ulaştığı zaman gerçekleşecek. O zaman doğru kararlar verecek, seçimlerde doğru oylar kullanacak” diyerek anlatıyor o yılları bir eğitim gönüllüsü olarak. Kendine özgü stiliyle samimi duygularını da paylaşmadan edemiyor. Bir nevi beni de soru sormaya yüreklendiriyor. “Çok hoşuma gitti bu sohbet, vallahi terapi gibi geldi” diyerek anlatmaya devam ediyor.
Mezun olduktan sonra ne yapar insan, önce baba ocağına gelir değil mi, o da öyle yapıyor. “Ne istediğini bilen bir kişi neden kendi işini kurma girişiminde bulunmaz?” diyerek kurcalıyorum. Gülerek, “Bak o da enteresandır” diye anlatıyor. Üniversite sonrası hemen askerliğe yazılıyor. Eskiden kimse askere hemen alınmazmış. İki yılı nasıl geçireceğim diye de kara kara düşünüyor. Rahmetli babası memurluktan emekli olunca Çorlu’da yaşamaya devam ediyor. Tekirdağ’da bir un fabrikasında yönetici olarak çalışıyor. Aktaş, döneli bir hafta olmadan, babasının patronu ile tanışıyor. “Üniversite mezunusun. Boş durur mu erkek adam” diyerek, daha düşünmesine fırsat vermeden ikinci müdür olarak işe başlatılıyor. “Sabah Çorlu Meydanı’nda bir fırın var oraya git. Kırmızı bir Dodge kamyonet göreceksin. Ona bin fabrikaya gelirsin. Aman ha… Öne otur, sen müdürsün” diye de ikaz ediyorlar (gülüyoruz). O işini ciddiye alarak “yüce bilge google”ın olmadığı o dönemlerde işini titiz ve bilimsel yapmak için ansiklopedi karıştırıp metrekareye düşen yağış miktarlarını araştırıyor, ama nafile, iş onu heyecanlandırmıyor. Tekfen İnşaat’ta çalışan ODTÜ’lü bir ağabeyini ziyaret ediyor. Bir yandan yurtdışına gidip eğitimine devam etmek istiyor, ama babasının gelir durumu belli. Bunu ancak ülke dışında çalışarak yapabileceğine inanıyor. Anlayacağınız boş duramıyor. İnşaat mühendisi ağabeyine “Ne yapacağım?” diye danışıyor. “Dubai’de bir yol inşaatımız var, seni oraya gönderelim” diyor abisi. Bu sefer sevinç ve şaşkınlıkla karışık “Ben ne iş yaparım inşaat işinde?” deyince idari işler müdürlüğü teklif ediliyor. “Hadi bakalım hazırla pasaportunu bir haftaya kadar gidersin” deniyor. Heyecan-lanıyor tabii, iş buluyor, hem de yurtdışında… “Çorlu’ya döndüm, Aileme yemekte söyledim.” İş bulup yurtdışına gitsin de neresi olursa olsun diye düşünürken annesi ne yapıp ediyor, dayılarını çağırıp gitmemesi için ikna ortamını hazırlıyor. Dayıları o zaman Perşembe Pazarı’nda demir ticareti ile uğraşıyorlar. İşleri iyi. Konu dönüp dolaşıp bu meseleye geliyor ve “Çorlu’da bir dükkan açarsın. Bir ayağın da Perşembe Pazarı’nda olur. Hem kendi işin olur hem ticarete atılırsın.” diyerek onu ikna ediyorlar. Üç yıl bu işte esnaflığı, kendinden küçüğe “abi” demeyi, kısaca ticareti yerinde yaşayarak öğreniyor. Ama yine onu tatmin etmiyor.

Kurumsal şirketlerde çalışıp, profesyonel iş hayatında ve sosyal yaşamında etkili bir imaja sahip olma arzusu sürekli bir şeylerin eksikliğini hissettiriyor.

Bir gün askere çağırılıyor. Kısa dönem yapma fırsatı varken hakkını vererek on sekiz ay Manisa’da askerliğini yedek subay olarak yapıyor ve çok keyif alıyor. Ailesinde çok sayıda asker olması nedeniyle askerlikte çok mutlu olup hiç yabancılık çekmiyor.

Bu yaşanılası dünyanın ocaklarında aklın, gücün, güzelliğin ışığı yanar da sevginin ışığı sönük mü kalır?

Aktaş, bir iş görüşmesi için Ankara’ya gidiyor. Kader bu yaa… Yolda çocukluk arkadaşı İnci Hanım’ı görüyor. Sanki bir parçasını bulmuşçasına seviniyor. “Bir pastanede oturup konuşalım” diyor ama İnci Hanım’ın dersi var. Dersten sonrasına söz alıyor. İş randevusu, sözleştiği saate denk gelince iş görüşmesine gidemiyor, ama evlenme teklifine evet yanıtını alıp yüreğinde gülümsemeyle dönüyor İstanbul’a. 1980’lerde başlayan ihracaat seferberliği ile üniversitede koyduğu yurtdışı hedefi nihayet gerçekleşiyor ama insana sen misin bu kadar isteyen dercesine… Evlilik hikâyesini, detaylarıyla İnci Hanım’dan dinliyorum. 30 Ağustos 1980’de evleniyorlar. İnci Hanım okulu bırakıp evlendikten sonra Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanarak öğrenciliğine İstanbul’da devam ediyor. 12 Eylül’de darbe oluyor. 17 Eylül’de Daimler Benz’de işe başlıyor ve ihracat departmanı görevlisi olarak Irak’a gidiyor. Süha Aktaş’ın sözleriyle “İtalyan Lisesi’nde okumam yabancılarla teşrikimesai içinde olmamı sağladı. ODTÜ’nün bize verdiği özellik ise esnek düşünebilme kabiliyetidir. İnsanın kendini gelişen olaylara göre revize edip yeniden pozisyon alabilme becerisini verir üniversite. Şimdi o vizyonu ben ODTÜ’den aldım. O çerçevede de ihracata yöneldim ve yurtdışı çalışmalarıma ilk Daimler Benz’de başladım. Bana göre alanında bir numaradır. İki yıl boyunca Irak’a otobüs sattık. O süre boyunca Bağdat’ta yaşadım ama diğer şehirlere de sürekli seyahat ettim.” 10 günlük diye çıktığı bir seyahatten elli altı gün sonra dönüyor. İlk oğlu Murat’ın doğumuna ancak son gün gelebiliyor. Doğum sonrası bir hafta kalıp Bağdat’a geri dönüyor ama iki oğlunun adını da (Fırat) futbol kulübünü de o belirliyor. Beşiktaş Futbol Kulübü’nün gençler takımında oynayan ve ‘çarşı ruhu’nu taşıyan Aktaş, takımına iki dinamik taraftar kazandırmış oluyor.
1982 yılında ihracat seferberliği tabir yerinde ise patlıyor. Büyük firmalar bu işe el atmaya başlayınca RAM Dış Ticaret’in (Koç Grubu) o zamanki Genel Müdürü Doğan Sılay’dan Aktaş’a iş teklifi geliyor. Süha Aktaş, bir prensibini hep uyguluyor. Hemen bu teklifi alınca o zaman Daimler Benz’deki Genel Müdürü Haluk Gönençer’den icazet alıyor. Aktaş, Mart 1982’de RAM’a satış müdürü oluyor. İtalyancam, İngilizcem var diye Avrupa hayali kurarken RAM onu İran’a gönderiyor. Irak’ın savaştığı ülkeye. O dönem Turgut Özal Hükümeti’nin ihracata verdiği önem, yüzde 10-12’ye varan vergi iadeleri ile on şirket Türkiye’nin tüm dış ticaretini yapar hale geliyor. (Koç, Enka, Tekfen, STFA, Eczacıbaşı, Borusan vd.)
Koç Topluluğu’nda dile kolay on altı sene üst düzey pozisyonlarda çalışıyor ve dış ticaretteki sayısız ilklerin lideri ve kurucusu oluyor ve diyor ki, “Bugün bileğimi kesseler Koç kanı akar, yani o kadar kanımıza işledi.” İran’da kaldığı beş sene sonunda biriken güzel dostluklar ve anılarla merkeze geri dönüyor, ama Turgut Özal’ın dış ticaret şirketlerini de yönlendirmesiyle Aktaş, 1986 yılından başlayarak 5 sene boyunca sürekli Sovyetler Birliği’ne ticari ziyaretlerde bulunuyor. Bu ziyaretlerin sonucunda yönetime, Moskova’da şirketleşmeyi öneriyor. Yönetim öneriyi beğeniyor ve şirketi kurup, başına geçmesini istiyorlar. Koç Topluluğu’nun Rusya Federasyonu ve BDT ülkelerinde kurduğu ilk şirket RAMTORG (1992) oluyor. Fikri veren kişi olduğu için, genel müdür olup iki sene de Moskova’da yaşıyor. Hız tutkusuna atıfta bulunarak, kariyerinde başarıyı hızlı yakaladığına değinsem de bunun pek de öyle kolay olmadığını anlıyorum.  O sadece hızlı araba kullanmak ve hiçbir şeyi sürüncemede bırakmaktan haz etmediği için hızlı karar alma becerisini dile getiriyor. Onu tanıyanların hız merakından korktuğu için arabasına binememeleri son birkaç yıldır onu bu keyfinden de mahrum bırakmış. Profesyonel çalışma hayatını ve muazzam yönetici profilini öyle kolay kazanmıyor aslında. İran-Irak Savaşı, Yeltsin’in darbe için tanka çıkışı, Çavuşesku’nun Bükreş’te devrilişi, Beyaz Ev’in bombalanması gibi olayları çok yakından yaşıyor. Ailesinden uzakta olan Aktaş da onca yılın ardından artık merkeze dönmek istediğini ilk kez dile getiriyor. Koç Ailesine ve işine çok derin duygularla bağlı ama öncelikli nedeni artık eşi ve çocuklarının yanında olmak istemesi. Fakat yönetim onu iki yıl daha Ramstore projesiyle ilgili yurt dışında kalması için ikna ediyor.
Daha sonraları Vehbi Koç ile Süha Aktaş’ı biraraya getirecek bu proje, olumlu bir başlangıcın da öncüsü oluyor. Süha Aktaş RAMTORG’un genel müdürü, ama holdingin bölgedeki diğer dış yatırımları için de araştırmalar yapıyor. Migros yönetiminin de isteğiyle hiç kolay olmayan bir araştırmaya başlıyor. Moskova’ya Migros (Ramstore) açılacak. Raporu yönetime sunuyor ama yeterli bulunmuyor. O zaman her köşe, sokak mafyaları ile tutulmuş… Bırakın istatistikleri sıradan veriler bile yok. Hatta uzun soluklu bir çalışmanın ardından ikinci rapor “Böyle fizibilite mi olur!” diye yine kabul görmüyor. Koşullar aynı olmadığı için İstanbul Moskova’nın halinden pek anlamıyor. Şarık Tara Vehbi Koç’un kadim dostlarından biri. Bir gün Ram Dış Ticaret’in  Genel Müdürü Hasan Bengü’den Aktaş’a bir haber geliyor. “Biz Vehbi Bey ile Moskova’ya geliyoruz. St. Petersburg, Kiev, Minsk bir iş turu yapacağız.” Süha Bey hem şaşırıyor hem heyecanlanıyor. 92 yaşındaki Vehbi Bey, Şarık Bey’in ikna etmesiyle “Moskova’yı bir göreyim” demiş. Çok keyifli ve verimli geçen bu iş gezisinin sonunda geçen ilginç bir olayı da Aktaş şöyle anlatıyor; “Vehbi Bey, İstanbul’a dönmeden önce ‘Gel bakalım Müdür Bey, sana bir not yazdıracağım sen de bunu İstanbul’a göndereceksin’ dedi. ‘Peki’ deyip kâğıdı kalemi alıp yazmaya başladım. ‘Geldim, gördüm, izledim. Çok büyük bir ülke, aslında komşuları olan diğer ülkeler de Rusya’nın bir kopyası. Bu arada buradaki Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle sıkı ilişkiler kurmak lazım, yabancı lisan bilen herkesle iyi ilişkiler kurmak lazım, çünkü bu insanlar ileride Rusya’nın büyük tüccarları olacaklar. Bu arada bizim Migros işine gelince Şarık Bey sağ olsun, beni Moskova Belediye Başkanı Yuri Lujkov ile de tanıştırdı. Kendisiyle bir toplantı yaptık. 3 günün sonunda şunu anladım ki, bu ülkede fizibilite mizibilite olmaz! Üç dört sene daha olmaz, buraya üç dört milyon dolar koyacan ve unutacan! Ben bugün yola çıkıyorum, bu mektup benden önce size gelecek, gelince tekrar değerlendirme yaparız, hepinizi gözlerinizden öpüyorum.’” Mektubu Suna Koç’a yazıyor ama “Tüm aileye ve üst düzey yöneticilere de ilet” diyor. Aktaş, “Yemin ediyorum içimden derin bir ohhhh çektim” diyor. Vehbi Koç yazılanı okumasını istiyor. Aktaş, “…Bu ülkeyi gördüm burası üç dört sene daha böyle devam eder. Burada herhangi bir fizibilite mümkün değildir.”
-Vehbi Koç “Müdür Bey, ben sana ne dedim, sen ne yazmışsın” diyor.
-“Efendim fizibilite mümkün değildir” dediniz.
-“Hayır Müdür Bey, ‘Bu ülkede fizibilite mizibilite olmaz’ dedim, aynen yazacaksın” diyor.
“Tek kelimeyle muhteşem bir insan! Onun için büyük adam. Allah rahmet eylesin Vehbi Bey bu çalışmaların sonucunu göremeden vefat etti” diye sürdürüyor Aktaş sözlerini…
Ramstore ilk Bakü’de kuruluyor ve Aktaş Genel Müdürü olarak Bakü’ye yerleşiyor. Bakü’ye gelirken “2 yıl kalır, Ram Store’ları açıp düzene koyduktan sonra diğer ülkelere yönelmek isterim” diyor açık açık… Süha Aktaş’ın şirket yüzlerce üniversiteli gence istihdam sağlıyor. İşe alımlarda mağazanın ismi için geliştirdiği yöntemle “Ramstore” ismininin belirleyicisi oluyor. Bizim Migros ile tanıştığımız Ramstore’un ikonu kangurunun yaratıcısı da o oluyor. Ardından “Sen biraz daha kal, 4-5 mağaza daha açacağız” denilince o gün sabah beşe kadar düşünüp hayatının kararını vererek istifa mektuplarını hazırlıyor. 10:30 uçağıyla İstanbul’a dönüyor. Dönüş o dönüş. Pişman değil ama kırgın… Veda ziyaretinde Rahmi Koç’un içten sözleri, yıllarca verilen emeğin sonucu olarak onun için hala çok önem taşıyor. Bu ayrılış hikâyesi ve sonrası ayrı ayrı hikâyeler ama özetlersem 1996’da Lukoil ilk onun liderliğinde Türkiye pazarına giriyor. Türkiye genel müdürü olarak da Petrol Ofisi’nin ilk özelleştirme dosyasını alıp inceleyen kişi oluyor. Ardından İş-Doğan Petrol’de genel müdürlük, bir yıl kadar Petrol Ofisi’nde yöneticilik yaptıktan sonra konsorsiyumun bitmesiyle nerede devam etmek istediği soruluyor. O da İş Bankası ağırlıklı bu görevlerde olduğu için “Uygun görülürse İş Bankası bünyesinde devam etmek istiyorum” diyor ve Türk denizcilik sektörü, profesyonel, Türkiye’nin lider şirketlerinde üst düzey yöneticilik yapıp önemli sorumluluklar almış bir “dış ticaret kurdunu” kazanıyor. Yine İstanbul’dan uzakta, Gemport Liman İşletmeleri’ne önce genel müdür olarak başlıyor, şimdi yönetim kurulu başkanı. Bugün Türkiye’nin ilk özel limanı Gemport, uluslararası standartlarda hizmet veren modern bir araç ve konteyner limanı. 2009 yılı sonunda liman, 650 000 TEU’luk bir kapasiteye, 1 000 metre rıhtım boyuna ulaşarak Süper Post Panamax gemilerin yanaşacağı bir liman olacak. Aktaş, bu görevine ek olarak 2007 yılında Nemtaş Denizcilik’in de yönetim kurulu üyesi ve genel müdürü olarak görev alıyor ve bugün İstanbul, İzmir, Gemlik arasında mekik dokuyor. “Profesyonel ve nitelikli ekibimizle istikrarlı ilerliyoruz” sözünden de anlaşılacağı üzere kendine güvenen bir lider olan Aktaş, iki kurumun da üst düzey yönetimini aynı anda sürdürmeye devam ediyor. Böylece Türkiye’nin önde gelen kurumlarında edindiği tecrübesi denizcilikte de kendini gösteriyor. Nemtaş kuruyük filosu ile bugün Türkiye’nin Türk bayraklı ilk dört firması arasında. Hedefi her yıl yüzde 20 büyümek ve 10 yaşın altında bir filoyu büyüterek yönetmek. Aktaş, İş Bankası grup sinerjisini yakalamak adına bir “lojistik grubu” oluşturmak için de büyük çaba sarfediyor.
Bu kadar işin arasında yorulmadığını biliyorum, ama kendini nasıl taze tuttuğunu da merak ediyorum. O da denizcilik eğitimini ve genç denizcileri destekleyen projelerini paylaşıyor. Tenis ve bilardo önem verdiği hobi faaliyetleri arasında. Şimdi ise en büyük tutkusu rüzgârla yarışmak! Aktaş bu tutkusunu işiyle birleştirerek, İtalyan armatörlerden esinlenip, Türkiye’de ilk yelken takımını Nemtaş adına kuruyor. Nemtaş yönetim kadrosunun mesleki yaş ortalaması 20 yıl, çoğu yelkenci. Ekip güzide 11 kişiden oluşuyor. Süha Aktaş’ın görevi ise “skipper”lık. Ama yeri geldiğinde, “Kritik durumlarda dümeni genel müdür yardımcılarıma verip onların talimatlarını alıyorum. Arabacılık da yapıyorum, büyük keyif doğrusu…” diyecek kadar da açık sözlü. Ayrıca bunun ekip çalışması için son derece sağlıklı olduğunu da düşünüyor. Hatta sponsorluk adına birçok teklif aldıklarını ekleyince, ben de geçen yarıştaki birinciliklerini ilk MarineDeal News’te yayınladığımızı hatırlatıyorum. Aktaş ise bunun üzerine, “Kalpten söylüyorum, lütfen aynen yaz, MarineDeal News ile birlikte sektörümüz basınına çok ayrı bir renk gelmiştir, böyle bir ihtiyaç vardı. Başarılarınızın devamını diliyorum” diyor.

[/membership]

Bunu Paylaşın