“Bugün durup sakin kafayla geriye baktığımda, çok mutlu bir aile ve iş hayatım olduğunu görüyor ve şükrediyorum. Özlem’le el ele kurduğumuz hayat, yetiştirdiğimiz çocuklarımız, Onur’la kurduğumuz ve ekip olarak ülkenin en kârlı ve ikinci büyük boya firması hâline getirdiğimiz Jotun, (…) dokunduğum hayatlar, yetişmelerinde katkım olan başarılı gençler…”
Bu satırlar, Jotun Boya’yı Türkiye’ye kazandıran, gençlere ilham veren, Cumhuriyetimizin değerlerine sımsıkı bağlı bir liderin, Şükrü Ergün’ün kaleminden dökülen içten sözler. Ceres Yayınları’ndan çıkan ve geçen ay kitabevlerinde yerini alan “Hayatımı Kendim Boyadım” adlı kitabı bir solukta okudum. Şükrü Abi’nin, samimiyetle “Abim” dediğim bu değerli insanın kaleminden çıkan her kelime, okuyanlarda eminim bir iz bırakacak. Elinize aldığınızda bırakamayacağınız, bir sonraki sayfada ne yazdığını merak edeceğiniz bu kitap, genç Cumhuriyetimizin önemli bir dönemini de gözler önüne seriyor. Kitaptan alıntıladığım üstteki bölüm, onun hayat felsefesini ve dokunduğu hayatlara verdiği değeri özetliyor.
İyi bir aile ortamında yetişmek, olaylara o zamanın şartları içinde yorum yapabilmek, eğitim hayatında özgüven ve cesaretle yapılan hamleler, zorluklara karşı koyabilmek iradesi, aile kurmanın önemi ve ailenin, kadının toplumsal hayattaki yeri kitap içinde esas alınmış. Millî ruhu haiz Türk vatandaşı nasıl olunur? Şükrü Ergün’ün ilmek ilmek dokuduğu yaşamında tarifi net çizilmiş.
Şükrü Ergün’ü, sektöre girdiğim 1998 yılında Dildar Tanıtım ve Halkla İlişkiler’de çalışırken tanıdım. O dönemde 21 yaşında bir genç olarak, onun tatlı-sert nasihatlerinden, dürüst ve adil duruşundan çok şey öğrendim. Yıllar sonra, 2008’de hayâlim olan MarineDeal News yayın hayatına başlarken de portresini yazmayı istemiştim. Kabûl etti ve “Portre” köşemizde yayımlamak, benim için bir gurur vesilesi oldu. Zira, kitabında yazdığı gibi, “dokunduğum hayatlar, yetişmelerinde katkım olan başarılı gençler” arasında, naçizane kendimi de görüyorum. Türk denizcilik sektöründe profesyonel çalışırken ve sonrasında girişimci de olup sorumluluklarım daha da artınca ticaretin zorluklarıyla tanışmaya başladım. İş yaşamımın emekleme dönemini aşmamda çok kıymetli büyüklerimin desteğini hep hissettim. Sağlam ama tatlı sert duruşlarıyla bakış açımızın derinleşmesine katkıları ve emekleri büyük oldu. Şükrü Ergün de bir öğretmen titizliğiyle ilgisini bizden hiç esirgemedi. Bu neslin şefkatine mazhar olmak gerçekten büyük şans ve minnettarım. Kitabında kendisinin de türlü zorluklarla karşılaştığını okuyacaksınız, kendisine de büyüklerinin rehberlik ettiğini, esasen bu kuşaklararası dayanışma kültürünün toplumun sağlıklı şekillenmesinde ne denli önemli olduğuna siz de ikna olacaksınız.
Demem o ki, Şükrü Ergün, Jotun Boya’yı Türkiye’de bir başarı hikâyesine dönüştürürken, aynı zamanda gençlere de rehberlik etti, ektiği iyilik tohumları serpilip tüm dünyaya yayıldı. Kitabında, zorluklarla dolu bir yaşamı, ilkelerinden taviz vermeden ama esprili bir zarafetle nasıl renklendirdiğine tanık olacaksınız. Türkçe’ye olan sevgisi, sade anlatımı ve ince esprileri, kitabı okurken yüzünüzde eminim tebessüm bırakacak. İnanın ben çoğu anısını okurken sesli güldüm.
Cumhuriyetimizin kurucu değerlerine bağlılığı, denizcilik sektörüne katkıları ve “denizci ülke olmalıyız” şiarına olan inancı, her satırda hissediliyor. Çocuk yaşta Emniyet Müdürlüğü kütüphanesinin tozunu yutarak kitap kurdu oluşu, Galatasaray Lisesi, nam-ı diğer Mekteb-i Sultani’yi tüm itirazlara rağmen kendi iradesiyle seçmesi, onun sağlam kişiliğinin şekillenmesinde önemli rol alıyor.
Jotun Ailesi tarafından düzenlenen veda gecesinde sevdiklerine hitaben yaptığı o duygusal konuşmasındaki şu sözleri anlamlı bulup sizlerle de paylaşmak istedim. Şükrü Abi’nin her cümlesi okumaya değer; ama bir cümlesi, benim tanıdığım Şükrü Ergün’ün hayatının özünü taşıyor.
“(…) İçinde işini iyi yapmış olmanın huzurunun yanında sizlerden ayrılacak, sizleri her gün göremeyecek olmanın burukluğunu yaşıyorum. (…) Büyük Atatürk’ün ‘Gençliğe Hitabesi’ sizlere rehber olsun. Beni unutmayın, zira ben her birinizi hayatımın sonuna kadar hatırlayacağım.”
“Hayatımı Kendim Boyadım”ı mutlaka edinin. Şükrü Ergün’ün hikâyesinde, kendi yaşam yolunuzu rengarenk boyamak için mutlaka bir ilham bulacaksınız.
Sevgili Şükrü Abi, kalemine ve yüreğine sağlık. Umarım yazmaya devam edersin, çünkü senin sözlerin, dokunduğun hayatlar gibi, unutulmaz.
***
Korumaya muhtaç bir sektörün jeopolitik labirenti
Türk gemi inşa, tamir ve bakım sanayi denizcilik sektörünün temel taşlarından birini oluşturuyor. Ancak, sektörün karşı karşıya olduğu jeopolitik ve ekonomik fırtına, sürdürülebilirliğini tehdit ediyor. Artan maliyetler (yüzde 400’ü bulan), hammadde tedarik sorunları, yüksek işçilik giderleri ve baskılanan döviz kurları, Türk tersanelerini uluslararası rekabette dezavantajlı konuma itiyor. Geçmiş siparişlerin 2025 teslimatlarıyla sağlanan ihracat başarısı, sektör paydaşlarınca gelecek yıllarda tekrarlanabilir olmaktan uzak görünüyor. Sektörde umutsuzluk hâkim; kalifiye personel başka alanlara kayarken, meslek okullarının azalmasıyla nitelikli ara elaman sıkıntısı her geçen gün artıyor. Sektörel birikim ve uzmanlık eriyor. Bu tablo, bırakınız uluslararası arenada adil rekabet etmeyi, tersaneciliğin sürdürülebilirliğini hem zora sokuyor hem “know-how” kaybı alarm veriyor.
Ulaştırma Bakanı Uraloğlu’nun Türk deniz ticaret filosunun (Türk sahipli ama yabancı/kolay bayraklı) dünya sıralamasındaki yerini övmesi, son 15 yılda Türk sahipli Türk bayraklı filonun erimesini göz ardı etmesi nedeniyle inandırıcılıktan uzak. Sektör, 7-8 farklı bakanlıkla muhatap olmanın bürokratik yükünden ve denizcilik ihtisasından yoksun bürokratlarla iletişim zorluklarından muztarip. Denizcilik Bakanlığı talebi yıllardır dillendirilirken, UAB Denizcilik Genel Müdürü Ünal Baylan’ın TLV ve İTÜ ev sahipliğinde 16 Eylül’de gerçekleşen “Bilim ve Endüstrinin Kesişiminde Denizcilik: Vizyon ve Uygulamalar Sempozyumu”nda Deniz bakanlığı yerine bir “Deniz(-cilik) Başkanlığı” müjdesi vermesi; ne zaman, yetki ve kapsam çerçevesi ne olacak sorularını akıllarda sıralıyor.
Trump-Erdoğan Zirvesi’nde Türk gemi sanayi için somut bir kazanım elde edilememiş görünüyor. Türk-Amerikan ilişkileri, tarihsel krizlerle (Küba Krizi, Johnson Mektubu, Trump'ın diplomatik etikten yoksun mektubu, CAATSA yaptırımları vb.) zaten zedelenmişken, 1980 Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması (SEİA) ise fiilen tek taraflı bir yükümlülüğe dönüşmüş durumda. ABD’nin TSK modernizasyonuna desteği kesmesi ve yıllardır PKK ve bölgedeki tüm türevi örgütlere yardımları, müttefiklik kavramını kâğıt üzerinde bırakıyor. Zirve’de LNG ithalatı için imzalanan iyi niyet anlaşması (MoU), şimdilik Türk sanayisine doğrudan katkı sağlamaktan uzak; aksine, Türk halkının cebinden çıkacak maliyetleri artırabilir çünkü pahalı. Türk ticaret filosunda LNG gemileri bulunmazken, FSRU tesislerine yapılan yatırımlar bir nebze de olsa öne çıkıyor. Türk Akım projesi gibi fırsatlar veya Türk armatörünün deniz ticareti pastasından alacağı pay İngiltere ve ABD’nin (OFAC) yaptırımlarıyla engelleniyor; Yunan armatörler “gölge filo”yla pastayı kaparken, Türk armatörler kısıtlamalarla boğuşuyor. Türk Dışişleri’nin bu konuda sessiz kalmaması, sektörün haklarını savunmada ön alması bekleniyor. (OFAC, Rusya ve İran gibi ülkelerin yaptırımlarını ihlâl eden Türk armatörlere ve nakliye şirketlerine yönelik baskı uygulayarak, ABD limanlarına erişim kısıtlamaları ve finansal cezalarla uluslararası ticarette zorluklar yaratmaktadır. Bu yaptırımlar, Türk denizcilerin uluslararası işbirliklerini engelleyerek, sektörde ekonomik kayıplara ve alternatif rotalara yönelmeye neden olmaktadır.)
Hâl bu iken, ABD’ye karşı “müttefiklik ruhuna uymayan” tepkiler göstermemiz en doğal hakkımızdır.
Türk gemi sanayii, ekonomik ve jeopolitik darboğazda sıkışmış durumda. Hükûmetin bürokratik çözümsüzlüğü, bütüncül deniz ve denizcilik alanında stratejik vizyon eksikliği ve uluslararası platformlarda sektörü savunma konusundaki etkisizliği, Türk armatörünün, tersane işletmelerinin rekabet gücünü anbean eritiyor.
Denizcilik Bakanlığı veya Denizcilik Başkanlığı gibi öneriler, somut ve etkili adımlara dönüşmeli kâğıt üzerinde kalmamalı. Zirvelerdeki “iyi niyet” anlaşmaları, Türk halkının sırtına yük bindirmek yerine, önce o yükü almalı. Türk denizciliğinin geleceği ise 21’inci yüzyılda acil ve kapsamlı bir stratejiye kavuşmalı.
Ez cümle: Sektör, jeopolitik labirentte yönünü bulamıyor; hükûmetin övündüğü başarılar, gerçek sorunları örtbas etmekten öteye geçmiyor.
***
Büyük Atatürk'ün Türk milletine armağanı Cumhuriyet Bayramımız pek kutlu. Birlik ve beraberlik içinde bu yıl da rengârenk giyinip çoşkuyla kutlayalım.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.





