
Tarihsel araştırmalar, Anadolu’ya gelişimizin 8’inci yüzyıl hatta daha öncesine dayandığını ortaya koysa da biz resmi tarih olarak 1070 yılını başlangıç kabul etsek bile yaklaşık 2000 yıllık bir süreçte denizciliğimizin, devlet yöneticilerinin kişisel gayretleri dışında, yeterince gelişmediğini görmekteyiz. Bana göre, bunun temel sebebi, vergi ve ganimet almanın denize kıyasla karada çok daha avantajlı olmasıdır.
O yıllarda, denizde kazandığınız bir savaşın sonunda yalnızca düşman donanmasını yok etmek mümkün oluyordu. Ancak bu kazanımı bir devlet politikası hâline getirip deniz yollarını kontrol altına almak düşünülmediğinde, bu zaferler uzun vadeli bir sonuç yaratmıyordu. Öte yandan, karada bir zafer kazandığınızda, düşman devletin gücünü yok edip onu belirli şartlarla vergiye bağlamak daha uygun bir strateji olarak benimsenmiştir. Bu strateji, Orta Asya’dan beri süregelen bir anlayış olarak Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde de uygulanmıştır.
Yetersiz politikalar ve İnebahtı mağlubiyeti
Osmanlı Türk İmparatorluğu da geçmiş devletlerin mirasçısı olarak bu stratejiyi uygun görmüştür. Özellikle 1450 yılına kadar bu stratejinin işlerliği olağandır; çünkü sınırların güvenliği kara yönünde genişlemekle sağlanabiliyordu. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk ve son büyük hükümdarlarından biri olan Fatih Sultan Mehmet, deniz gücünün devletin yükselmesi için elzem olduğunu anlayan ilk liderdi. İstanbul’un fethi sırasında yardım gemilerinin Haliç’e kolayca girebildiğini görmesi, Fatih’in donanmanın eksikliğini fark etmesine neden olmuştu. Bu nedenle, fetih öncesinde Karadeniz’den gelebilecek gemilere karşı Rumeli Hisarı’nı inşa ettirmiştir. Ayrıca kuşatma sırasında Osmanlı dönemi Türk Donanması’nın yetersizliğini bizzat deneyimlediği için çok öfkelenmiş ve 1455 yılında daha güçlü bir deniz gücü oluşturmak amacıyla Taşkızak/Haliç Tersanesi’ni kurdurmuştur.
Gerçek anlamda kara ve deniz güçlerinin bir bütün hâlinde İmparatorluğun yükselmesinde önemli bir adım olduğu bu tarihte oluşmuştur. O dönemde özellikle Anadolu’nun sahil kesimlerinden denizciliğe adımların atıldığını görmekteyiz. Selçuklu Devleti’nde var olan ama organize olamayan denizciler Donanmaya katılmışladır. Keza devlet kontrolünde korsanlar da bu dönemde artmıştır. Örneğin Kemal Reis’in Akdeniz’deki başarıları Anadolu Türklerinin denize olan ilgisini artırmıştır. Fatih Sultan Mehmet, bir deniz gücü yaratılmasında ve Türklerin denize ilgilerini deniz alaka ve menfaatleri doğrultusunda anlayan bir devlet adamıdır.
Bu oluşum 1455-1571 yılları arasında daha da gelişse de İmparatorluğun stratejik hedeflerini ele geçirmede bir devlet politikası olarak yeterli bir gelişim gösterememiştir. Garp Ocakları’nın devlete denizcilik katkısı bir süre sonra Cezayir eyaletinin kendi çıkarlarına uygun bir korsan yuvası hâline gelmiştir. Bunun temel nedeni, kara odaklı hâkimiyet kurma anlayışı ve kara gelirlerinin daha kolay elde edilmesidir. Zaman içinde bilim ve dünya siyasetini takip edememe, denizlerin öneminin anlaşılmasına rağmen cesaretli adımların atılmaması ve özellikle 1571 İnebahtı Deniz Mağlubiyeti, devlet bütçesini sarsmıştır. 1571’den sonra Donanma yalnızca Hac konvoylarını korumak için kullanılmaya başlanmıştır.
Aslında İmparatorluk 1571 yılında çökmeye başlamıştır. Maalesef tarihçilerimiz bile deniz gücü kavramını tam olarak benimseyemedikleri için kara odaklı duraklama ve gerileme dönemlerini öne çıkarmışlardır. Çöküş 1571’dir. Geri kalan 350 yıl, Avrupa’nın birbirleriyle olan anlaşmazlıkları sayesinde uzamıştır. Mavi Vatan o dönemde de vardı. Günümüzde Mavi Vatan kavramını dile getiriyorsak geçmişte Mavi Vatan’ın yok oluşunu da irdelememiz gereklidir.
Ben ve birçok denizciliğe gönül vermiş denizciler bu konuyu hep dile getiriyoruz. Ama açıkça söylemem gerekirse, diğer kesim günlük yaşıyor. Şu gerçeği artık anlamak gerekli: Birleşik Krallık ve ABD deniz alâka ve menfaatlerini iyi kullandıkları için geliştiler. İspanya, Fransa, Portekiz denizci devlet oldukları için dil ve kültürleri dünyanın her yerinde var. Almanya ve Rusya denizci devlet olamadıkları için iki dünya savaşında ağır yaralar aldılar. Rusya hâlâ toparlanamıyor, denizlere kavuşamıyor.
1571’den sonra Türklerin denizlerden çekildiği ve yerini Hristiyan tebaanın aldığı görülmektedir. İlk Bahriye Ticaret Okulu Hidra Adası’nda açılıyor. Çeşme Faciası’ndan sonra Deniz Harp Okulu kuruluyor (1773). Navarin Baskını’ndan sonra Bahriye’de Hristiyan tebanın çalışması yasaklanıyor. Yakın tarihimize iyi bakalım: Balkan Harbi’nde üç ay içinde Ege Adalarını ve Çanakkale’de bir nesli kaybettik. Nedenini bir öz eleştiri hâlinde ortaya koymalı ve kimlerin ele aldığını iyi analiz etmeliyiz.
Cumhuriyet ve Atatürk döneminde denizciliğin yeniden doğuşu
Büyük Önder Atatürk, küller içinden bir kıvılcım ve ateş çıkararak yeni bir donanma kurdu. Çünkü o, deniz gücünün önemini kavrayan tek adamdı. İmparatorluk döneminde karşı koyanlar gibi, onun zamanında da silâh arkadaşları bile bu vizyona karşı çıkmalarına rağmen üç şeye öncelik verdi: Şeker, çimento ve donanma. Bu vizyonu sözde değil, özde kavrayan Mavi Vatan kuramcılarına ihtiyacımız var.
50 yıl içinde denizci bir Türkiye, sınırlarını koruduğu gibi uluslararası diplomaside de çok önemli bir söz sahibi olur. Bu kadar açık ve net. Deniz gücünün unsurlarını devlet siyasetimize, değişmeyen bir stratejik hedef olarak koymalıyız. En az, orta vadede çevremizdeki oluşumlar deniz odaklı olacaktır: Boğazlar, Ege, Doğu Akdeniz ve özellikle Kıbrıs. Kıbrıs bir uçak gemisidir. Buranın korunması donanmadan geçer. Eğer biz Kıbrıs konusunda geç de olsa amfibi gücümüzü kurmasaydık, bugün Akdeniz’de sahilde yüzmekten başka bir şey yapamazdık.
Türkler kadim bir ulustur; kabının dışına çıkacak ve yeniden büyük bir devlet olacaktır. Bu kaçınılmaz tarihsel gelişimin ana noktası deniz gücüdür. Bu nedenle devletimizin 2025 yılında bu gerçeği anlaması gerekmektedir. Özetle kim ne yorum yaparsa yapsın, Türkiye’nin bekası denizlere hâkim olmaktır. Artık toplumumuzun her kurum ve ferdinin bu gerçeği öğrenmesi gereklidir. Biliyorsunuz güzel bir deyişimiz var: “Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp.” O zaman öğrenmeliyiz deniz alâka ve menfaatlerini.
Sonuç
Deniz gücü çok masraflıdır. Ancak masrafın karşılığını her zaman alırız; yeter ki ne için masraf yaptığımızı bilelim. Denizci bir ülke hemen oluşmaz, ama Birleşik Krallık’ın Dunkerque’de 300 bin İngiliz ve Fransız askerinin büyük bir çoğunluğunu yelkenli ve motorlu küçük teknelerle kurtardığı tarihi bir gerçektir. Balkan Savaşı’nda Ayvalık’ta Türklerin de böyle tekneleri olsaydı, Midilli Adası’ndaki askerlerimize Ayvalık’ta bekleyen askerlerimiz ulaşabilirdi. Ama tüm tekneler Rumlarındı ve kaçmışlardı. İşte deniz gücüne bu şekilde bakmamız gerektiği inancındayım.
Rahmetli babam bana derdi: “Bir işe Türk gibi başla, ama İngiliz gibi bitir.” Mavi Vatan kavramı çıktığında heyecan yarattı; yeniden bir denizci olma kavramı doğdu. Ne oldu? Durdu. Sabır. İşte İngiliz’in başarısı bu; sabırla devam ediyor, çünkü biliyor ki doğru. Mavi Vatan doktirini bütüncül deniz ve deniz gücümüzün sürdürülebilir gelişimi için çok doğru bir tespittir. İnanırsan, gerçekten sabırla devam edeceksin. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet, Türk’ün sabrı ile başarıldı.
2025 yılı bir gerçek başlangıç yılı olsun; temennimiz budur. Çünkü “Türk milleti zekidir, çalışkandır.” Gideceğimiz liman doğruysa, çizilen rota önemlidir. Rotamızı iyi çizmeliyiz. Pruvan hep neta olsun, Denizci Türkiyem!
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.