“Son asır ordularını teşkil eden askerlerin büyük kısmı, gönüllü olarak askerlik hizmeti yapanlardan ibaret değildir. Bütün halk, askerî hizmetle yükümlüdür. Arzusu olan da olmayan da vatan hizmetini yerine getirmekle yükümlü tutulmuştur, tutulmalıdır da.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk (Subay ve Komutan ile Hasbihal)
Bu yazıda bahsedeceğim “Profesyonel ordu” kavramı, bütün personeli maddi bir bedel karşılığında “gönüllü olarak” belirli anlaşmalar ile temin edilmiş personelden oluşan ordu tipini tanımlamaktadır.
Her zamanki gibi kitabın ortasından başlayalım. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, “güçlü ordu bulundurmak zorunluluğu” olan milletler için “profesyonel ordu” yaklaşımı bir tuzaktır.
Günümüzde, eğer bir ordu 10 yıllık bir süreç içerisinde 750 bin mevcuttan 250 bin mevcutlara düşerse benim aklıma gayri ihtiyari bir şekilde Mondros Mütarekesi gelir… Ve onun ünlü maddesi “orduların terhis edilmesi”. Bir ordu ancak böyle bir madde ile bu duruma gelebilir. Bu bir örnek. Böyle bir ordu var mı bilmiyorum. Varsa vay haline. Bir ordu 750 bin mevcutlu zorunlu askerlik ve iyi yetişmiş lider kadrosu ile mi yoksa 250 bin gönüllü paralı askerle mi daha başarılı olur? Bu örnek kötü bir örnek tabii ki. Fakat Türk Milleti bunun benzerini Balkan Savaşı öncesinde yaşamış ve orduda siyaset egemen olmuş, ıslahat adı altında yenilemeye giderken büyük kısmı terhis edilmiş, bunu fırsat bilen Balkan ülkeleri Osmanlı’ya saldırarak tarihinin en ağır yenilgilerinden birini yaşatmıştır. Tarihin unutulmak istenen kara bir lekesidir bu.
Biz profesyonel orduya dönelim tekrar. Kimse beni az sayıdaki personelden oluşan ordunun daha etkin, vurucu, hareketli, ani reaksiyon gösterebilecek bir ordu olabileceğine ikna edemez. Bunlar, amirlerinin kulağına hoş gelebilecek güzel masallar anlatan öngörüsüz, şahsi menfaat peşinde, vatan millet bilincinden yoksun karargâh subaylarının süslü sözleri olabilir ancak. Bir ordunun her zaman yeterince savaşçıya ihtiyacı vardır. Bunu da belirleyen ülkenin jeopolitik durumudur. Olması gereken mevcudunun sadece yüzde 50’si karşılanmış yarım yamalak birlikler ile güçlü bir ordudan bahsedilemez. Askerlik kervanın yolda dizileceği bir yer değildir.
Nitelik mi önemli, nicelik mi tartışmaları için söylenecek söz her ikisinin de dengeli olmasıdır.
Katar veya Birleşik Arap Emirlikleri gibi kabile devletlerini örnek verirsek… Ekonomik durumlarının İran’dan çok çok iyi olması, kişi başına düşen millî gelirlerinin kat be kat fazla olması, ordularının çok nitelikli harp silâh araçları ile donatılmış olmaları nedeniyle mesela İran gibi bir devletin ordusu ile başa çıkabileceğini düşünmek çok da akılcı değildir.
Burada hemen İsrail akla gelebilir. İsrail’in nüfusu yaklaşık 10 milyon civarındadır. Bu nüfus İsrail’in hasım olarak gördüğü ülkelerin nüfusundan çok daha az olduğu açıktır. Örneğin İran nüfusu 90 milyon civarındadır. Peki İsrail bu açığı tamamıyla teknolojik olarak mı kapatıyor? Hayır. İsrail’de askerlik hizmeti kadın-erkek zorunlu olup süresi 3 yıldır. Her yıl 65 bin erkek ve 65 bin kadın civarında personelin askerlik çağına geldiği değerlendirilmektedir. 180 bin kişilik temel birliklere zorunlu askerlik hizmetlerini yapan personel eklendiğinde mevcudu İran’ın 600 bin civarında olan ordu mevcutlarını yakalamakta ve hatta geçmektedir.
İsrail’i bölgede güçlü kılan jeopolitik durumunu iyi analiz etmesi, bunun sonucunda ordu sistemini iyi kurması ve bunu iyi bir şekilde işler halde tutmasıdır. Bu nedenle İran’ı baskı altında tutabilmekte ve Türkiye gibi bir ülkedeki siyasal İslâmcıları korkutabilmektedir.
Açık bir şekilde ifade etmek isterim ki bizim gibi sınırları oldukça uzun, bir kısmı yüksek dağlardan oluşan, üç tarafı denizlerle çevrili, bölgesinde çatışma ve savaşların, gerginliklerin, anlaşmazlıkların bitmediği bir ülke için “profesyonel bir ordu (gönüllülerden oluşan)” hedefi tuzaktır. Sadece gönüllülerden oluşan, ekonomik beklentileri merkeze oturtulmuş bir ordu bu bölge için felaket olur.
Şimdi bir grup buna itiraz ederek, bizim ordumuzdaki subay ve astsubayların askerlik hizmetini bir meslek olarak, bir kazanç karşılığında yaptıklarını ve bunun nasıl açıklanacağını sorabilir. Öncelikle bir konuda uzmanlaşmayı tanımlayan mesleki profesyonellikle diğer profesyonel kavramını birbirine karıştırmayalım. Mesleki alanda yıllara sâri uzmanlaşmış, eğitimini yıllarca bu alanda yapmış olan, bir orduyu layıkıyla sevk ve idare edecek profesyoneller bu lider kesimdir. Her ordunun temelini bu grup oluşturur. Şunu da unutmayalım 15 Temmuz öncesi subay ve astsubaylar küçük yaşlardan itibaren uzun yıllar zorlu eğitimler alarak ancak mezun olabilmekteydiler. Örneğin askerî liseye 14-15 yaşlarında zorlu sınavlar neticesinde giren çocuk yaştaki askerler 22-23 yaşlarında 8 yıllık bir eğitimin sonucunda mezun olabiliyorlardı. Bunun sonucunda da “vatan fedaisi” olarak görev yerlerine gidiyorlardı. Aynı şeyler daha önce Astsubay Hazırlama Okulları’nda 4 yıl boyunca eğitim gören kahraman astsubaylar için de geçerliydi. İşte bu profesyonellik anlayışı, liderlerin temelden yetişmesine dayanır. Her ordu için zorunludur, olmazsa olmazıdır.
Yine kendi ordumuzdan devam edersek günümüzde 6 ay kurs görerek 24-25 yaşından sonra subay ve astsubay olan SUTASAK (subay temel askerlik ve subaylık anlayışı kazandırma) ve ASTTASAK (astsubaylık temel askerlik ve astsubaylık anlayışı kazandırma) mezunu personel mevcuttur. Bu açıdan bakıldığında bu grubun bir kısmı kendi mezuniyet alanında iş bulamamış veya sadece ekonomik endişeler ile askerlik mesleğine meyil etmiş ise bu tür bir profesyonellik anlayışı orduyu nitelik olarak çok zayıflatır. Ordu istihdam yaratma yeri değildir, umarım bu konu için tedbirler alınmıştır.
Bir ordunun nitelikli olması demek sadece gelişmiş çağdaş harp silâh ve araçlarına sahip olması ile değil aynı zamanda lider personelinin vatan sevgisi ile yoğrulmuş, savaşçı ruha sahip, askerî nezaketi özümsemiş, aidiyet duygusuna sahip, askerliğin bir hayat tarzı olduğunu benimsemiş, temel askerî bilgileri almış, liderlik, sevk idare etme yetenekleriyle liyakat sahibi olması ile de ölçülür. Bu nedenle lider personelin uzun yıllara yayılmış şekilde eğitim alması önemlidir. Ünlü düşünür, devlet adamı, askerî stratejist Niccolo Machiavelli’nin Savaş Sanatı isimli eserinde belirttiği gibi “Hiç kimse uzun bir eğitimle öğrendiği şeyden korku duymaz”.
Profesyonel ordu söylemleri 2011 yılından itibaren gündeme gelmiş ve sözleşmeli erler ile de hayata geçirilmeye başlanmıştır. 2007-2015 yılları arasında olan her şey bana itici gelir ve her nedense tereddütle yaklaşırım. Gerçi sonrasının da ne kadar içimize sindiği de ayrı bir konudur.
Daha sonra siyasi iktidar tarafından vatandaşların ekonomik gelirlerine bakılmaksızın eşit oldukları tek yer olan vatan borcu, iktidarın bunu da bir gelir kapısı olarak görmesi ile parası olanlar için 2018’den itibaren bedelli hâle getirilmiştir. Yani iktidar şöyle demiştir adeta; “parası olan vatan borcunu öder, olmayan askerlik görevini yapar, gelir durumu zayıf olup da iş sıkıntısı çekenler de şartları uygunsa sözleşmeli er” olabilir.
Askerlik süreleri bu jeopolitik için oldukça kısa bir süreye çekilmiş durumdadır. Bu da profesyonel orduya geçiş için bir aşama olarak hayata geçirilmiştir. İsrail’de 3 yıl, komşumuz Yunanistan’da 12 ay, Türkiye’de ise tehdit değerlenmesi daha farklı olacak ki hükûmet tarafından 6 ay olarak belirlenmiştir. İsrail’den vazgeçtim Yunanistan bizden daha mı çok tehdit altında ki profesyonel askerlikten ziyade zorunlu askerliği önemsemektedir?
Profesyonel ordu kavramı bizim gibi ülkeler için tuzaktır. Siyasi iktidar bu tuzağa düşmemelidir. Potansiyeliniz çok olması elbette önemlidir. Fakat daha önemli olan o potansiyelin ruhen ve fiziksel olarak askerlik gibi nihayetinde ölmek, öldürmek üzerine kurulmuş bir hayat tarzı için hazır olmasıdır. Bu yoksa işlevsiz koca bir yığın demektir.
Askerlik ile ilgili bu kararları alan zamane siyasileri, popülist yaklaşımlardan uzak durmalı, ülkeye karşı tehdit değerlendirmelerini çok iyi yapmalı hatta orduyu siyaset üstü görmeyi az zamanda yeniden başarmalıdır.
Millî Mücadelemizin temeli ve Başkomutanı Atatürk’ün dediği gibi “Arzusu olan da olmayan da vatan hizmetini yerine getirmekle yükümlü tutulmalıdır.”
Ayrıca, Millî Mücadele dediğimiz Türk’ün Kurtuluş destanıdır, ne kadar anlatılsa da zihinlerde olması gereken tüm unsurlarıyla canlandırılamaz. O dönem Birinci Dünya Savaşı ardından giriştiğimiz bu Millî Mücadele’nin ümitsiz bir çaba olduğunu iddia edenler dış ülkelerden daha güçlü sese sahip iç cephedekilerdi. Bu iç çekişmenin Türkiye’yi onlar kurşun dahi atmadan çökerteceğine emin olanlar hatta kesin gözüyle bakanlarsa galip devletlerdi. Millî Mücadele, düşman istilasının güçlüklerinden fazla memleketin iç çekişmeleriyle önem kazanmış bir olaylar devridir de. Bu zafer, hiçbir harbin şartlarına uymayan müstesna zorluklar içinde kazanılmıştır. Atatürk bu millî ve askerî başarıyı Cumhuriyetle mühürlemiştir. Tarihi bu gerçeği ne unutalım ne unutturalım…
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.