PKK gerçekten feshedildi mi?

MDN Editör
  • |

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Her an müjdeli bir haber gelebilir” açıklamasının ardından terör örgütünün feshi duyurusu yapması, Türk kamuoyunda “çözüm süreci” benzeri bir dönemin yeniden mi başlatıldığı algısını oluşturdu. PKK’nın “kendini feshetmesi”, aslında sorulması gereken daha temel bir soruyu gündeme getiriyor: Terör Örgütü PKK, gerçekten YPG, PYD, SDG gibi tüm unsurlarıyla feshediliyor mu?

“Kandırıldık” döngüsü

Türkiye Cumhuriyeti yakın tarihinin en dikkat çeken söylemlerinden biri, iktidarın geçmiş süreçlerdeki yanlış politikalarını açıklarken kullandığı “kandırıldık” ifadesidir. AKP iktidarı, bu ifadeyi önce çözüm süreci sonrası yaşananların ardından terör örgütü için, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaysa sonra FETÖ yapılanması için kullandı.

2013-2015 arasında yürütülen çözüm sürecindeki “kandırılmanın” sonucunda 793 vatan evladı şehit oldu. İktidar aynı dönem FETÖ ile kurulan yapı üzerinden devlet mekanizmasına paralel güç odaklarının sızdığı bir sürecin de parçası oldu. “Beraber yürüdük biz bu yollarda” denilerek kurulan yakın temas, 15 Temmuz gecesi Türkiye’yi büyük bir facianın eşiğine getirdi. Ancak, süreç sonunda siyasi fatura, kamuoyunun vicdanına değil, doğrudan Türk Silâhlı Kuvvetleri’ne ve Türk milletine kesildi.

PKK’nın “feshi” ne anlama geliyor?

PKK’nın kendini feshetmesi, ilk bakışta olumlu bir gelişme gibi algılansa da detaylı incelendiğinde içerisinde çeşitli çelişkiler barındırıyor. Hâlihazırda fiili olarak etkisiz hâle getirilmiş ve narko-terör niteliği taşıyan bir yapının “fesih” açıklamasının anlamı ne olabilir?

5-7 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirildiği öne sürülen sözde kongrede fesih kararı alan örgütün, bu tür bir kongre için yıllardır tek bir ön şartı vardı: Abdullah Öcalan’ın doğrudan sürece katılması. Bu durumda kongrenin nasıl ve kimin başkanlığında toplandığı da başlı başına soru işareti olarak kalıyor.

Dolayısıyla esas sorulması gereken şudur: Terör Örgütü PKK, gerçekten YPG, PYD, SDG gibi tüm unsurlarıyla feshediliyor mu? Bu sorunun cevabı hükûmete göre bile hayır.

Çelik: İçerde ve dışarıda” tüm boyutlarıyla hayata geçmeli

Terör örgütünün feshi açıklamasının ardından sosyal medya üzerinden paylaşımda bulunan AKP Sözcüsü Ömer Çelik, terör örgütünün fesih ve silâh bırakma kararını yetersiz bularak “içeride” ve “dışarıda” tüm boyutlarıyla ve somut olarak hayata geçmesi gerektiğini vurguladı.

Çelik yaptığı açıklamada, “Terörsüz Türkiye'ye sahada tüm boyutlarıyla, eksiksiz ve somut hedefleriyle ulaşılması gerekir. PKK’nın tüm şube ve uzantıları ile illegal yapılarını kapayacak şekilde, somut olarak ve eksiksiz hayata geçmesi bir dönüm noktası olacaktır,” ifadelerini kullandı.

PKK gerçekten feshedildi mi?

AKP’nin devlet anlayışı

AKP’nin siyasal reflekslerinde millî değerlere yönelik tutumlar, sık sık eleştirilerin merkezinde yer aldı. Kıbrıs’taki Annan Planı döneminde “toprak tavizi verilebilir” yaklaşımı ve şehitler için kullanılan “kelle” ifadesi, iktidarın vatan savunması konusundaki tavrına dair toplumsal bellekte kalıcı izler bıraktı.

Ümmet merkezli yaklaşımın, devletin millî kimliği ve üniter yapısıyla çeliştiği, milliyetçi çevreler tarafından sıklıkla dile getiriliyor. Bu açıdan bakıldığında PKK’nın sözde fesih kararının ardından yaşanacak süreçler, AKP'nin devletin bekasını nasıl bir zemine oturttuğunu da yeniden gündeme taşıyacak.

Olası senaryo

Ortaya atılan senaryolar, geçmişte yaşanan Habur rezaletinin benzeri bir sürecin adım adım hazırlanmakta olduğunu düşündürüyor. “PKK kendini feshetti” söylemiyle kamuoyuna sunulmak istenen süreç, perde arkasında bir meşruiyet mühendisliği operasyonunu barındırıyor.

Olası adımlar şunlar:

  • PKK militanları, tıpkı Habur’da olduğu gibi davul zurna ile karşılanabilir,
  • PKK paçavraları ve zafer işaretleriyle şehirlerde tur attırılan teröristler, yeniden “barış elçisi” ilan edilebilir,
  • Cumartesi Anneleri, toplumsal vicdanı yumuşatmak amacıyla sürece vitrin olarak eklemlenebilir,
  • Teröristbaşı Abdullah Öcalan’a adada sınırsız sosyal alan ve özel yaşam koşulları sağlanabilir,
  • Şartlar olgunlaştığında, “umut hakkı” adı altında kademeli bir serbestleşme ve nihayetinde örtülü af gündeme gelebilir,
  • Hapishanelerdeki terör mensupları, toplumun gözüne baka baka sokağa salınabilir,
  • Kayyım atanan belediyeler önce HDP-DEM çizgisine iade edilir, ardından yeniden “usulen” kayyım atanarak kamuoyuna göstermelik bir denge sunulur.

Ve tüm bunlar yaşanırken, şehit ailelerinin öfkesi ve gazi camiasının isyanı, “maddi iyileştirme” adı altındaki rüşvet önerileriyle bastırılmaya çalışılabilir. Ancak bu milletin vicdanında, ne adalar kadar sessiz kalacak bir deniz, ne de kandırılmaya tahammülü kalmış bir halk vardır.

Türk milliyetçileri için kırmızı çizgi aşıldı mı?

Vatan savunmasına ömrünü vermiş Türk Silâhlı Kuvvetleri mensupları ve Türk milliyetçileri açısından bu gelişmeler, kabul edilemez bir kırılma hattı olarak algılanmaktadır. “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlaması, bugün bu süreci eleştiren milliyetçilere yöneltilirken; eli silâh tutmuş teröristlerin topluma entegre edilmeye çalışılması, ciddi bir meşruiyet krizine yol açacaktır.

Demokrasi, barış ve eşit yurttaşlık gibi kavramlar, doğru zeminde değerlendirildiğinde değerli olabilir. Ancak bu kavramların terörle mücadele ilkesini zayıflatacak şekilde kullanılması, toplumda derin travmalara neden olabilir. Zira terör, salt bir siyasal pozisyon değil; insan hayatına kasteden sistematik bir suç düzenidir.

Her şey yeni anayasa ve seçim kazanmak için mi?

Tüm bu gelişmelerin zamanlaması, kamuoyunda başka bir kuşkuyu daha gündeme taşıyor: Yeni anayasa arayışı. İktidarın, kalıcılığını güvence altına almak için anayasal düzenlemeler yapmak istediği, bu uğurda geleneksel devlet reflekslerinin geri plana itilebildiği değerlendiriliyor.

Eğer bir terör örgütünün tasfiyesi, anayasa değişikliği pazarlığının ve seçim kazanma refleksinin bir parçası hâline getiriliyorsa, ortada artık bir güvenlik politikası değil; doğrudan siyasi bir mühendislik süreci vardır.

Terör örgütünün açıklamasında, ulus devlet kavramını şekillendirdiğimiz Lozan Antlaşması’nı hedef alması ve 1924 Anayasası’nı tanımaması devletimizin bölünmez bütünlüğüne darbe vurulmaya mı çalışıldığının bir habercisi mi?

Ya da tükenmiş bir örgütün fesih açıklaması iç siyaset malzemesi yapılarak, anayasa değişikliği ve ardından ilk fırsatta seçim kazanma telaşına mı dönüştürülecek?

Sonuç

Türk milleti, geçmişte birçok kez “kandırıldık” ifadesiyle yüzleşti. Ancak bedel her zaman Türk milletinin sırtına yıkıldı. Bugün gelinen noktada, halkın yeniden aynı tabloya maruz bırakılması karşısında, millî irade ve vatanseverlik duygusu yeniden direnç gösterecektir.

Vatanın bütünlüğünü, milletin istiklâlini kurtaracak olan yine Türk Milleti’nin azim ve kararlığıdır. Çünkü Türk Devleti, günü kurtarmak için değil; ebediyen yaşatmak için vardır.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

ETİKETLER: , , , , ,
Bunu Paylaşın