Bu yazımda da modernleşmenin yaşandığı 19’uncu yüzyılda güçlü devletler özelinde ilerleyen bahri alandaki teknolojik değişimi anlatmaya devam ediyorum. Zira Osmanlı’nın teknik dönüşümdeki konumunu nasıl belirlediğine değinmeden evvel bu yeni teknolojinin nasıl geliştiğinin anlaşılması oldukça önemlidir.
1860’lı yıllar, tüm dünyadaki bahri teknolojinin hızlı bir şekilde değişmeye başladığı yılları işaret eder. Bu değişim, demirden inşa edilen zırhlı gemilerin daha hızlı ve dayanıklı gemi inşasına izin vermesiyle daha da başarılı sonuçlarla ilerledi. Tabii ki yelken hemen tarih sahnesinden silinmedi. Zira buhar gücünün önemi kavransa da bu yeni sisteme güven henüz yerleşmemişti. Bu nedenle 19’uncu yüzyılda buharlı gemiler ve kömür tarih sahnesinde yerini alsa da yelkenli gemiler ve yelken kumaşı henüz sistem dışına itilmemişti. Gövde ve seyir mekanizmaları yenilenirken, deniz silâhları da bu değişime ayak uydurmalıydı. Çünkü gemi inşa teknikleri ilerleyip gemiler daha teknik ve güçlü gövde yapılarına kavuştukça silâh sistemleri de gelişmek zorundaydı. 19’uncu yüzyıl bu değişen teknolojinin sonlanmayan yarışına sahne olurken, güçlü devletlerin hareketleri ve birbirleri ile ilişkileri, bize, denizciliğin önemsenmesi gereğinin ne kadar önemli olduğunu tekrar tekrar gösteren özellikler içerir.
Zırhlı savaş gemisi Gloire, 1859 yılında Fransa’da suya indirilerek bahsi geçen gemi inşa tekniğindeki değişimin başını çekti. Gloire, ana güverte ile su hattı altında kalan bir kısım gövdenin dövme demirle inşa edildiği silâhlı bir gemiydi. Buharlı makine sistemine sahip olsa da yelken direkleri de düşünülmüştü. Hemen akabinde ise İngiltere tamamen demirden inşa edilen Warrior isimli gemisini tamamlayarak hizmetine aldı. Yelkenin korunduğu bu gemi ağır toplara da sahipti.
Bahsi geçen zırhlı Gloire ve Warrior gemileri, gemi inşa tekniklerinde dönüşümü başlatan en önemli örnekler olarak tarihe geçti. İlki, ahşap gemilerin zırhlanarak güçlendirilmesi, ikincisi ise demirin ana inşa malzeme olarak kullanımının başlatılmasını ifade eder. 1860’lı yıllarda merkez bataryalı, demir gövdeli İngiliz savaş gemileri üç yılda inşa ediliyordu ve bu inşa hızı tüm diğer devletlerden oldukça üstündü. İngilizlerin liderliği, 1870 yılına gelindiğinde katlanarak büyüdü. Zira bu yıllarda tamamen buhar gücüne dayanan ve topların taretlerde gömülü olduğu ilk modern zırhlı gemi Devastation inşa edildi.
19’uncu yüzyılın son çeyreği ve 20’nci yüzyılın ilk on yılında kruvazör, torpido bot, denizaltı, muhrip gibi çeşitli tipte gemiler teknik silâh sistemleriyle donatılarak inşa edildi. Dolayısıyla modern donanmalar çağının başlangıcını ifade eden zırhlı gemiler, gemi inşa ve teknolojisinin baş aktörlerinden olurken, teknoloji geliştikçe güçlü devletlerin çabalarıyla hızlı bir dönüşüm sürecine konu oldular. Harp gemileri; makina, seyir sistemi, ana gövde inşa malzemesi, top ve mermi gibi silâh sistemleri özelinde geliştirildi. 1860’lı yıllarda kuyruktan dolan toplar ile yeni tip silâh sistemleri ortaya çıktı ve böylece ağızdan dolan toplar ortadan kalktı.
Bu yüzyıla özgü en önemli gelişmelerden bir diğeri, denizaltında hareket etmenin olanaklı olduğu düzeneklerin ortaya çıkarılmasıydı. Öncelikle sualtı silâhı yapma girişimleri, başarılı torpil tasarımları sayesinde gerçekleştirilmiş oldu. İlk torpil, Avusturya-Macaristan Devleti’nin Fiume Tersanesinde çalışan İngiliz mühendis Robert Whitehead ve Hırvat ve İtalyan olan deniz subayı Giovanni Luppis tarafından tasarlandı. 1867 gibi erken bir tarihte Admiralty’ye sunulan bir raporda bu silâhın kıyıdan ya da başka bir deniz aracından fırlatılabilen, kendiliğinden su altında ilerleyebilen, düşmana görünmez olan ve hareket hâlinde ya da demirde olan bir savaş gemisini tamamen yok edebilen bir silâh olduğu belirtilmişti.1 Whitehead, kendi bireysel çabaları ve Birleşik Krallık’a götürdüğü tekliflere istinaden devlet desteği alabildi. Birkaç yıl içinde ilk torpil fabrikası kurularak üretim yapılmaya başlandı ve silâh birçok ülkeye ihraç edildi.2 Artık bu silâhı kullanacak ana gemiler de üretilmeye başlayacaktı. Bu yeni gemi tipi teknolojisinde İngiltere yine başı çekmişti. 27 tonluk ilk torpido bot, H.M.S. Lightning, 1877 yılında İngiltere’de Thornycroft tarafından inşa edildi. Torpidobotlar gittikçe iyileşen bir teknoloji ile üretilmeye ve birçok devletin donanmasında yer almaya devam ederken 1890’lı yıllarda yeni bir gemi tipi olan torpido bot destroyer ortaya çıktı.
Torpido bot tipi gemiler hız ve boyut anlamında gelişirken menzil ve isabet kabiliyetleri iyileştiriliyordu. Bu durum donanmada hizmet veren tüm gemilerin gövdesinde gelişimi de zorunlu hâle getirmişti. Kullanılan inşa malzemesi daha güçlü olurken, gemilere su geçirmez bölmeler eklenmeye başlandı. Bu torpido botlar, tüm bahri yöneticiler için yeni bir ekol yaratıyordu: Jeune École. Bu bahriye politikası, hareket ve manevra kabiliyeti güçlü, silâhlı ve görece küçük gemilere sahip olma üzerine kurulu bir politikaydı. 1880’li yıllarda Fransa’da ortaya atılan bu fikirle birlikte zırhlı büyük harp gemilerinin öneminden ziyade torpil kullanan küçük hızlı gemilerin önemi söz konusu olmaya başladı. Bu durum, dünya genelinde tüm devlet donanmaları için dikkate alındığında, seri ve küçük aynı zamanda ucuz olan gemilerin talebinde artış getirdi. Bu nedenle özellikle denizcilikte güçlü devletler olan Birleşik Krallık, Fransa, Almanya ve İtalya’da bulunan tersanelerde torpido bot inşa sayısı artıyor ve ihracat kapasiteleri yükseliyordu. Bu alanda ileri olan devletlerden biri olan Birleşik Krallık’ta 1880’li yıllarda farklı tipte torpido botları görmek mümkündü. Sınıflarına göre ayrılan bu gemilerde birinci sınıflar 41 metre ve 120 tona ulaşmıştı. Üç adet torpido kovanı bulunan bu gemilerde diğer taraftan seri toplar ve makinalı tüfekler de bulunuyordu. İkinci ve üçüncü sınıflarda ise boyutlar küçülmekte fakat yine de hızlı ve silâhlı gemiler olarak inşa edilmekteydiler.
19’uncu yüzyılın en önemli gemi tiplerinden bir diğeri, denizaltı idi. Denizaltılara ilişkin ilk ciddi çalışmalar, 18’inci yüzyılın ikinci yarısına dayanmaktadır. Bu çalışmalar 19’uncu yüzyılda devam etti ve 1885 yılında ilk en gelişmiş şeklini aldı. Bu örnekte, Garrett’ın tasarımı ile Nordenfelt’in imalat becerisi birleşmiş oldu. Peşi sıra Dupoy de Lôme ve Gymnoti, ardından Laubeuf’ün çalışmaları, bu alanı hızlandırdı. Fakat, 20’nci yüzyıl başlarında Almanya öncülüğünde geliştirilen denizaltılar kısa zamanda birçok devlet tarafından dikkate alınan önemli bir savaş gemisi tipi oldu.
Bu yüzyılda geliştirilen gemi inşa teknolojisi çerçevesinde üretilen gambotlar, sahil koruma amacı taşıyan, çeşitli tipleri olan ve hafif, seri ve ateşli silâhlara sahip gemiler olarak önemli bir yer edindi. Savaş gemileri, 19’uncu yüzyılın sonunda çok çeşitli amaçlara hizmet eden farklı tipte gemilerden, dayanıklı gövdelerden, değişik çapta ve menzile sahip silâh gücünden ve buhar gücünün etkin kullanımından yana ciddi bir potansiyele ulaşmıştı. Yüzyılın sonuna doğru ise küçük gemilerin şöhreti azalmış ve donanma politikaları büyük gemiler çerçevesinde oluşturulmaya başlamıştı. Çünkü 1890’lı yılların kazan teknolojisi ve seri ateşli topların iyileştirilmesi, büyük gemilere hızlı olma özelliği kazandırmıştı. 19’uncu yüzyıl sonlanmadan evvel ulaşılan teknoloji, büyük muharebe gemilerinin yeniden yükselmesini sağlamış ve 20’nci yüzyıla çeşitli girişim olanaklarının aktarılmasına neden olmuştu.
Burada bahsi geçen teknik atılımlara ek olarak, gemi pervanelerinde türbinli sistemlere geçiş yaşandı. Birleşik Krallık’ın bu tecrübesi, gemi makinalarında tasarım ve kullanım konseptini değiştirdi. Ayrıca gemiler yüksek hıza ulaşırken gemide daha az yer kaplayan küçük makinalar devreye girmeye başlıyordu. Yakıt tüketimi azalırken, gemilerin iç kısımları daha kullanışlı hâle geldi. 1870 ile 1914 yıllarında kademeli buhar makinası, üç genleşmeli buhar makinası ve buhar türbini makinaları bu değişimde büyük bir pay sahibiydi. Gemi inşa teknolojisindeki gelişim 20’nci yüzyılda da devam etti. Değişimin merkezi belirli Batı devletleri olarak kalmaya devam ettikçe bu devletler, diğer tüm devletleri kendilerine bağımlı kılmaya devam etmiş oldu.
19’uncu yüzyılın son çeyreği, bu kadar hızlı dönüşen teknoloji karşısında, yakıtın da yeniden değerlendirilmesini gerektirdi ki petrol türevlerinin kullanımı söz konusu olmaya başladı. Bu durum da teknik atılımları hızlandıran ve çeşitlendiren bir özellik yaratmış oldu. Bu alanda ilk harekete geçen devletler Fransa, İtalya, Japonya, ABD, Almanya ve Birleşik Krallık oldu ve ABD, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce akaryakıt sistemleriyle donatılmış ilk gemiye sahip oldu. Gemi makinalarından silâhlara, zırh ve demir çelik teknolojisinden seyir sistemlerine çeşitli alanlarda denizcilik teknolojisi yenilenmeye devam ediyordu.
20’nci yüzyılın ilk çeyreğinde gemi tiplerinde bir atılım daha gerçekleşti: dretnot tipi gemiler. 1906 yılında inşa edilen yaklaşık 18 bin tonluk Dreadnought isimli İngiliz gemisi, güçlü silâhlarla donatılan gerçek bir denizci gemi olma özelliğine sahipti. Bu geminin İngilizlere gemi inşa ve güçlü donanma alanlarında bir üstünlük sağlama amacı taşıdığı açıktı, çünkü aynı yıllarda Almanlar denizaltı tipi gemilerde üstünlüğü ele geçirmişti. Birleşik Krallık Deniz Kuvvetleri’nin artan bütçesi, denizde silâhlanma yarışı içerisinde bu ülkeye üstünlük sağlıyordu. Dretnot, gemi teknolojisindeki en üst seviyeye ilişkin standardı oluştururken diğer devletler de bu yarışın içerisinde kalmaya devam etti. Özetle ifade etmek gerekirse, gemiler dışında birçok sistem ve parçayı ilgilendiren yenileşme çabaları, güçlü devletler özelinde yükselmeye ve artış göstermeye devam etti. Örneğin bahriyelerde uçak kullanımı, iletişim yöntemlerinde ilerleme, gemilerde elektrik kullanımı gibi yenilikler peşi sıra gelen detaylı gelişimlere yardımcı olmuştu.
Batıda bu teknolojik gelişmeler meydana gelirken, Osmanlı Bahriyesi takipçi konumundaki bahri kuvvetlerden biri idi. Takibini yeni satın almalar, çeşitli yayınlar ve yurt dışında görevli personelinin hazırladığı raporlar vasıtasıyla sürdürmekteydi. Sonraki yazılarımda Osmanlı Devleti’nin bu dönüşüm içerisindeki varlığından ve kendi bahriyesini ayakta tutma çabalarından bahsedeceğim.
Bu haberin/makalenin/çevirinin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.