Orta Doğu’da sonu olmayan oyun

MDN İstanbul

Kudüs, Filistin-İsrail sorununun merkezinde yer alır, diğer bir deyişle anlaşmazlığın nirengi noktasıdır. Harem-i Şerif ise sorunlar sarmalının sembolik, lâkin manevi tarafını teşkil eder

Kurulduğu 1948 yılından bugüne İsrail ne zaman Harem-i Şerife yönelik bir hamle yapsa bölge patlamaya hazır bir bombaya evrilir. Tıpkı geçtiğimiz ay olduğu gibi…

İsrail, Ramazan ayında Filistinlilerin Harem-i Şerif ve çevresine erişimini engellemeye kalkıştı. Eski Kudüs’te Yahudi yerleşimciler lehine Filistinlileri yerlerinden edecek adımlar atmaya ısrarla devam etti. Artan gerilimin son halkasını, El Aksa’da namaz kılan cemaate saldırgan müdahalede bulunulması oluşturdu. Hatırlatalım, olayların İsrail’in 1967 savaşında işgal ettiği Doğu Kudüs’ün yıldönümü olan 10 Mayıs’a denk gelmesi tesadüf değil.

Hamas beklenen fırsatı verdi
Yaşanan hadisenin arka planını en net Ürdün Dışişleri Bakanı Eymen Safedi ifşa etti. Doğu Kudüs’ün Şeyh Cerrah mahallesindeki Filistinlilerin evlerinden zorla çıkarılmasını “savaş suçu” olarak nitelendiren Safedi, süreci kısaca özetledi.

10 Mayıs’ta Netanyahu kendi kurguladığı gerilimi kontrol altına almaya çalışırken, Hamas karşılık vermekte gecikmedi ve roket saldırılarına başladı. Hamas’ın bu hamlesi İsrail’e ve İsrail’i her hâl ve kârda destekleyen batılı ülkelere bekledikleri ve aradıkları fırsatı verdi. Maruz kaldıkları haksızlığa karşı belki de ilk defa uluslararası kamuoyunda görünürlük kazanan, haklılığı tartışmasız kabul gören ve ön alan Filistin, Hamas’ın hamlesi sonucu taktik üstünlüğünü ve tesis ettiği sempatiyi kaybetti.

Oysa Müslümanlar için üstelik kutsal Ramazan ayında İsrail’in sergilediği hukuk dışı, manipülatif ve provokatif eylemler Filistinlilerin haklılığını ve maruz kaldıkları mezalimi tüm dünyaya göstermek için uygun bir fırsat oluşturmuştu.

İsrail’in sertleşen güvenlik ve yayılma politikaları
Ama olmadı. Hamas’ın İsrail’e füze saldırıları önce ibreyi dengeye getirdi. İsrail’in maruz kaldığı saldırılar Batı dünyasında öne çıkarılırken, ölen onlarca masum Filistinli sütre gerisinde kalıverdi. İzan sahibi kimi Batı ülkeleri bu mezalime ve rezalete ortak olmamak için “bölgede meydana gelen sivil kayıplardan endişeli” olduklarını söyleyerek işin içinden sıyrılıverdiler.

ABD Başkanı Biden’in İsrail’in meşru müdafaa hakkına sahip olduğunu vurgulaması ise ibreyi İsrail’den yana çevirdi. Kısaca bildik aynı senaryo oynanırken, diyeti yine masum siviller ödedi. Hamas’ın roket saldırılarına koşut olarak İsrail, Gazze’ye karşı asimetrik hava bombardımanı başlattı ve düzenlenen hava saldırıları savunmasız sivil halka yönelik bir katliama dönüştü. İsrail’in Gazze’ye düzenlediği saldırılarda 66’sı çocuk, 39’u kadın olmak üzere 253 Filistinli hayatını kaybederken 1948 kişi de yaralandı.

İsrail’in son on yılda giderek sertleşen güvenlik ve yayılma politikaları bölgede çözümü imkânsız hale getiriyor. Esasen İsrail’in istediği de tam olarak bu. Mevcut durumun idamesi yani “status quo” İsrail’in lehine. Zira İsrail arkasına aldığı destekle yıllardır fütursuzca eylemlerine devam ediyor.

Son olarak ABD’de dört yıllık Trump dönemi, Netanyahu hükûmetinin Kudüs’ten başlayıp Yahudi yerleşimlerine uzanan yayılma ve ilhak politikasını teşvik etti. Cüretini artıran Netanyahu hükümetleri, Filistin’in daha tehlikeli bir aşamaya evrilmesine zemin oluşturdu. İsrail ile normalleşme sürecine giren Arap ülkelerinin ve Büyükelçiliklerini Kudüs’e taşıma kararı veren ülkelerin yaşanan mezalime etkileri açıkça görülüyor. Elbette bu oldukça büyük bir vebal.

Blinken’ın Orta Doğu turu
İsrail ile Hamas arasında 11 gün süren savaş küresel ve bölgesel aktörlerin gayretleri ama bilhassa Mısır’ın arabuluculuğu ile 21 Mayıs’ta ateşkes ile sonuçlandı. Bu gelişme üzerine Orta Doğu’da oyunu kurduğu izlenimini vermek isteyen ABD, Dışişleri Bakanı Blinken’ı bölgeye gönderdi. Sırasıyla İsrail ve Filistin liderleri ile bir araya gelen Blinken, turunu ateşkesin arabulucusu Kahire ve Amman ziyareti ile tamamladı.

Blinken ilk durağında İsrail Başbakanı Netanyahu ile görüştü. Düzenlenen ortak basın toplantısında kullanılan argümanlar, ilerleyen günlerde Orta Doğu jeopolitiğinde yaşanabilecek olası gelişmeler hakkında önemli ipuçları verdi.

İsrail’in kendini savunma hakkına ABD’nin tam desteği
Başkan Joe Biden’ın kendisini İsrail’in güvenliğine ABD’nin bağlılığını göstermek, geniş çaplı güvenlik için çalışmaya başlamak, Batı Şeria ile Kudüs’te gerilimi düşürmek ve Gazze’nin yeniden inşasını görüşmek için gönderdiğini belirten Blinken, “Gazze’den atılan roketlere karşı İsrail’in kendini savunma hakkına ABD’nin tam desteğini” net biçimde ifade etti.

Aynı zamanda Filistin halkı ve Filistin Yönetimi ile ilişkileri yeniden inşa etmeyi de hedeflediklerini belirten Blinken, ABD’nin İran’la nükleer anlaşma konusunda İsrail’le görüş alışverişi içinde olduğunu, ABD’nin Gazze’nin yeniden inşasına uluslararası katkı toplamak için çalışacağını ve bizzat önemli katkıda bulunacağını, İsrail ile ABD arasında perde arkasındaki yoğun görüşmelerin ateşkesin sağlanmasına yardımcı olduğunu ifade etti.

Blinken ayrıca, şiddete geri dönüşü önlemek için geniş çaplı insani meydan okumalara karşılık vermek zorunda olduklarını, Gazze’nin yeniden inşası esnasında Hamas’ın yeniden inşa yardımlarından faydalanmaması gerektiğini, İsrail ile Filistin arasında daha iyi bir istikamet oluşturmak için her iki taraftaki liderlerin atması gereken adımların ele alındığını, Başkan Biden’in belirttiği üzere, Filistinlilerin ve İsraillilerin eşit derecede güvenli ve emniyetli yaşamayı, eşit özgürlük, fırsat ve demokrasi ölçütlerinden yararlanmayı, onurlu muamele görmeyi hak ettiklerine inandıklarını vurguladı.

Blinken’ın Orta Doğu turundan oldukça memnun olduğu görülen Netanyahu ise ziyareti gücünü göstermek için bir fırsat olarak kullandı. Hamas’ın ateşkesi ihlâl etmesi durumunda İsrail’in çok güçlü bir şekilde karşılık vereceğini belirten Netenyahu, Gazze’deki insani koşulların nasıl düzeltilebileceğini müzakere ettiklerini belirtti.

Abbas ile Blinken‘ın görüşmesi
Orta Doğu turunun ikinci durağında Blinken, işgal altındaki Batı Şeria’nın Ramallah kentinde Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas ile bir araya geldi. Görüşmede ağırlıklı olarak ekonomik yardım konuları akılda kaldı.

Görüşmenin ardından, Biden yönetiminin Kongre’den Filistinliler için 75 milyon dolarlık kalkınma ve ekonomik yardım talep edeceğini belirten Blinken, ABD’nin Gazze’ye acil felaket yardımı olarak 5,5 milyon dolar sağlayacağını ve Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı’na (UNRWA) da 32 milyon dolar vereceğini ifade etti.

ABD’nin Filistin ile ilişkilerine bakan Kudüs’teki konsolosluğun yeniden açılacağını da duyuran ABD Dışişleri Bakanı, önceki Başkan Trump’ın Tel Aviv’den Kudüs’e taşıdığı ABD Büyükelçiliği’ni de ziyaret etti.

Denklemin dışında kalan Türkiye
Bu satırlar yazıldığı esnada (26 Mayıs) İsrail ve Filistin temaslarını tamamlayan Blinken, ateşkesin kalıcı olmasını görüşmek üzere Mısır’ın başkenti Kahire’ye intikâl ediyordu. Mısır ziyareti kapsamında Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ve Dışişleri Bakanı Samih Şukri ile görüşeceği belirtilen Blinken, Kahire’den sonra Orta Doğu turunun son durağı Amman’da da Ürdün Kralı 2. Abdullah ve Dışişleri Bakanı Eymen es-Safadi ile bir araya gelecek. Blinken’in Orta Doğu turu bağlamında görüştüğü ve ABD’nin muhatap aldığı ülkeler dikkat çekici.

Blinken’in Orta Doğu turunda Türkiye’nin olmamasını dikkatinize sunalım. Bu durum esasen ABD ile Türkiye arasındaki ilişki sistematiğinin geldiği aşamayı da göstermesi bakımından manidar. Biz içeride bir “mafya babasının” açıklamalarını youtube’da 50 milyon kez izlerken, dünyada ve yakın coğrafyamızda bu gelişmeler oluyor ve yine ne yazık ki bölgenin önemli aktörü olan ve olduğunu iddia eden Türkiye denklemin dışına itiliyor.

Suriye’deki seçimlere yönelik ortak açıklama
Orta Doğu’da İsrail ve Filistin arasındaki süreç dinamik olarak işlerken İran ve Türkiye’nin gelişmelerden uzakta tutulduğu görülüyor. Geçmişte bölgenin bir başka önemli aktörü olan Suriye’nin ise Filistin meselesine ayıracak takati yok. Suriye’de gündem seçimler. Kısaca temas edelim. 26 Mayıs tarihinde yapılacak seçimler öncesinde ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya Dışişleri Bakanları, Suriye’de yapılacak devlet başkanlığı seçimleri öncesi ortak açıklama yayınladı.

Dışişleri bakanları, Suriye’deki seçimlerin “özgür ve adil” olmayacağını öne sürerek, seçimlerin BM gözetimi altında uluslararası şeffaflık ve hesap verebilirlik standartlarına göre düzenlenmesi gerektiğini ifade etti. Ortak açıklamada, “Biz, Fransa, Almanya, İtalya, İngiltere ve ABD Dışişleri Bakanları olarak, Suriye’nin 26 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ne özgür ne de adil olacağını açıkça belirtmek istiyoruz. Esad rejiminin BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararında açıklanan çerçevenin dışında bir seçim yapma kararını kınıyoruz. Seçim sürecini gayri meşru olarak kınayan sivil toplum kuruluşlarını ve Suriyeli muhalefeti ve tüm Suriyelileri destekliyoruz” ifadeleri yer aldı.

Suriye seçimlerini Esad’ın kazanacağı aşikâr. Lâkin açıklamaya imza atan ülkelerin bu sonucu tanımayacağı ve hileli addedecekleri daha seçimler tamamlanmadan görülüyor. Orta Doğu jeopolitiği her daim dinamik olsa ve sular durulmasa da Suriye’de sona yaklaşıldığını görüyoruz.

Tercih edilen düşman Hamas
Orta Doğu’da sonu olmayan oyun bitecek gibi görünmüyor. Yaşanan son olaylar bu öngörünün ispatı. Sürekli yenilenen seçim süreçlerinin halkı bıktırdığı İsrail’de, hükümeti kuramayan, siyasi kariyeri ve geleceği pamuk ipliğine bağlı tartışmalı Netanyahu’nun son olayları iç tarafı konsolide etmek ve iktidarını devam ettirmek üzere bir kaldıraç olarak kullandığı açıkça görülüyor. Bu resmi görmek için bir strateji uzmanı olmaya gerek yok.

Bu noktada Hamas’ın durumu dikkat çekici. Zira bazı uzmanlar, Gazze’de Hamas’ın varlığının ve mevcut statükonun devamının İsrail’in menfaatine olduğunu sıklıkla vurguluyor. Bu perspektiften bakılınca İsrail için Hamas “tercih edilen düşman” oluyor. Nedeni oldukça anlaşılabilir, nitekim Hamas İsrail’i tanımıyor, iki devletli çözümü reddediyor, İsrail ve Batılı ülkeler tarafından terör örgütü olarak görülüyor. Hâl böyle olunca da İsrail, “böyle düşman dost başına” yaklaşımını benimsiyor. Ez cümle; her ne kadar yaşananlar Netanyahu’nun siyasi konumunu güçlendirmeye yönelik taktik bir hamle olsa da stratejik bakış açısıyla bu saldırı İsrail’in klasik işgalini genişletme politikasının bir parçası üstelik ne ilk ne de son.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın