‘Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!’

MDN İstanbul

Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu (KÜDENFOR) ve 21. Yüzyıl İçin Planlama Grubu işbirliğinde 15 Kasım 2018 tarihinde Ankara Çukurhan Divan Oteli Konferans Salonunda “Doğu Akdeniz ve Türkiye-1” Çalıştayı düzenlendi
KKTC‘nin 35’inci kuruluş yıldönümünde gerçekleştirilen Çalıştay’da, Türkiye’nin güvenlik ve dış politik gündeminde önem ve önceliğe sahip Doğu Akdeniz konusu; savunma, güvenlik, devletler hukuku ve deniz hukuku alanlarında uzmanlaşmış paydaşlarla dört ayrı oturumda tartışıldı. Gerçekleştirilen dört oturum neticesinde, Türk denizcilik gücünün gelişiminde bir araya gelmenin ve istişarelerde bulunarak ortak akıl üretmenin ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğu sonucu ortaya çıktı.
Türkiye ve KKTC’den akademisyenler, diplomatlar, Amiral ve Generaller ile sivil düşünce kuruluşlarından saha uzmanlarının ve Türkiye’nin Akdeniz politikalarıyla ilgili kurum ve kuruluş temsilcilerinin katıldığı Çalıştay’ın ev sahipliğini yapan KÜDENFOR Direktörü Amiral Cem Gürdeniz açış konuşmasında; 20’inci yüzyılın son 30 yılının Ege merkezli deniz jeopolitiği sorunları ile geçtiğini ancak 21’inci yüzyılda Doğu Akdeniz’in merkeze oturduğunu, zira bu jeopolitik alanın denize çıkışı olan bağımsız sözde Kürdistan’ın kurulma gayretleri; KKTC’nin bağımsız varlığının devamı ve Doğu Akdeniz enerji havzaları gibi üç ayrı alanda Türkiye’nin 21’inci yüzyıl rotasını etkilediğine vurgu yaptı.
21. Yüzyıl Planlama Grubu Kurucusu Prof. Dr. Bilsay Kuruç ise açılışta; 21’inci yüzyıla Türkiye’nin giriş kapısının Akdeniz olduğunu ve Mustafa Kemal’in 1922 yılında Büyük Taarruz’da söylediği ‘’Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir’’ direktifinin devamı niteliğinde devletimizin yeni bir Akdeniz doktrinine ihtiyacı olduğunu dile getirdi.
Çalıştayın Amiral Deniz Kutluk moderatörlüğünde gerçekleşen ilk panelinde ‘Doğu Akdeniz’de Jeopolitik Konjonktür’’ başlığı altında Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren, General (E) Ahmet Yavuz, Deniz Mehmet Irak ve Arda Mevlütoğlu sunumları yer aldı. Bu sunumlarda Doğu Akdeniz’deki siyasi aktörler; deniz yetki alanlarının sınırlandırma sorununun deniz hukuku veçhesi; Doğu Akdeniz deniz güçlerinin savunma teknolojileri ve platformları ile Suriye’de devam eden iç savaş ve müdahalenin Akdeniz’e etkileri tartışıldı.”Siyasi ve askeri varlık,
irademiz var demektir”
Amiral Deniz Kutluk, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de ne ekonomik bölge ne de kıta sahanlığı anlamında bir bölge yaratmadığına, sadece askeri-siyasi olarak varlık kullandığına ve kullanmakta olduğuna dikkat çekerek, ‘’ Türkiye Doğu Akdeniz’de bir yetki alanı ilanında bulunmadığı sürece diğer sahildarlar yaptıkları ilan, iddia vs. ile karşı tepki göstermeye çalışıyor. Bu tepkisini de bir kağıt savaşıyla, müzakereyle yapma şansı az. Oradaki varlığımızı siyasi ve askeri harekâtlarla gösterdiğimiz sürece irademiz tam anlamıyla var demektir. Ancak, Türkiye bu konuda hiç gecikmeden yetki alanını ve kıta sahanlığı bölgesini koordinatlarıyla ilan etmelidir. Ekonomik bölge olarak ilan etseniz de koordinatlarınızı beyan etmek zorundasınız. Türkiye ne yazık ki henüz böyle bir beyanda bulunmadı,’’ şeklinde konuşu.
Prof. Dr. Ergun Türkcan moderatörlüğünde başlayan ikinci panelde; “Doğu Akdeniz’in Ekonomik Önemi’’ başlığı altında üç sunuma yer verildi. Dr. Necdet Pamir “Denizdibi Enerji Kaynak Potansiyeli’’; Kaptan Levent Akson, “Akdeniz’de Enerji Trafiği’’ ve Dr. Yavuz Ege, “GAP Projesi’nin Doğu Akdeniz’e Etkileri’’ konusuna ilişkin görüşlerini paylaştılar.
“KKTC ve Doğu Akdeniz” başlığı altında Amiral Caner Bener moderatörlüğünde icra edilen üçüncü panelde Büyükelçi (E) Onur Öymen Türkiye’nin KKTC bağlamında ‘’Doğu Akdeniz Jeopolitiği’’; Dr. Ahmet Zeki Bulunç, ‘’Türkiye-KKTC Jeopolitik Ortaklığı’’; Yrd. Doç. Dr. Emete Gözügüzelli ‘’GKRY’nin Deniz Stratejileri Karşında Türkiye’nin Hukuki Dayanakları’’ ve son olarak Amiral Mustafa Özbey ‘’KKTC’nin Denizcileşme ve Stratejik İhtiyaçları’’ konusunu gündeme getirdiler.

“İngilizlerin Kıbrıs’da
hakimiyet kurma arzusu”

Büyükelçi (E) Onur Öymen sunumunda Doğu Akdeniz’in hem deniz boyutu hem de stratejik boyutu olduğunu vurgulayarak, tarih boyunca Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin yanı sıra, İngiltere gibi kıyısı olmayan ülkelerin de Doğu Akdeniz’de özellikle de Kıbrıs’da hakimiyet kurma arzusunu dile getirdi. Öymen, ‘’İngiliz Başbakan Ernest Bayben, 1946 yılında savaştan hemen sonra hükümetin savunma komitesine bir rapor sunuyor ve İngiltere’nin o zamanki Dışişleri Bakanı, ‘İngiltere büyük devlet statüsünü koruyacaksa, Akdeniz’deki üstünlüğünü sürdürmelidir’ diyor. İngiliz Genelkurmayı ise bir açıklamasında, ‘İngiltere eğer Ortadoğu’da varlığını sürdürmek istiyorsa, Kıbrıs İngiltere’nin elinde kalmalıdır’ diyor. Fatin Rüştü Zorlu ise daha kapsamlı bir açıklama yapıyor, ‘Kıbrıs, Türkiye’nin savunması ve güvenliği açısından büyük öneme sahiptir. Bir savaşta Kıbrıs hesaba katılmazsa Türkiye’nin kuvvet ve kudretinin sürekliliği sağlanamaz. Lozan Antlaşması’yla Kıbrıs’ın geleceği ilgili taraflar arasında taahhüt edilmesi önemlidir. Kıbrıs’ın Türkiye için stratejik önemi vardır. Savaş halinde Türkiye ancak güney limanları yoluyla beslenecektir. Kıbrıs Adası’na hakim olacak kuvvet, Ege Denizi’ndeki adalara da hakim olursa Türkiye gerçek bir çevirme altına alınmış olur. Hiçbir ülke kendi güvenliğinin dost dahi olsa başka devlete dayanmasına razı olmaz’. Bunlar Kıbrıs’ın stratejik boyutunun o dönemde İngilizler ve Türkler tarafından nasıl görüldüğünü gösteriyor. Bir iki örnek var ki devletlerin karar politikalarının Kıbrıs üzerinde nasıl etkili olduğunu gösteriyor,’’ dedi.

“Zürih Antlaşması’yla
Kıbrıs’taki varlığımız
güvence altında”

Dr. Ahmet Zeki Bulunç ‘’Türkiye-KKTC Jeopolitiği Ortaklığı’’ başlıklı sunumunda Kıbrıs’ta, Rum tarafının self-determinasyon konusunda ne kadar hak ve özgürlüğü varsa Türk tarafının da BM kuralları çerçevesinde aynı haklara sahip olduğu vurgulayarak, ‘’Kıbrıs’la ilgili yapılan anlaşmalar içerisinde bizim için en önemli olan anlaşma Zürih Antlaşması’dır. Bu anlaşma 27 maddeden oluşmaktadır ve Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanmış olan bir anlaşmadır. Bu anlaşmanın temel niteliği, anayasaya bütün maddelerinin değiştirilemez hükümler olarak girmesinden kaynaklanıyor. Öyle bir yapı kurulmuştur ki, orda iki halk anlaşarak bir takım değişiklikler yapmaya çalışsa bile Türkiye taraf olmadığı sürece bu anlaşma değişemeyeceği için temel maddeler de değişemez. Biz, Zürih Antlaşması’yla Kıbrıs’la ilgili bugünkü yapımızı ve bilinirliğimizi güvence altına alan bir yapı oluşturduk. Bu anlamda ben Zürih Antlaşması’nı Lozan Antlaşması’na benzetiyorum. Lozan Antlaşması nasıl ki Türkiye’nin tapusu ise, Zürih Antlaşması da Türkiye’nin Kıbrıs’ta olan varlığını devam ettirmesi konusunda aynı değerdedir,’’ şeklinde konuştu.

“ABD taraflı duruş sergiliyor”
Emete Gözügüzelli, ABD’nin Akdeniz’de taraflı bir duruş sergilediğini ve 7 Aralık’ta GKRY ile masaya oturduğunu belirttiği sunumunda, East-med Boru Hattı Projesi’ne ve 20 Aralık’ta GKRY, İsrail ve Mısır’ın bir araya geleceğine değinerek, ‘’AB’nin projelerine ev sahipliğini yaptığı ve finansal olarak desteklediği projelere baktığımızda Doğu Akdeniz (East-med) Boru Hattı Projesi çok söylenir. Son dönemde Proje’yi AB ve ABD’nin sahiplendiğini görüyoruz. Bu Proje’nin Türk kıta sahanlığından geçirilerek Girit Adası’na taşınması konuşuldu. Mısır, GKRY, İsrail arasında üçlü toplantılar yapıldı ve bu Proje’nin hayata geçirilebileceğine karar verdiler. Saydığımız bu üç devlet içerisine İtalya’nın da eklenmesi bekleniyor. 20 Aralık’ta, hükümetler arası önemli anlaşmayı imzalamak için bu üç ülke bir araya geliyor ve ABD ilk kez bu toplantıya direkt katılma kararı aldı. Yani bu Proje’ye ABD’de dahil olabilir. Burada diğer bir konu da boru hattı projelerini Türk kıta sahanlığından geçirmek istemeleridir. Eğer bu projelere Türkiye rıza gösterirse o zaman, kaybederiz. Çünkü Deniz Sözleşmesi’nin 29’uncu maddesinin üçüncü fıkrasında ‘Hangi devletin kıta sahanlığında boru hattı geçirilecekse, ilgili kıyı devletinin rızası alınmalıdır’ hükmü yer alıyor. Bize bu projeler sunulmadı ve rızamız alınmadı, dolayısıyla buna mutlaka itiraz edilmesi gerekir. AB, bölgede hayata geçirilecek enerji projelerinde Yunanistan ve Fransa ile ortaklaşa hareket ediyor.
Varna Zirvesi’nde Yunanistan, Romanya, Sırbistan, Bulgaristan, İsrail bir araya geliyor. Buradaki gündemde Amerikan kaya gazının Yunanistan’a geçirilmesi ve Yunanistan’dan Bulgaristan’a götürülmesi var. Ancak buradaki esas mesele, East-med’i Ege’den geçirerek Akdeniz’e bağlamayı planlamalarıdır. Yani Ege de yakın bir zamanda kızışacak. 7 Kasım’da ABD ile GKRY arasında deniz ve sıvı güvenliğinin güçlendirilmesi yönünde bir savunma anlaşması imzalandı. ABD’nin ne kadar taraflı bir duruş sergilediğini görüyoruz,’’ dedi.

“KKTC’yi bir yük olarak
değil, ülkü olarak görmeliyiz”

Amiral Mustafa Özbey ise KKTC’nin güvenliğinin Misakı Milli hedefi olduğunu belirttiği sunumunda şunları dile getirdi, ‘’Kıbrıs ve çevresinde deniz yetki alanları içerisinde hidrokarbon bulundu. Bu cevherin oraya ilk etapta refah getirecek olması teoride doğru ama karşımızda bunu paylaşacak irade varsa. O irade size bunu uygun bir oranda veririm diyor ama arkasından da şu koşulları kabul edersen diye ekliyor. KKTC, Atatürk’ün ‘Ordular ilk hedefiniz Akdeniz ileri!’ dediği Misakı Milli hedefidir. Bu kapsamda KKTC’yi siyasi bir yük olarak değil, varımızı yoğumuzu harcamamız gereken bir ülkü olarak görmemiz lazım.’’
Çalıştayın son oturumu olan ve Prof. Dr. Bilsay Kuruç tarafından yönetilen ‘’Ne yapmalı?” konulu panel tüm katılımcıların katkısı ile foruma dönüştürüldü. Bu çerçevede yapılan tüm sunumlar paralelinde Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge veya Kıta Sahanlığı sınırlarımızın bir an önce ilan edilmesi; Mersin Taşucu’nda Deniz Dibi Madenciliği sektörünü de destekleyecek büyük bir tersanenin kurulması; TPAO ve MTA’nın sadece Türk deniz yetki alanlarında değil, aynı zamanda KKTC’nin de hakkı olan sahalarda kuyu açması; sismik araştırma gemilerimizin işletici personelinin Kabotaj Kanunu’na uygun şekilde tamamen Türkleştirilmesi için tedbirler alınması ve KKTC’de acilen deniz üssü kurulması gibi konular gündeme geldi.
Amiral Cem Gürdeniz kapanış konuşmasında; Çalıştay’ın yapıldığı ve KKTC Kuruluş Yıldönümü olan aynı günde 10 numaralı sahada faaliyete başlayan Exxon Mobil üzerinden Türkiye’ye mesaj verildiği ve Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin artık riskler ile değil tehditler ile karşılaşma dönemine girildiğinden bahisle, karşısında büyük bir rakip bloğun oluştuğunu; yakın ve orta vadede Libya, Suriye, Lübnan ve KKTC dışında deniz yetki alanları sınırlandırması konusunda kendi yanına çekebileceği devlet olmadığını vurguladı. Prof. Dr. Kuruç ise kapanış konuşmasında Çalıştayı düzenleme amacının; “Türkiye’nin bir Doğu Akdeniz doktrini olabilir mi? sorusuna cevap aramak olduğunu belirtti. Takvim olarak 21’inci yüzyılda olan Türkiye’nin önündeki engelleri tasfiye etme, Kıbrıs anlaşmazlığını ve Doğu Akdeniz sorununu da aşacak entelektüel birikim ile hukuki ve siyasi güce kavuşması gerektiğinin altını da çizen Kuruç, Atatürk’ün, ‘Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri!’ sözünün Akdeniz medeniyet birikiminde yerimizi alalım komutu olduğunu hatırlattı.

Bunu Paylaşın