Nerede o eski ‘ping’ler?

MDN İstanbul

Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hayrettin Köymen, MarineDeal News’e özel kaleme aldığı makalesinde; gelişmiş teknoloji kullanan donanmaların aktif sonar pinglerini fark etmenin kolay olmadığı örneğini vererek, sualtı akustik bilimi ve buna dayanan güncel teknolojilerin geliştirilmesinin önemine dikkat çekti

Yaşı 60’ın üstünde olanlar SONAR “ping”ini II. Dünya Savaşı’nda Denizaltı Savunma Harbini (DSH) konu alan Hollywood yapımı filmlerden hatırlayacaktır. Daha genç olanların bu filmleri Youtube’da izlediklerini hiç sanmıyorum ama bir kısmı “ping” duyma deneyimini Soğuk Savaş’ı konu alan kült filmlerde, (https://www.youtube.com/watch?v=jr0JaXfKj68) veya DSH konulu bilgisayar oyunlarında yaşamışlardır. “Ping” bir aktif sonarın algılama eylemini gerçekleştirebilmek için yayınladığı basınç darbe sinyaline verilen isimdir.

19 Nisan 2018 günü Koç Müzesi konferans salonunda, Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu (KÜDENFOR) tarafından “Sualtı Akustiği ve SONAR Teknolojilerinde Güncel Paradigmalar” konulu bir forum düzenlendi. Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz’in yönettiği Forum’a yaklaşık 60 sektör temsilcisi, Deniz Kuvvetleri, SSB, TÜBİTAK, Üniversite ve firma mensupları katıldı. Ben de bu foruma konuşmacı olarak katıldım ve 1960’lardan beri geliştirme faaliyetlerinin sürdürüldüğü anlaşılan 2’nci Nesil Sualtı Akustik Teknolojisi olarak adlandırdığım çınlamasız ve örtülü sonar sistemlerinin bu güne kadarki evriminin hikâyesini anlattım. Örtülü sonar sisteminlerinde aktif sonar “ping”leri duyulamıyor ve muhasım platformların almaçları tarafından algılanamıyor. Öyle anlaşılıyor ki, II. Dünya Savaşı filmlerinin vazgeçilmez efekti olan pingler, dünyanın önde gelen donanmaları için artık bir nostaljiden ibaret. Yine öyle anlaşılıyor ki, bizim de dahil olduğumuz bir grup ülke ise bu pingleri kullanmaya devam edecek.

Sualtı akustik biliminin ve buna dayanan güncel teknolojinin güncel perspektifte Türk denizciliği ve denizcilik sektörü açısından irdelenmesi kanımca önemlidir. Gerek forumda tartışılan konu, gerekse bu yazıda irdelemeye çalıştığım konular iç açıcı görünmemekle birlikte çözümlenemez de değildir. Özellikle katma değer üretmek konusunda bir vizyon ve yaklaşım sorunu olduğu bellidir.
Ticari Türk denizciliği, seyrüsefer sistemleri, balıkçılık vb. alanlar açısından, sualtı akustiği teknolojisinin kullanımında, ithal bir teknoloji olması ile ilgili sorunlar dışında görünürde endişe edilecek bir konu bulunmadığı varsayılabilir. Öte yandan, Türkiye’de bu teknolojinin öğrenilememesi, geliştirilememesi, dünya pazarlarında oluşan kazançlara (sadece parasal değil, bilgi ve deneyim olarak da) paydaş olunamaması ise önemli bir zaaftır. Bu türdeki akustik teknolojisi; görece olarak yüksek frekansları kullanır, menzilleri düşüktür, balıkçılık echosounder ve sonarları dışındaki sistemler özel bir kullanıcı becerisi gerektirmez. Balıkçılık için geliştirilmiş akustik sistemler ise hayli karmaşık olmalarına rağmen, kullanılan arayüzler sayesinde ve yüksek frekans/kısa menzil özelliklerinin akustik yayılım açısından sağladığı basitleştirmeler, bu sistemlerin kullanımını radar benzeri bir duruma indirger ve kullanıcının sualtı akustiği birikimine ihtiyaç kalmaz. Türkiye bu sınıftaki uluslararası profesyonel cihaz sanayisi için önemli bir pazardır.

Sualtı akustiğinde diğer önemli bir sivil sektör ise sismolojik çalışma alanıdır. Bu alanda da ihtiyaç sahibi kurumlarımız, sismik araştırma hizmeti veren uluslararası ticari kuruluşlardan tüm hizmeti satın almaktadır ve ihtiyacı gidermektedir. Bu sektörde de hizmet alınan kuruluşların verdiği bilgi ile yetinmek gibi konular dışında pek bir sorun yoktur. Türkiye bu alanda da hem teknoloji açısından hem de hizmet açısından gene önemli bir pazar niteliğindedir.

Konuyla ilgili bir büyük sivil sektör de denizaltı boru hatları, enerji ve telekom kabloları döşeme ve özellikle mevcut hat ve kablolara bakım ve onarım hizmeti veren kuruluşlara sualtı akustik teknoloji çözümleri üreten sektördür. Bu alt sektörün yıllık büyüklüğü yaklaşık 3.5 milyar dolar mertebesindedir. Bu sektörde çeşitli ülkelerdeki kuruluşlarda görevli Türk uzmanlar vardır ama sektörde (bir tek ROV üreticisi HOYTEK firması dışında), Türkiye yoktur. Ayrıca bu sektör de, Türkiye’de yoktur.
Bu sektörün teknolojik ihtiyaçları mayın arama ve avlama faaliyetleri için gereken teknoloji ile örtüşür. Ama bu alanda destek almak için sunulmuş hiçbir ortak amaçlı ara ürün veya sistem çözümü projesi, ülkemizin Ar-Ge’yi desteklemekle görevli kurumları tarafından kabul görmemiştir.

Türk savunma sektörü açısından ise durum bu kadar düz ve açık değildir. Sualtı akustiği açısından savunma sektörümüzü 1979 yılından itibaren, 39 senedir izlemekteyim. Yurtdışında, özellikle ABD ve İngiltere’de bu sektörün değişimini de aynı süredir izlemekteyim. Bilkent Üniversitesi Akustik ve Sualtı Teknolojileri Araştırma Merkezi (BASTA) olarak ise 2007’den bu yana hem sürece katkı yapmakta hem de gelişme süreç ve sorunlarını yakından izlemekteyiz.

Bu alanda gelişmiş savunma teknolojilerini üretebilen ve kullanan ülkelerde, konunun dikkatle açık yazından ve medyadan uzak tutulduğu anlaşılmaktadır. Artık gelişmiş teknoloji kullanan donanmaların aktif sonar pinglerini fark etmek/algılamak öyle her donanmanın harcı değildir. Sualtı akustiğinde yetkin donanmalar bile böyle çağdaş sonar pinglerini çoğu kez fark edememekte, bu alanda yoğun bir teknolojik rekabet sürmektedir.

Ülkemizde 2004 yılına kadar kapalı bir sektör olan sualtı akustiği ve teknolojisi alanında, bu tarihten itibaren MSB ARGE ve SSM, Türk kurum ve şirketlerini de gerek Ar-Ge, gerekse tedarik amaçlı olarak desteklemeye başladı. Bu tarihe kadar sualtı akustiği ve teknolojisi ile hiç ilgilenmemiş, hatta bilinçli bir tercih ile uzak durmuş savunma sanayi şirketleri, bu alanın fonlanacağı bilgileri üzerine bir hafta gibi sürelerde sualtı akustik birimlerini kurarak “üretici” kapasitesinde tedarik ve Ar-Ge projelerine başvurmaya başlamışlardır. İnsan düşünmeden edemiyor, bu kurumlarımız;
– Dünyada askeri ve sivil, kocaman bir pazar varken hiç ilgi göstermedikleri bu bilimsel ve teknolojik olarak karmaşık alana; TÜBİTAK, MSB ARGE ve SSM fonlama eğilimi gösterince niçin hep birlikte hücum ettiler?
– 2004 yılından bu güne kadar sürekli fonlanan bu sektör kurumları, geçen 14 yılda dünya pazarlarında nasıl bir varlığa ve ticari başarıya ulaştılar?

Teknoloji üretmek için bilgi tüketmek gerekir
Sualtı akustiği teknolojisi ve ürünlerini üretmek için, her yeni teknoloji ürününü üretmekte olduğu gibi aşağıdaki aşamaları yaşamak gerekir:
– Önce var olan bilgiye ulaşıp, bu bilgiyi doğru anlayıp, doğru kullanmak öğrenilecek, buna eğitim diyoruz.
– Ulaşılabilen bilgide eksik olanlar saptanacak ve bu bilgiler üretilecek, buna araştırma (AR) diyoruz.
– Edinilen tüm bilgi tüketilerek teknoloji üretilecek (tasarım, prototipler, performans testleri vs.), buna geliştirme (GE) diyoruz.
– Teknoloji ürüne çevrilecek, buna ürün geliştirme (Ür-Ge)* diyoruz.
Türkiye’de Ar-Ge projesi niyetine çıkılan çağrıların isterleri, genellikle, Ür-Ge süreci tamamlanmış ürünlerin broşürlerindeki pazarlamaya yönelik bilgilerden (gerçek performans verileri bile değil) oluşan metriklerdir. Bu yaklaşım yeni bir teknolojinin üretilmesini değil, tam tersine bu yöndeki bir eylemin başarısız olmasını sağlar, projeyi kadük eder. Esas olarak, 2’nci nesil teknolojiye böyle bir pazarlama dokümanı bulunamadığı için, Ar-Ge proje isterleri olarak pazarlama verileri yazılamamakta, bu nedenle de bu alanda hiçbir proje desteklenmemektedir. Olmayan, ulaşılamayan eksik bilginin üretilmesi, bunun için istikşafi deney ve ölçümlerin yapılması anlamına gelen araştırma (AR) faaliyeti ise, görevi Ar-Ge desteklemek ve fonlamak olan kurumlarımızca, desteklenmemesi gereken fuzuli bir eylem olarak görülmektedir.

Bu durumu çok iyi özetlediğini sandığım bir anımı paylaşmak isterim: Yıllar önce ODTÜ Deniz Bilimleri Enstitüsü’nde çalıştığım dönemde, bir yüksek lisans öğrencisine sohbet sırasında, fırında dana rostonun nasıl yapıldığını anlatıyordum. ‘İşte, önce fırını 200o C sıcaklığa çıkarmak gerek, sonra etin her yarım kilogramı için şu kadar olmak üzere fırında kalmalı, sonra dış yüzeyin kavrulması için fırını 230o C sıcaklığa çıkarıp 10 dakika daha beklemek gerek,’ dedim. Gülerek bana, “Hocam, şu son 10 dakika çok etkili, sadece o kısmı yapsak olmaz mı?” demişti.

Bunu Paylaşın