Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, 2007 yılında Münih Güvenlik Zirvesi’nde yaptığı konuşma, Soğuk Savaş sonrası dönemde oluşturulan uluslararası düzenin temeline vurulmuş ilk darbelerden biri olarak kabul ediliyor. Avrupa güvenlik sistemini de derinden sarsmıştı. Putin'in konuşması, Rusya'yı Soğuk Savaş sonrası küresel istikrar sistemine dâhil edileceğine dair optimist görüşleri sadece çöpe atmakla kalmadı, yaklaşık bir yıl sonra Gürcistan’da başlatılan savaşa giden yolları da döşedi.
2025 yılındaki Münih Güvenlik Zirvesi ise bir başka açıdan çok uzun yıllar atıf yapılacak konuşmalara sahne oldu. Soğuk Savaş sonrası Avrupa güvenlik mimarisi 2007 yılında sarsılmıştı, 2025 yılında ise neredeyse yerle bir oldu.
Ukrayna’nın dünyanın üçüncü büyük nükleer stokundan vazgeçtiği 1994 tarihli Budapeşte Muhtırası’ndan günümüze kadar Batı’nın yaptığı hataların birikimi, 2025 yılında tam anlamıyla yüzlerine vurulurken karşılarında Rusya değil, mevcut uluslararası düzenin sahibi olarak görülen ABD’nin olması ise oldukça ironik oldu elbette.
Bilinçli olarak yaratılan çelişkiler çağı
NATO liderliğindeki Kosova Savaşı ve Başkan George W. Bush'un 2003'te Irak'ı işgal etme kararı Rusya’nın sert muhalefetiyle karşılaşmıştı. 2007 yılında Münih’te Putin’in yaptığı konuşmanın da temelini oluşturan bu işgallerin ardından ise dünyanın en önemli gündeminde Ukrayna Savaşı yer almaya devam ediyor. Irak İşgali’nin varlığından şikâyet ederek uluslararası düzeni aşındırmaya başlayan sistem dışı aktörler, Ukrayna’ya yönelik işgalin başrolünde yer alıyor. Rusya'nın nükleer cephaneliğini modernize etmek ve genişletmek, Rus istihbarat servislerini ve faaliyetlerini canlandırmak ve genişletmek, son olarak da orduyu güçlendirmekle geçirilen uzun yıllar sonunda; 2014 yılında kısmî olarak başlayan işgal 2022 yılında tam ölçekli bir savaşa dönüştü.
Avrupalılar, sadece güvenlik mimarilerinin enkazıyla baş başa kalmadı, ayrıca kurulacak masalara da davet edilmediler. ABD ve Rusya kendi aralarında anlaşarak Ukrayna Savaşı’nı bitirme çabalarını somut eylemlere döktüler. Barış görüşmelerine ise Avrupa ve Ukrayna’ya herhangi bir davet gitmedi. Donald Trump ile Putin arasında yapılan telefon görüşmesinin ardından taraflar Suudi Arabistan’da bir araya geldiler. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, Kiev'in görüşmelere davet edilmediğini söylerken, Ukrayna’nın dâhil edilmediği hiçbir anlaşmayı kabul etmeyeceklerini de belirtti.
Zelenski ayrıca Avrupa Silâhlı Kuvvetleri’ni kurma çağrısı da yaptı. Ancak hâlihazırda dahi oldukça hantal olan Avrupa bürokrasisinde sıfırdan bir ordu kurmanın maliyeti ve alacağı zaman düşünüldüğünde gerçekçi bir yaklaşım olarak görünmüyor. Birçok batılı istihbarat kurumunun Rusya'nın 2030 yılına kadar Avrupalı bir NATO müttefikine saldırabilecek araçlara sahip olabileceği yönündeki uyarısına rağmen, birleşik bir Avrupa ordusu kurmak şu ân sadece söylemde kalıyor.
Almanya’nın bir sonraki Şansölyesi olması beklenen Friedrich Mert, Almanya'nın Avrupa'nın merkezinde stratejik bir konumda olduğunu söyleyerek, Almanya’nın AB’nin lideri olma özelliğini geri getireceğini söyledi.
Avrupa’nın savunma harcamaları da gündem olmaya devam ediyor. NATO'nun şu ânki zorunlu tuttuğu GSYİH'nın yüzde 2'lik asgari oranının yüzde 3'e çıkması konuşuluyor. Sadece yeni Amerikan yönetimi değil, NATO Genel Sekreteri Mark Rutte de üye ülkeleri savunma harcamalarını artırmaya çağırdı.
Yeni küresel düzenin işaret fişekleri atıldı
ABD Başkan Yardımcısı JD Vance'in Münih’te Avrupa'nın politikalarına yönelik söylemleri, Avrupalıları bir hayli öfkelendirdi.
Ukrayna’daki savaşı bitirmeye yönelik baskılar Rusya’ya beklenilebileceği üzere büyük bir alan açıyor. Rus ordusu, piyadesinin düşük kalitesi ve alt düzey komuta ve kontrol eksikliği nedeniyle büyük ölçüde yetersiz performans gösterip ağır kayıplar verirken, Trump yönetimi tarafından sahadaki üstünlüğü olmasa da moral üstünlüğü bir hayli eline almış durumda. Ukrayna'nın destekçileri, ülkeye savaşmaya devam etmek için yeterli silâh tedarik etmeyi bıraktıklarında Rus ordusu sahada da üstünlüğü ele geçirebilir.
ABD’nin artık garantör olmaktan vazgeçtiğini deklare etmesinin ardından, gözler umutsuz biçimde Avrupa’ya çevrildi. Ukrayna’nın savaşı kaybetmemek için yeterli, ancak kazanmak için yeterli olmadığı Avrupa desteği, artık her zamankinden daha hayati bir konumda yer alıyor.
ABD’nin NATO ittifakından çıkacağına dair beklentiler ise herhangi bir rasyonel zemine dayanmıyor. Öncelikle Eski Başkan Biden, 2023 yılında Kongre'nin Senato'nun veya Kongre Yasası'nın onayı olmadan herhangi bir başkanın NATO'dan tek taraflı olarak çekilmesini engelleyen bir yasayı onaylamasını sağlamıştı. Ancak Trump yönetimi NATO ittifakının içini boşaltmayı deneyebilir. Transatlantik ilişkilerdeki bu kriz, ufukta uzun süredir görünür olsa da Avrupa liderlerinin tahmin ettiğinden çok daha hızlı gerçekleşti. ABD, bir süredir dış politikadaki odağını Avrupa-Rusya'dan Hint-Pasifik'e kaydırmak istiyor, Trump yönetiminin benimsediği tarz ise daha çok Avrupa’yı kaderine terk edip Pasifik’te Çin’e karşı bir an önce işe girişmek olarak görülüyor.
İngiltere Başbakanı Keir Starmer ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Beyaz Saray'da Başkan ile görüştü. Trump’ın ABD askerlerini Ukrayna’ya konuşlandırmayı net olarak reddetmesi bekleniyor ancak Avrupa güçlerinin bazı ABD askerî yeteneklerinden yararlanmaya çalışacağını ve bununla ilgili Trump’a bir planla gidebileceği söyleniyordu. Ancak Donald Trump, 27 Şubat’ta İngiliz Başbakana; savaş sonrası Ukrayna'daki İngiliz birliklerinin “kendi başlarının çaresine bakabileceklerini” söyledi. Starmer ise, Rusya'nın savaşını sona erdirecek herhangi bir anlaşmanın, Ukrayna'nın güvenliğini sağlamak ve Putin'i tekrar saldırmaktan caydırmak için ABD'nin desteğini gerektireceğini savunuyor.
Çoğunluğu İngiliz ve Fransız askerlerinden oluşacak yaklaşık 30 bin kişilik bir askerî birliğin Ukrayna’ya gidebileceği söylentileri var. Geçtiğimiz günlerde Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda da Trump ile bir araya geldi. Polonya Ukrayna'ya barış gücü askerleri göndermeyi planlamasa da Duda Ukrayna'nın güçlü bir destekçisi ve Trump ile Zelensky arasında diyalog kurmaya çalışıyor.
Tüm bunlara rağmen Başkan Trump, hem Fransız mevkidaşının hem de İngiliz Başbakanın ziyaretleri sırasında Rusya ile ilgili görüşmelerde Avrupa'nın rolü ya da güvenlik garantileri konusunda herhangi bir taahhütte bulunmadı.
Başkan Trump, geçtiğimiz hafta verdiği bir röportajda, Ukrayna'ya yönelik ABD askerî desteğinin devam etmesinin, askerî ekipmanlar da dâhil olmak üzere günlük hayatta ve ileri teknoloji gerektiren birçok cihazda kullanılan kritik hammaddeler için 500 milyar dolarlık bir anlaşmaya bağlı olabileceğini söylemişti. Bu gerçekleşirse Ukrayna’nın oldukça zengin nadir toprak elementlerinin ABD’nin kontrolüne geçmesi ABD-Çin rekabetinin yönünü değiştirebilecek boyutta olabileceği tahmin ediliyor. Ancak Ukrayna’nın bir ülke olarak bağımsızlığını da ortadan kaldırabileceğine inanılıyor. Yine de Zelenski’nin her iki tarafın lityum, nadir toprak elementleri ve titanyum gibi bazı kritik hammaddelerin madenciliğini geliştireceği ve gelirleri paylaşmak üzere ortak bir fon kuracağı yeniden müzakere edilmiş bir Ukrayna-ABD mineraller anlaşmasını imzalamayı kabul etti. 28 Şubat günü Beyaz Saray’da bunu yüz yüze de söylemesi bekleniyor.
Friedrich Merz'in 23 Şubat federal Alman seçimlerinin ardından hükûmeti kurma görevini alır almaz ne yapacağı merak konusu. Atlantikçi bir geçmişe sahip olan Merz’in, Ukrayna ve daha geniş Avrupa güvenliğine selefleri Merkel ve Scholz'dan çok daha sağlam bir yaklaşım benimsemesine kesin gözüyle bakılıyor.
Uluslararası politikalar başlığında, Münih denildiğinde akla sadece 2007’de Putin’in yaptığı konuşma gelmiyor. 1938 yılında İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain, barış ve istikrarı sağladığını düşünerek Münih’te Hitler’le el sıkışmıştı. Tarihin cilvelerinden biri olarak 2025 yılında Münih’teki Güvenlik Zirvesi’yle birlikte Avrupa’daki Amerikan askerî varlığı tartışmaya açıldı. Bunun ötesinde Chamberlain’in yaptığı hataya benzer şekilde Ukrayna’yı Rus yayılmacılığına karşı kaderine terk etme ihtimâli belirdi. Avrupa artık sadece artan belirsizlik ve kendi başına ayakta durma çabalarıyla değil, ABD'ye daha az bağımlı olma ve Ukrayna’ya yardım etme zorunluluğuyla da karşı karşıya gelmiş durumda.
Bir yandan yapay zekâ konusunda ABD ve Çin ile olan rekabette oldukça geri kalmış durumdayken, diğer yandan enerji güvenliğini sağlamak konusunda daha somut adımlar atması gerekiyor. Aşırı sağ partilerin artık iktidarların bir parçası olarak müesses nizamların altındaki halıyı çekiştirmesi de göz ardı edilmemeli elbette. Ve artık tüm bunlar olurken yeni bir güvenlik mimarisi inşa etmek zorunda. Avrupalılar, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından en büyük zorlukla karşı karşıya kaldı demek abartılı olmayacaktır.
Uluslararası düzenin çok kutupluluğa geçip geçmeyeceği tartışmaları Münih Güvenlik Konferansı’nın 2025 zirvesiyle beraber geride kaldı. Artık farklı ülke ve güçlerin yeni düzene nasıl uyum sağlayacağı tartışılıyor; özellikle Avrupa’nın.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.