Mülteci sorunu medeniyet yalanını parçalıyor

MDN İstanbul

Mülteci sorunu dünyayı sıkıştırıyor. Yeni çatışma alanları sorunu büyütüp derinleştirirken AB kendini duvarların arkasına saklıyor, BM giderek işlevsizleşiyor, insan hakları devletlerin çıkarları uğruna yok sayılıyor

Gıda ve su kriziyle birlikte dünyanın yakın gelecekteki en önemli sorunları arasında gösterilen mülteci sorunu giderek büyüyor, büyüdükçe altından kalkılmaz bir hale geliyor. Geçen ay Birleşmiş Milletler’in (BM) açıkladığı son veriler insanlık için kabul edilemez bir tabloyu ortaya koyuyordu.
BM’nin elindeki son rakamlara bakılacak olursa, işkence ve kötü muamele nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalan insan sayısı dünya ölçeğinde 50 milyonu aşmış durumda. Dünya tarihinin yakın döneminin en büyük felaketi olan II. Dünya Savaşı’ndan bu yana yerlerinden edilen insanların sayısının ilk kez bu kadar yüksek seviyeye ulaştığından söz ediliyor. BM Genel Sekreteri Ban Ki moon’un ağzından çıkan sözlerle ifade edilecek olursa “Günümüzde her 15 dakikada bir aile evinden kaçmak zorunda bırakılıyor.”
Sözü edilen insanların 33,3 milyonu kendi ülkelerinde iç göçe zorlandı, 16,7 milyonu ise çoğunlukla komşu ülkelere sığındı. Sadece 2013’te evlerinden edilenlerin sayısı 10 milyon arttı. Tahminen 6,3 milyon kişinin yıllardır hatta on yıllardır mülteci durumunda oldukları belirtiliyor.
Uzun süredir mülteci konumunda yaşayanların arasında en büyük grubu 2,5 milyon kişiyle Afganlar oluşturuyor. Afganistan’ın komşusu Pakistan tahminen 1,6 milyon kişiyle dünyadaki tüm ülkelerden daha fazla mülteciyi barındırıyor.
BM’nin verilerine göre, neredeyse unutulmuş çatışmalar nedeniyle mülteci konumuna düşen binlerce kişi hala mülteci kamplarında. Sadece Tayland ile Burma sınırında, Burma’nın Karen azınlığına mensup 120 bin kişi 20 yıldan uzun bir süredir mülteci kamplarında yaşıyor.
Mültecilerin geri dönmeye zorlanmamalarını savunan BM sık sık çok sayıda mültecinin geri dönüşünün güvenli olmadığını, zaten geri dönecek bir evleri de olmadığını anlatıyor. Kenya’nın Dadaab kampında yaşayan 300 binden fazla çoğunluğu Somalili mülteciler bu durumun örnekleri arasında. BM bazı kampların artık kalıcı hale geldiğini kabul edeli çok oldu.

Kapılar açılmalı
Rakamların işaret ettiği bu inanılmaz trajedinin en fazla yoğunlaştığı ülkeler savaş ve çatışmaların dinmediği Suriye, Mali, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Güney Sudan.
Suriye’deki çatışma milyonlarca kişinin birden fazla kez yerinden edilmesine neden oldu. Çok sayıda aile gıda, su, barınma ve sağlığa erişimleri halen ileri derecede kısıtlı ve çatışmalı bölgelerde bulundukları için yardım kuruluşlarının onlara ulaşması oldukça zor.
Lübnan, Ürdün ve Türkiye kapılarını mültecilere açtı, sadece Lübnan şu anda bir milyondan fazla Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapıyor. Ancak bu konuda üstüne düşenleri yerine getirmeyen ülkeler de var. Uluslararası Af Örgütü’nün geçen senenin sonunda yayımlanan Büyük Kale Avrupa adlı raporunda, Suriye’den acınacak derecede az sayıda mülteci yerleştirmeye razı olan Avrupalı liderleri eleştiriyor ve “utançla başlarını öne eğmeleri” gerektiği belirtiliyordu.
Uluslararası Af Örgütü’nün kayıtlarına göre, küresel mülteci krizine en az katkıyı sağlayan ülkeler Suriye ile ilgili “anlamlı her türlü eylemin önünü kesen” ülkelerle aynı: 2013’te en az 435 bin kişi Avrupa Birliği’ne sığınma talebinde bulundu ama sadece 136 bini buna hak kazanabildi. Rusya ve Çin 2013 yılında mülteci kabul etmedi, ABD ise sadece 36 Suriyeli mülteciye kapılarını açtı. Bu üç ülke de BM Güvenlik Konseyi’nde veto hakkına sahip güçlü ülkeler.
Uluslararası Af Örgütü’nün birkaç verisini altalta koymak Avrupa’nın mülteciler konusunda tavrının ne olduğunu anlamak için yeterli:
– Sadece 10 Avrupa Birliği üyesi ülke Suriyeli mültecilere yerleşim yeri ve insani kabul yerleri sundu.
-Almanya açık ara en cömert olan yer: 10 bin mülteci ya da AB’nin toplamda verdiği sözün yüzde 80’ini alma sözü verdi.
– Almanya haricinde, kalan 27 AB üyesi ülke Suriye’den sadece 2340 mülteci almayı teklif etti.
-Fransa sadece 500 yer ya da Suriye’den kaçan toplam kişi sayısının yüzde 0.02’sini önerdi.
– İspanya sadece 30 kişi ya da Suriye’den gelen mültecilerin yüzde 0.001’ini almayı kabul etti.
– 18 AB üyesi devlet -Birleşik Krallık ve İtalya da dahil- hiç yer teklif etmedi.

BM’nin işlevi
Bu tablo başka kritik bir noktaya da dikkati çekiyor… Irak’taki gibi yeni çatışma alanlarının ortaya çıkmasıyla bu sene daha da fazla kişinin zorunlu olarak evlerini terk edeceğini tahmin etmek zor değil. Ancak en çarpıcı ve üzücü olan noktalardan biri mevcut çatışmaların bitmek tükenmek bilmemesi. Bu durum öncelikle BM’nin sorunun kaynakları üzerindeki çabalarında ciddi biçimde başarısız olduğunu gösteriyor.
Uluslararası Af Örgütü geçen ay yayımladığı bildiride bu konuya dikkat çekerek BM Güvenlik Konseyi’nin uluslararası barış ve güvenliği sağlama konusunda olağanüstü başarısız olduğunu dile getirdi: “BM Güvenlik Konseyi’nin ve bazı durumlarda BM Genel Sekreterliği’nin Irak, Orta Afrika Cumhuriyeti, Güney Sudan ve Suriye’de süregelen çatışmalara yönelik etkisiz ya da geç gelen tepkileri, şiddet sarmalının artmasına ve sayısız topluluğun anlamlı bir eyleme geçilmeden -o da eğer geçilirse- yıkıma uğramasına yol açtı.”
BM’ye yapılan çağrıda kurumun sivilleri korumak ve milyonlarca insanın evlerinden edilmesini engellemek için daha kararlı bir şekilde hareket etmesi isteniyordu. Örgütün Küresel Sorunlar Direktör Yardımcısı Şerif Elsayid-Ali’nin sözleriyle söyleyelim: “Diplomatlar yöntem sorunlarını tartışırken, evler yakılıp yıkılıyor ve aileler kaçmaya zorlanıyor. Uzun ertelemeler ve veto edilen kararlar BM’nin sözde gücünün başına dert oluyor.”

Türkiye
Sırası gelmişken konunun sadece bugün değil yakın gelecekteki konumu itibarıyla Türkiye’yi de yakından ilgilendirdiğini vurgulamak gerek.
Türkiye’de mülteci hakları alanında çalışan altı saygın sivil toplum kuruluşunun oluşturduğu Mülteci Hakları Koordinasyonu haziranda yaptığı açıklamada Türkiye’nin yakında geçiş ülkesi olmaktan çıkıp iltica ülkesi haline geleceğini ifade ediyordu. “Türkiye’nin karşı karşıya olduğu Suriyeli mülteciler, başta Afgan mülteciler olmak üzere diğer mülteci grupları ve karşılaştıkları sorunlar, geri kabul anlaşmasının imzalanması gibi gelişmeler, Türkiye’nin yakın gelecekte bir geçiş ülkesi olmaktan çıkıp iltica ülkesi olma yolunda ilerleyeceğini ortaya koyan göstergelerdir.”
Şu meşhur Türkiye ile AB arasında imzalanan Geri Kabul Anlaşması! İlk bakışta Türkiye’den AB’ye doğru şekillenen düzensiz  göç  hareketlerinin  önlenmesi  ve  yönetilmesine  dair  bir işbirliği belgesi gibi görünen bu anlaşma, mülteci haklarını savunan, insan hakları odaklı çalışan hemen hemen bütün sivil toplum kuruluşlarını kaygıya sevkeden uygulamaların resmileşmiş hali bir bakıma.
AB’nin özellikle Türkiye gibi Avrupa’ya geçişte köprü olarak kullanılan ülkelerle imzalama hevesinde olduğu ve başardığı geri kabul anlaşmaları, aslında AB ülkelerinin kendilerine doğru gelen göç dalgalarından korunmak, ellerini “bulanık suya” hiç sokmadan “temiz tutma” kaygısının netleştiği politikaların ürünü. Bütün amaç giderek ağırlığı daha artan tedbirler ve yaptırımlarla göçmenleri uzak tutmak, hatta tabiri caizse, göçmenler konusundaki sorumluluğu geçiş ülkelerine atmak. Bunun için AB sınırlarına duvarlar örülüyor, denizler dahil sınırlarda gözetim ve denetime kaynaklar ayrılıyor, bir şekilde AB’ye girmeyi başaran göçmenler geçiş yaptıkları ülkelere iade edilip artık sizin sorununuz deniyor, vs…
Anlaşıldığı üzere AB bu tablo içinde aslında göçmenlerin, mültecilerin sorunlarına yer vermiyor, kendini duvarların ardına saklamaya çalışıyor. Türkiye de imza attığı bu geri kabul anlaşmasıyla buna hizmet ediyor. Oysa Türkiye’nin bu alanda başka yapması gerekenler var: İnsan ticaretini engelleme ve cezalandırma konusunda yasal düzenlemeler, mağdurların anlamlı bir şekilde korunmasının sağlanması, göçmen ve mültecilerin sorunlarını düzenli izleyebilecek ve çözüm önerebilecek bir yapının kurulması ve tabii bunları öfkeli ve otoriter bir devlet politikasıyla değil sivil toplumla elele, işbirliği içinde gerçekleştirmesi…

Bunu Paylaşın