Mavi Ekonomi

MDN İstanbul

Sürdürülebilir ‘‘Mavi Ekonomi’’, mevcut ve gelecek nesiller için sosyal ve ekonomik faydalar sağlayan, deniz ekosistemlerinin çeşitliliğini, üretkenliğini ve dayanıklılığını koruyan, temiz teknolojilerle, yenilenebilir enerji temelli bir ekonomi çeşididir. Ülkemiz de kıyıları ve kıyılarının farklı sektörlere elverişliliği ile bu ekonomiye yönelmek için (her ne kadar geç kalınmış olsa da) oldukça uygun bir coğrafyaya sahip.Hem beşerî hem de jeopolitik öneme sahip denizlerimiz için geliştirilecek mavi ekonomi stratejilerini, günümüz insanının yarınlar için ekeceği fidanlara benzetmek hiç de yanlış olmaz. Mavi ekonomi ile ilgili olarak ülke nüfusunu dikkate aldığımızda az sayıdaki müteşebbisin gayretleriyle olan girişimlerimiz, Devletimiz denizciliği “benimsemeden” başarılabilir mi, emin değiliz.

Bir adanın 4 tarafı denizle çevriliyken, ülkemiz Asya’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan da Asya’ya bir kısrak başı gibi uzanıyor. Bu meridyen ve paralelde yer alan yurdumuzda yeterince denizciye ve denizcilik kültürüne sahip miyiz? Peki, ülkemizin gurur kaynaklarından tersanelerimiz dünya sıralamasında ihracat rekortmeni olabilecek yetenekteyken inşa ettiği sayısız tipte yüksek teknolojili gemiler varken, balıkçı filomuz veya Kabotaj’da yük taşıyan koster filomuz neden çok yaşlı? Modern gemi inşa üretimini yapabilirken neden nitelikli ve örnek bir filoya sahip değiliz? Neden dünya ticaret filosunda ilk 10 arasında değiliz?

Dünya Bankası tarafından en son yayımlanan “Küresel Lojistik Performans Endeksi 2018 Raporu”na göre Türkiye 2018 yılında 3,15 puanla 160 ülke arasında 47’nci sırada yer aldı. Yunanistan dünya deniz ticaret filosunun yüzde 16’sına sahipken Türk bayraklı gemi sayısı günden güne azalıyor. Çok değil bundan sadece iki yıl önce Koster Filosunu Yenileme Projesi’nde güncel rakam olarak duyurulan Türk sahipli 800 adet koster gemisinden şu an sadece “768 gemi” kaldığı söyleniyor.
“Dünyadaki yedinci büyük ekonomi” olarak nitelenen okyanuslardan ve buna bağlı denizlerden 24 trilyon doların üzerinde varlık elde ediliyor. Türkiye bu pastadan ne kadar pay alıyor?

Daha basit ancak yapısal sorunun tam da köküne inen bir soru: Ülkemizde düzenlenen ulusal ya da uluslararası kaç denizcilik festivali var? Denizcilik için üreten kaç düşünür, yazar, çizer, ressam, heykeltıraş, besteci kısaca sanatın 8 dalıyla uğraşan kaç insanımız var, biliyor muyuz?

Milletimizi, denize kıyısından bakmaya mahkûm mu edeceğiz, yoksa akıllı bir denizcilik kalkınma programı ile topyekûn denizcileşmede atak mı yapacağız?
Daha stratejik ve yanıtı çok merak edilen bir soru: Ülkemiz neden Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilanı yapmıyor?

MarineDeal News ekibi her gün bu ve el değmemiş sayısız konu üzerine düşünüyor çözüm için kafa yoruyor. Düşünürken akılda yazıyor, yazarken yeniden düşünüyoruz. Çünkü ülkemizin geleceği denizlerde. Bu sayımızda bizimle birlikte okuyucularımızı da derya deniz maviliklerde düşünmeye davet ediyoruz. Bu davete katılan değerli akademisyenlerimizin görüşlerine de kulak vermeniz dileğiyle.

 

 

Alaettin Sevim / (E) Tuğamiral-Pîrî Reis Üniversitesi Öğretim Görevlisi
‘Bütünleşik kıyı yönetimi ve deniz mekânsal planları hazırlanmalıdır’

 

“Mavi Ekonomi”, denizlerimizin veya denizlerden sağlanan kaynak ve hizmetlerin daha iyi idare edilmesini teşvik eden yeni bir kavramdır. Özellikle deniz çevresi ve insan arasındaki yakın bağları vurgulayarak, ekolojik riskleri önemli ölçüde azaltırken, insan refahını ve sosyal eşitliği geliştirmeyi amaçlayan bir modeldir. Bu tanım çerçevesinde “Mavi Ekonomi”yi, yalnızca ekonomik büyümeyi hedefleyen ve pazar fırsatlarından ibaret bir mekanizma olarak ele almamak gerekir. O, ekonomi refahı artırmanın yanı sıra iklim değişikliği, kaynakların aşırı tüketimi ve çevre kirliliği gibi insan faaliyetlerinden kaynaklanan risk ve tehditlerin denizler üzerindeki yıkıcı etkilerin hafifletilmesine yardımcı olarak, denizlerden sağlanan kaynak ve hizmetler ile denize dayalı geleneksel yaşam biçimlerinin korunmasını ve geliştirilmesini sağlar. Bu doğrultuda “Mavi Ekonomi” ifadesi içindeki “Mavi” kelimesinin “Sürdürülebilir” olarak anlaşılması daha uygun olacaktır. Sonuç olarak; “Mavi Ekonomi” yerine “Mavi Büyüme” terimini kullanarak, bunu bir bütün olarak denizcilik ve ilgili sektörlerde sürdürülebilir büyümeyi desteklemek için geliştirilen uzun vadeli strateji olarak tanımlayabiliriz.

Bu stratejinin önemli ayaklarından birisi girişimciler için gerekli bilgiyi sağlamak ve erişimini kolaylaştırıcı tedbirler almak olmalıdır. Denizcilik ve ilgili sektörlere, kamu otoritelerine ve araştırmacılara verileri bulmalarında ve yeni ürün ve hizmetler geliştirmek için bunları daha verimli kullanmalarına yardımcı olmak gereklidir. Bu kapsamda denizcilik enstitüleri ve araştırma merkezleri kurulmalı, eğitim kurumlarında “Mavi Büyüme” ile ilgili alanlarda eğitim veren programlar açılmalı, bilimsel araştırmalar desteklenmeli, bilgi ve verilerin dağıtımı ve kolay erişimi için ağlar oluşturulmalıdır.

Girişimcilere yatırımları ile ilgili hukuki kesinlik ve güvenceler sağlamak gerekir. “Mavi Büyüme” yatırımları ile ilgili belirsizlikleri ortadan kaldırmak ve deniz ekolojik sistemlerinin sürdürülebilirliğini desteklemek için hukuki altyapı oluşturulmalıdır. Denizlerde faaliyetlerin verimli ve sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesini sağlamak için deniz alanlarının kullanımının planlaması yapılmalı, bütünleşik kıyı yönetimi ve deniz mekânsal planları hazırlanmalıdır.

Karar vericilere denizlerde olup bitenlerin sağlıklı ve kapsamlı resmini vermek için bütünleşik deniz gözetim sistemleri kurulmalıdır.

Sürdürülebilirlik için yüksek potansiyele sahip su ürünleri yetiştiriciliği, yenilenebilir enerji, atıkların değerlendirilmesi, kıyı ve kruvaziyer turizmi, offshore petrol ve gaz, kısa mesafe deniz taşımacılığı, deniz dibi madenciliği ve deniz biyoteknolojisi gibi sektörlerdeki girişimler desteklenmelidir. Bu sektörlerdeki yatırımların ekonomik büyümeye nasıl daha fazla katkıda bulunabileceği ve sürdürülebilirliği iyileştirirken nasıl daha fazla iş imkânı sağlayabileceği araştırılmalıdır.

Silahlı Kuvvetlerimiz ve Sahil Güvenlik Komutanlığımız denizlerden sağlanan faydanın artması ile doğrusal olarak artan deniz hak ve menfaatlerimizi korumak, açık deniz ve kıyı alanları ile deniz yetki alanlarında güvenlik ve emniyeti sağlayacak ve ‘Denizlerde Alan Farkındalığı’nı artıracak sistemler ve teknolojileri geliştirme ve temine çalışmalıdır. Silahlı Kuvvetler, ihtiyaç duyduğu sistem ve teknolojilerin geliştirilmesi ve üretimi için yurtiçi kaynakları tercih ederek, ayrıca eğitim, haritalama, mesaha, veri toplama, deniz dibi araştırmaları gibi alanlarda “Mavi Büyüme” için destek verebilir.

Bugün mevcut birçok iş alanının yakın gelecekte kaybolacağı çok konuşulan bir konudur. “Mavi Büyüme” kaybolan iş imkânlarının yerine yenilerinin konulabilmesi için önemli bir alandır. Denizler birçok insanımız için iş ve kaynak sağlamaktadır. Balıkçılık, deniz taşımacılığı, enerji üretimi ve nakli, turizm gibi ekonomik önemi yüksek sektörleri kapsayan “Mavi Büyüme” genç nüfusumuz için yeni iş sahalarının yaratılmasında da belirleyici rol oynayacak ve istihdamı artıracaktır. Gençlerin, çevrenin korunması konusunda duyarlılıkları her geçen gün artmaktadır. Bu duyarlılık “Mavi Büyüme” ile gençlerin severek çalışacakları yeni iş imkânlarına ve toplum refahının artırılmasına katkıda bulunacak bir çabaya dönüştürülebilir.

“Mavi Büyüme” kazanımları, sadece ekonomik alanda kalmayacaktır. Sosyal alanda sağlanacak kazanımlar ile refahın dengeli dağılımı, cinsiyet eşitliğinin temini ve denize dayalı geleneksel yaşam biçimlerinin korunması gibi konularda da gelişmeler kaydedilecektir.

Sonuç olarak; “Mavi Büyüme”, deniz çevresinin korunmasını esas alarak, çeşitli denizcilik faaliyetlerinin ayrı ayrı yönetilmesi yerine, sürdürülebilirlik temelli birlikte yönetilmelerinden daha fazla katma değer elde edilebileceği düşüncesine dayanmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, sadece denizlerimizi korumanın değil, bunu yaparken denizden sağlanan kaynak ve hizmetlerin sürdürülebilir olarak kullanımının sağlanmasının esas alındığıdır. Bu kapsamda yasaklayıcı değil, koruyucu ve düzenleyici bir yaklaşımdır. Eğer “Mavi Büyüme”yi başarabilirsek deniz çevremizi korurken denizlere dayanan gelişmiş bir refah toplumu kurabilir ve bizden sonraki nesillere daha iyi bir gelecek sağlayabiliriz.

 

 

Prof. Dr. Erhan Aslanoğlu / Pîrî Reis Üniversitesi Ekonomi ve Finans Bölümü Öğretim Üyesi
‘Ulusal Denizcilik Ekonomisi İnovasyon ve Kalkınma Merkezleri oluşturulmalı’

 

‘‘Mavi Ekonomi’’ temelde okyanuslar ve buna bağlı denizlerle ilgili her konuyu kapsayan bir büyüklüğü ifade ediyor. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizin turizmden balıkçılığa, bio-çeşitlilikten ekolojiye, gemi inşaadan deniz ulaşımına, kıyı şehirlerinden enerji ve madenciliğe kadar birçok alanını ilgilendiren bir konudan bahsediyoruz. Her biriyle ilgili farklı politikalar izlense de bundan sonrası için daha bütünsel ve uzun vadeli bir yaklaşıma ihtiyaç var görünüyor.

Gelecek 10 yıllarda küresel ekonominin değişim ve dönüşümünde iklim değişimi ve sürdürülebilirlik en temel parametreler olacak görünüyor. Mavi ekonominin geleceğine ilişkin temel parametrelerin de bunlar olması gerekiyor. Bu çerçevede, ülkemizde de öncelikle mavi ekonominin tüm bileşenlerini kapsayan 5-10 ve 15 yıllık stratejik planlara ihtiyaç bulunuyor. Bu planlar temelde denizlerimizin etkin bir şekilde korunmasını, denizcilik ile ilgili ekonomik aktivitelerin sürdürülebilir bir şekilde planlanması ve yönetilmesini amaçlamalıdır. Doğru planlama doğru veriyle şekillenebilir. Mavi ekonomi ile ilgili yukarıda bahsedilen her alana ilişkin mevcut verilerin bir araya getirilmesi, derinleştirilmesi, frekansının artırılması ve eksik tüm verilerin oluşturulmasına yönelik TÜİK ile bağlantılı bir denizcilik istatistik merkezi oluşturulması gerekiyor.

Ülkemizde mavi ekonominin ilerlemesi için Ulusal Denizcilik Ekonomisi İnovasyon ve Kalkınma Merkezleri oluşturulmalıdır. Denizcilik ile ilgili her alanda yüksek teknolojiyi geliştirmek için Mavi Teknoloji Vadisi oluşturulabilir.

Sağlıklı bir deniz demek yüksek balık stoğuna sahip olmak ve deniz bio-çeşitliliğini korumak demektir. Bu çerçevede, deniz koruma alanları oluşturulması, hem balık çeşitliliği ve stoğunu hem de deniz bio-çeşitliliğini artıracaktır. Burada elde edilecek bir başarı, ülke olarak daha ucuz ve sağlıklı beslenmemize katkıda bulunurken, ihracat yoluyla da ülke ekonomisine önemli destek sağlayacaktır. Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemiz ne yazık ki dünya balık ve su ürünleri pazarında önde gelen ülkeler arasında değildir. Dünya balık ihracatı yıllık 170 milyar doların üzerindedir. Türkiye’nin balık ihracatı 230 milyon dolar civarındadır. Dünya ihracatında yüzde 1 civarında paya sahip olan Türkiye’nin balık ihracatını yüzde 1 seviyesine yaklaştırması 1,5 milyar dolarlık ilave bir gelir anlamına gelir. Her ülkenin deniz kenarında olmadığını düşünecek olursak Türkiye’nin payının çok daha yüksek olmasını bekleyebiliriz. Bu durum planlı bir deniz koruma alanları ile çok ciddi bir gelir artışı anlamına gelir.

Bu değişim turizmin gelişmesine de büyük bir ivme verecektir. Önümüzdeki dönemde turizm hareketliliğinin önemli belirleyenlerinden birisinin ekolojik olarak korunan ve sürdürülebilir bölgeler olmasını beklemek yanlış olmayacaktır. Deniz koruma alanlarını eko-turizm aktiviteleri ile birleştirmek turizm potansiyelini daha da artıracaktır. Bu çerçevede hafif macera dediğimiz bisiklet, dağcılık, dalgıçlık gibi faaliyet alanlarının geliştirilmesi, yerel halkla tanışma, yemeklerini tanıma ve öğrenme, bölgesel mimariyi anlama ve öğrenme, yaban hayatı ve florasını izleme gibi turizmi mikro bazlı çeşitlendirme toplam turizm gelirlerine büyük bir katkı sağlayabilir. Turizm dünyanın 3’üncü büyük ihracat ürünü olarak yer alıyor. Türkiye dünyada en çok turist çeken 8’inci, en çok turizm geliri elde eden 13’üncü ülke. Türkiye açısından mavi ekonominin geliştirilebileceği en güçlü alanlardan birisi turizmdir. Yine bu çerçevede kıyı şehir ve diğer yerleşim alanlarının sürdürülebilirlik anlamında iyi planlanması da büyük önem taşımaktadır.

Küresel ekonomide ABD-Çin arasındaki ticaret savaşı ve pandeminin etkisiyle, tedarik zincirleri önemli bir değişim gösterecek gibi görünmektedir.

Limanlarımızın yenilenmesi, teknolojiyi yoğun kullanması, çevre dostu ve sürdürülebilirlik esasında yapılandırılması Çin’in deniz ipek yolunun bir parçası olarak Türkiye ekonomisinin payını artırarak başlangıçta emek yoğun sektörlerde, zaman içerisinde teknoloji yoğun sektörlerde tedarik ve lojistik merkezi olmasına katkıda bulunabilir.

 

Prof. Dr. Mustafa Sarı / Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı
‘Balıkçılıkta risk yönetimine geçmek belki bir çözüm olabilir’

 

Vatan kavramı egemenlik kadar özgürlük gibi de gelir bana. Zira vatanın sınırları içinde “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir”. Yani vatanı olan millet, vatan çatısı altında özgürce kararlar alır. Kendi evlerimiz de öyle değil mi? Kendi çatımızın, duvarlarımızın arasında istediğimiz gibi yaşıyoruz, kendi kararlarımızı kendimiz alıyoruz. Dünyayı dolaşsak da ayaklarımızı uzatarak oturduğumuz kendi evimizdeki huzuru yakalayamıyoruz. Kendi evimiz, vatanımız aynı zamanda kendimizi en özgür hissettiğimiz yerler. Aynen deniz gibi.

Deniz de sonsuz mavisiyle özgürlüğü çağrıştırıyor. Minicik bir kayıkta, kendimizi kuşlar gibi hür ve özgür hissetmemizin nedeni bu. Orhan Veli de aynen böyle diyor zaten:

“Heeeey!

Ne duruyorsun be, at kendini denize; Geride bekliyenin varmış, aldırma; Görmüyor musun, her yanda hürriyet; Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol; Git gidebildiğin yere.”

Son günlerde sıkça duymaya başladığımız “Mavi Vatan” kavramı doğrusu çok yerinde bir tanımlama. İlk kim kullandı bilmiyorum ama yaygınlaşmasında Deniz Kuvvetlerimizin seçkin amiralleri Cem Gürdeniz ve Cihat Yaycı paşaların çok ciddi katkısı oldu.

Vatanperver bir millet olarak bir çakıl taşını vermemek için canımızı verdiğimiz vatanın Van Gölü büyüklüğündeki topraklarını erozyonla sulara kaptırdık.

Ormanların taş ocaklarından çektiğini artık uydu görüntüleri söylesin. Derelerin HES’ler yüzünden düştüğü acı durum, “dere ıslahı” adı altında devlet yatırımıyla duvarlar arasına sıkıştırılmasının faturası da en son Giresun’da çıktı karşımıza. Tekrar edelim: Bir taşına göz dikenin gözünü oymaya hazırız ama kendimiz vatana sahip çıkmıyoruz. Anadolu, her gün uğradığı doğa tahribatı yüzünden artık “Hüzündolu”.

Ya denizler? Yani mavi vatan?

Akdeniz’in doğusunda ortaya çıkan doğalgaz ve petrol yatakları yüzünden dünyanın tüm sömürgecileri tekrar sınırımızda. Biz de bu durum karşısında tüm gücümüzle Doğu Akdeniz’de çıkarlarımızı korumak ve hakkımız olan payı kaptırmamak için bir taraftan savunma, bir taraftan proaktif bir politika geliştirme çabası içindeyiz.

Acaba “Mavi Vatan” sadece petrol veya doğalgaz kaynaklarına sahip olunca mı kıymetli? Mavi Vatan, çizdiğimiz sınırlar içindeki “mavi su” anlamına mı geliyor?

Mavi vatan için son yıllarda atağa kalktığımıza göre sanki tam olarak böyle anlıyoruz gibi. Dünya ticaretinin halen yüzde 85’inin deniz yoluyla yapıldığı bile bizi uyandırmaya yetmiyor. Denizel biyolojik çeşitlilik mi dediniz?

Yıllar önce GAP projesinin kalbi olan Atatürk Baraj gölüne “kadının statüsünü yükseltme” projesi kapsamında sudak balığı atılacağını duyduğumda, projenin arkasında ülkemizin güzide iş insanlarından birisi olduğunu öğrendim. Bir gazeteci arkadaşım bir görüşme ayarladı ve gidip sudak balığının baraj gölündeki bilinen 31 doğal balık türünü yiyerek tüketeceğini, bu projenin yanlış bilgiler üstüne inşa edildiğini anlattım. O da bana dönüp, “Hoca senin bahsettiğin 31 tür balık satsan kaç para eder? Sudak balığını ben Avrupa’ya bilmem kaç euro fiyatla satıyorum. Bırakın bu boş işleri!” diye çıkışmıştı.

Sanırım bu iş insanının reflektif savunması, ülke olarak balıkçılığa bakışımızı simgeliyor. Çünkü heyecanı dorukta bir üniversite öğrencisi olarak adım attığım balıkçılığın eğitim tarafında şimdi profesör olarak çalışmak bahtiyarlığına erişsem de ülkemiz balıkçılığının sorunlarının bu kadar yıldır değişmeden kronikleştiğini üzülerek gördüm. Kendi penceremden gördüklerimi sizinle paylaşmak istiyorum.

Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde balıkçılığın tarımsal üretim içinde çok önemli bir yerinin olduğunu görüyoruz. Kıyılarımızda yaşamını sürdüren, geliri ülke ortalamasının altında olan kırsal nüfus için küçük teknelerle yapılan küçük ölçekli balıkçılık temel geçim kaynağı olmaya devam etmektedir. Bu bağlamda ülkemizde balıkçılık sektöründe yaklaşık 50 bin kişinin doğrudan, bir bu kadar kişinin de dolaylı olarak istihdam edildiğinin altını çizelim. Diğer bir deyişle balık, fakirin ekmeği. Ancak sayısal olarak baskın olan bu grubun avdan çok az pay alarak, yönetimdeki etkinliğinin çok düşük olduğunu görüyoruz. Ne kimse seslerini duyar, ne sorunlarına çözüm aranır ne de adam yerine konur bu kocaman gurup. Az sayıdaki büyük ölçekli balıkçılık yapan teknelerin ise tam tersine avdan aldıkları payın yüksek olduğunu, balıkçılık yönetiminde de çok etkin olduklarını söylemek mümkün. Yapılan bütün yasal düzenlemelerde konunun uzmanı akademisyenler aksi görüş bildirse bile onların dediği olur.

Ekonomik anlamda Türkiye balıkçılığı dediğimizde aslında Karadeniz’in, onun içinde de hamsi balıkçılığının ön plana çıktığını görüyoruz. Zira toplam avın yüzde 70’inin Karadeniz’den, yüzde 25’inin yarı yarıya Marmara Denizi ve Ege Denizi’nden, yüzde 5’inin ise Akdeniz’den elde edildiğini görüyoruz. Bugün hemen kıyısında bulunduğumuz Marmara Denizi’nin balıkçılık içindeki payının yüzde 12,5 olması önemli. Zira Marmara Denizi, ülkemizi çevreleyen diğer denizlerin hepsinden daha küçük ve etrafında yoğun yerleşim yerleri ile sanayi tesislerine bağlı olarak daha fazla kirliliğe maruz kalmaktadır. Yıllar itibarıyla avcılık içinde değerli balıkların oranının azaldığını, küçük cüsseli daha az değerli türlerin oranının ise arttığını hepimizin artık fark ettiğini ifade etmek isterim.

Dikkatimi çeken diğer bir husus ise toplam su ürünleri üretimi içinde avcılığın payı yıllar içinde sürekli azalırken, yetiştiriciliğin payı gittikçe artmaktadır. Ben bu verileri şöyle okuyorum: Avcılıkla karşılayamadığımız talebi, yetiştiricilik yoluyla karşılamaya çalışıyoruz. Aslında bu durum dünyada da bize benzer. Dünyanın toplam su ürünleri üretimi içinde de avcılık azalırken, yetiştiricilik artış trendinde. Bu da aslında dünyanın ortalama su ürünleri tüketiminin artamadığını, her an düşüş trendine girebileceğini, şimdilik yetiştiricilik yoluyla bu durumun maskelendiği şeklinde yorumlanabilir.

Dünyada kişi başına ortalama balık tüketimi 15 kg civarında seyrediyor. Bizde ise durum neredeyse dünya ortalamasının 1/3’i civarında, yani 5-6 kg mertebesinde. İnsanların gelir seviyesi arttıkça sağlıklı beslenmeye ilgileri artmakta ve bu bağlamda balık tüketimine yöneldikleri bilinen bir eğilim. Ancak bu talebi sadece yetiştiricilikten karşılamanın mümkün olamayacağı da ortada. Bu durumda yapmamız gereken denizlerdeki balık stoklarımızı korumak, mümkünse zenginleştirmek, sürdürülebilirlik prensiplerine göre avlamak. Bunu da balıkçılık sektörünün tüm paydaşlarını, etkin katılımcılık prensiplerini dikkate alarak bir araya getirmek yoluyla yapmak en doğru yol olacaktır. Zira sorunu çözmek için, soruna taraf olanların da katkısını almak, onları da çözümün parçası haline getirmek gerek. Bu bağlamda hem küçük ölçekli hem endüstriyel balıkçılarımızın karar alma süreçlerine birlikte etkin katılımlarının sağlanması, ülkemiz balıkçılığının yönetilmesinde üniversitelerimizin ürettiği bilimsel bilgiden daha çok yararlanılması gerektiğini düşünüyorum. Böylece hem tarımsal üretim içindeki balıkçılığın payını koruyabileceğimizi hem de tüketici taleplerini daha dengeli bir şekilde karşılayabileceğimizi ifade etmek isterim.

Son söz olarak denizleri ve içsularıyla müthiş bir biyolojik zenginliğe sahip olduğumuz halde, bu kaynaklarımızı sürdürülebilirlik prensiplerine göre yönetmediğimiz için hep birlikte çöküşünü seyrediyoruz. Balıkçılığı yönetmekle görevli bürokratlarımızın bunun için çok çalıştıklarını biliyorum ve görüyorum. Ancak hep kriz yönetiyoruz. Deniz kirlenmiş, balık aşırı avlanmış, balıkçı filosu kontrolsüz artmış, balıkçılığı yönetenlerden şu anda bir mucize bekliyoruz. Bu mümkün değil ve olmayacak. Ancak uzun vadeli, stratejik yönetim planları hazırlayarak, avcılık filosunun sayıca olmasa bile kapasite ve avlama gücü olarak artışını engelleyerek, balıkçılarımızı küçük sübvansiyonlarla avutmak yerine alternatif geçim kaynaklarına yönelmelerini sağlamak, içsularda havza bazlı, denizlerde bütünsel koruma-kullanma dengesini sağlayacak avcılık stratejileri geliştirerek belki kötü gidişi tersine çevirebiliriz. Kısaca krizi yönetmekten vazgeçip, riskleri belirleyerek risk yönetimine geçmek belki bir çözüm olabilir.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın