Koronavirüs ile Jeopolitiğe yansımalar… Uluslararası ilişkiler komada

MDN İstanbul

Koronavirüs salgını gezegende birçok olguyu eşitledi ve ayrım gözetmeksizin insanlığın fabrika ayarlarını test ediyor. Rasyonel yaklaşım ile salgın, insanlarda var olan “korkuları” da açığa çıkarıyor

Dünyanın tamamına yayılan koronavirüs, yalnızca sağlık değil ekonomi ve siyasette de krizlere neden olacak. Salgın hızla, sistematik bir şekilde yayılıyor, doğudan batıya kayıyor ve engel tanımıyor.

Koronavirüs şüphesiz yeni bir dünya düzeninin kurulmasına neden olacak. Bir başka deyişle koronavirüs, zaten kurulmakta olan yeni düzenin ivmelenmesinde bir katalizör görevi üstlenecek. Sonuçta klişe ama geçen ay da belirttiğimiz üzere salgından sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

Totaliter denetim mi, ulusalcı nitelikte bir izolasyon mu? Koronavirüs salgınının yarattığı kriz ortamı şüphesiz bir süre sonra sönümlenecek, lâkin kriz yönetimi esnasında alınan kararlar devletlerin ve bireylerin geleceğini ve hayatını değiştirecek. Devletlerin kısa sürede ve ani reaksiyonla aldıkları ve alacakları kararlar uzun yıllar küresel gündeme yön verecek.

Yuval Noah Harari’nin Financal Times için yazdığı makalede vurguladığı tespit dikkat çekici, “Bu kriz döneminde önümüzde yapılması gereken iki önemli seçim bulunmaktadır. İlki, totaliter denetim ile vatandaş yetkilerinin artırılması, ikincisi ise ulusalcı nitelikte bir izolasyon ile küresel dayanışma arasında seçim yapılması”.

Uluslararası ilişkiler komada

Uluslararası ilişkilerin komada olduğu günümüzde, devletlerin tatbik edebileceği hareket tarzları ne yazık ki sınırlı. Bu nedenle Harari’nin yaklaşımı mâkûl ve kabul edilebilir. Salgın sonrası dönemde küreselleşme taraftarları ile ulus devleti savunanların rekabeti kızışacak.

Sonbaharda ABD’de yapılacak seçimler bu nedenle oldukça önemli, zira dünyanın yeni rotasının belirlenmesine vesile olacak… Trump, devleti önceleyen yaklaşımı savunuyor, karşı cephede ise Biden üzerinden küreselleşme yanlılarının mevzi aldıkları görülüyor. Demokratların küreselleşmeyi savunması ilginç. Peki, Türkiye’deki durum ne? Küreselleşmeyi kimler savunuyor? Ya da güçlü devleti? Bu soruların cevapları çoğumuz için şaşırtıcı olabilir, uyaralım…

ABD tarihinde bir ilk: Felaket düzeni

Bu yazının kaleme alındığı Nisan ayının son haftasında, salgının odağında yer alan ve Federal Hükümet ile eyaletler arasında itilafların her geçen gün derinleştiği ABD’de, aynı anda 50 eyalette “felaket düzeni” yürürlüğe girdi. Bu durum ABD tarihinde bir ilk… Öte yandan batılı ülkelerin çoğunda da radikal ve agresif tedbirler alındığı görülüyor. Örneğin silahlı kuvvetler hemen her ülkede sahaya inmiş durumda. Söz konusu güvenlik endişesi ve korku olunca insanlığın sorgusuz sualsiz alınan tedbirlere itaat ettikleri anlaşılıyor. Tipik bir “obey the master” durumu…

Salgın ortamı bir laboratuvarı andırıyor, böylelikle devletler vatandaşlarının verilen emirlere itaat etme durumlarını da test ediyor. Bireysel özgürlükler kısıtlanırken, güvenlik endişesi insanlığın sesini kısıyor. Bu durumun yansımaları çok farklı olacak, yaşayarak göreceğiz.

Batı’nın çaresizliği

Şurası çok açık, Batılı devletlerin salgın ve salgının tetiklediği krizde sergiledikleri tutum umulmadık bir görüntü sergiledi. ABD sınırlarını kapatıp içine kapanırken, AB ülkeleri de benzer şekilde Schengen’i askıya aldı. Salgın konusunda zor durumda olan İtalya’ya, AB ya da ABD değil, Çin, Rusya, Küba ve Türkiye yardım etti.

Salgın sürecinde akıllarda Çin’in İtalya’ya uçaklarla sağlık malzemesi gönderdiği, Rus askeri araçlarının İtalya caddelerinde Rus bayrağı dalgalandırdığı ve Rus doktorların Bergamo kentinde İtalyan meslektaşları ile mücadele ettiği görüntüler kaldı. Stratejik iletişim gayretleri yüksek vites sürdürüldü. Elbette Çin de Rusya da krizi fırsata çevirmeye çalışıyor.

AB’de derinleşen çatlak

Salgın sonrası AB’de oluşan çatlak, üyeler arasında öteden beri var olan kuzey-güney gerilimini ivmelendirdi. İtalya Başbakanı Conte, koronavirüsün ekonomik etkisiyle mücadele etmek üzere AB’nin ortak tahvil (Korona tahvili) çıkarma taleplerini reddeden Almanya’yı çok sert eleştirdi.

Conte’nin, “İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana en büyük şoku yaşıyoruz. Bu yüzden Avrupa bu krize güncel bir cevap vermek zorunda. Bir ülkenin sorunları domino etkisi yapabilir, bundan kesinlikle kaçınmalıyız. Tüm ülkeler krizin maliyetini eşit ve mâkûl ölçüde karşılamalı,” değerlendirmesi manifesto niteliğindeydi.

Güneyli İtalya, İspanya ve Portekiz, acil ekonomik destek isterken, kuzeyli Almanya, Hollanda, Avusturya ve Finlandiya gibi ülkeler karşı çıkıyor. Yeni bir Marshall Planı oluşturulmasını öneren İspanya, AB’ye üye ülkelerden 1,5 trilyon euroluk bir fonun oluşturulmasını talep ediyor. Görünen, AB’nin misyonunu tamamlayacağı günler hızla yaklaşıyor.

NATO’nun çaresizliği

Salgının tetiklediği çaresizlik NATO’ya da sirayet etti. Genel Sekreter Stoltenberg, Türkiye’nin kargo uçakları ile müttefiklerine gönderdiği yardımları öne çıkararak, teşekkür etmek durumunda kaldı. Bu çok anlaşılabilir bir durum, zira NATO marjında birbirine yardımda bulunan başka bir müttefik yok. Bunun tek istisnası Türkiye oldu.

Salgınının NATO ittifakı içindeki dayanışma bağını da zayıflattığı görüldü. Kötü gidişi durdurmak için NATO, Nisan ayında aldığı bir kararla; “İttifakın sadece bir savunma teşkilatı değil, aynı zamanda bir lojistik destek teşkilatı olduğunu” açıklamak durumunda kaldı. Ancak rasyonel olmayan bu yaklaşım karşılık bulamadı. İngiltere, İtalya ve İspanya gibi üyelerin durumları ortada.

Salgının algı ve imaj boyutu da önemli. Bu optikten bakıldığında NATO ciddi bir güven erozyonuna uğradı. Yaşanan süreçte NATO’nun küresel anlamda kendisine atfedilen gücün karşılığını veremeyen hantal ve bürokratik bir mekanizma olduğu açıkça görüldü. Kısaca NATO, salgında çok kötü bir sınav verdi.

Devletler hasar tespitine başladı

Son 3 aydır salgınla yatıp salgınla kalkıyoruz. Devletler “hasar tespitine” başladı. Tablo oldukça vahim ve karamsar. Şurası çok açık, salgının bitmesi için aşının bulunmasını beklememiz gerekiyor. Alınan agresif tedbirler salgının yayılma hızını kontrol etmekten ve sağlık sisteminin çökmesini engellemekten ibaret. Bu madalyonun görünen yüzü. Arka planda ise tüm aktörler kendi güçleri ve özgül ağırlıkları nispetinde “salgın sonrası döneme” hazırlanıyor.

İyi hazırlanan ve ayakta kalan devletler şüphesiz yeni dönemde belirleyici güç ve oyun kurucu olacaklar. Yerinde stratejiler izleyen devletler salgını fırsata çevirmeye çalışacak. Süreci en az hasarla atlatanlar küresel denklemi etkileyecek hamleler yapacak. Mücadele başladı bile…

Küresel aktörlerin pozisyonları

Genel görüşe göre Çin, salgından güçlenerek çıkacak ve dünya liderliğini üstlenecek. Aslında dünyanın fabrikası olan Çin, salgın olmasaydı da ABD’yi geride bırakıp küresel lider olacaktı.

Salgının neden olduğu konjonktür değişikliği, başta ABD olmak üzere İngiltere ve son olarak Fransa’nın Çin’i suçlamasına, hedef tahtasına koymalarına neden oldu. Çin üzerindeki uluslararası baskı her geçen gün artıyor. Batı’da Çin karşıtlığının domino etkisi yapmaya başladığı görülüyor.

Koronavirüs mü? Çin virüsü mü?

Koronavirüse ısrarla “Çin virüsü” diyen ABD Başkanı Trump, “Çin’in salgının sonuçlarıyla yüzleşmesi gerekiyor” argümanını diline doladı. Son olarak Avustralya Hükümeti Çin’e karşı “uluslararası soruşturma” talep etti. Çin’e karşı küresel ölçekli bir bloğun teşkil edilmeye çalışıldığı görülüyor.

Salgın sonrası dönemde ABD ve ardılları Çin’i koronavirüs meselesinden sorumlu tutacak, hatta ekonomilerinde meydana gelen zararlarının karşılanmasını dahi talep edecekler. Elbette Çin’in böyle bir dayatmayı kabul etmesi olası değil. Çin Hükümet Sözcüsü, ABD’nin ithamlarının mesnetsiz olduğunu açıkladı bile.

Bu durumda zarar iddialarını tazmin etmeyen Çin’e ekonomik yaptırım ve hatta ambargo uygulanabilir. Peki, sonra ne olur? Çin ekonomik anlamda kötü bir darbe alabilir ve küresel liderlik iddiası örselenebilir.

Türkiye’nin izlediği strateji

Koronavirüs ile mücadele kapsamında İspanya, İtalya, İngiltere ve ABD dâhil 57 ülkeye sağlık malzemesi gönderen Türkiye, insani yardım konusunda önemli hamleler yapıyor. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, 104 ülkenin Türkiye’den yardım talebinde bulunduğunu açıkladı.

Türkiye salgınla mücadele ederken, komşularına, Avrupa’ya ve diğer ülkelere yardım edebilecek kadar hazırlıklı ve güçlü olduğuna dair imaj veriyor ve dayanışmanın önemini anlayan ülke görüntüsü sergiliyor.

Burada bir parantez açalım. Tıbbi yardım malzemesi yardımı dışında resmi verilere göre bugüne kadar Kolombiya’ya 26 bin 250, Sırbistan’a bin 500 ve İran’a bin adet test kiti gönderildi.

Örneğin, Kolombiya’daki durum dikkat çekici. Salgının başında koronavirüsün yayılmasını önlemeyi başaramayan Kolombiya, Türkiye’nin gönderdiği test kitleri sonrası strateji değişikliğine gitti ve salgını kontrol altına almada ön alabildi. Ulusal basınımızda çok yer bulmasa da Türkiye’nin desteği Latin Amerika’da ses getirdi.

Yapılan yardımların salgın sonrası dış politikaya olumlu yansımaları bekleniyor. İspanya, İtalya ve İngiltere kamuoylarında oluşan sempati dikkat çekici. Zor zamanlarda, çaresiz durumdaki insanlara yapılan yardımların şüphesiz bir karşılığı olacak.

Satrancı iyi oynayabilmek

Türkiye, salgın esnasında izlediği strateji ile NATO’nun güçlü ve etkin bir aktörü olduğunu vurguluyor. Balkanlar’da, Ortadoğu’da ve Afrika’daki ilgi sahalarında etkinliğini pekiştirirken, imajını düzeltiyor. AB ülkeleri ile ilişkilerini onarma yolunda salgını bir manivela olarak kullanıyor, bütüncül bir strateji izlemeye çalışıyor.

Ermenistan ve İsrail’in yardım taleplerine olumlu yanıt verilmesi de izlenen stratejinin uzantısı… Bu durum iki ülke ile iletişim kanallarının açılmasına vesile olabilir. Bu noktada iç kamuoyundan gelebilecek olası tepkilerin salgından istifade ile göz ardı edildiği anlaşılıyor. Ne de olsa kamuoyunun derdi koronavirüs, çoğu insan dış politikayı umursamıyor.

Hâl böyle iken benzer yaklaşımın Suriye özelinde sergilenmesi de düşünülmeli. Zira, Mısır, Suudi Arabistan ve BAE’nin mezhepsel saplantılarını bir tarafa koyup Suriye ile ilişkilerini düzeltme gayretine girdikleri mevcut konjonktürde, Türkiye’ye karşı Suriye özelinde teşkil edilebilecek olası bir eksen, bizi Ortadoğu’da tercih etmediğimiz bir durumla karşı karşıya bırakabilir.

Stratejik körlükleri koronavirüs ile aşmak

Hatırlatalım, içinde bulunulan konjonktür karar vericilere stratejik açmazları ve körlükleri aşmak için uygun fırsatlar sunuyor. Bu nedenle Suriye politikasında değişikliğe gitmek için koronavirüs salgını son fırsat olabilir. Suriye’ye sembolik de olsa insanî yardımda bulunmak mâkûl ve yerinde bir başlangıç olarak düşünülebilir.

Türkiye salgını fırsata çeviren ülkeler arasında yer almak ve salgın sonrası dönemde bölgesel güç vasfını pekiştirmek istiyorsa, Ortadoğu’da nefes almayı hedeflemelidir. Türkiye, ısrarla belirttiğimiz gibi sıklet merkezini Doğu Akdeniz’de teşkil etmeli ve Mavi Vatanı önceleyen stratejiler izlemelidir. Türkiye’nin denizci bir devlet olmayı başaramaması durumunda büyük devlet iddiasını sürdürmesi ne yazık ki mümkün olmayacaktır.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın