KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’a açık mektup

MDN İstanbul

Sayın Cumhurbaşkanım,

İzninizle, mektubuma, önce kendimi tanıtarak başlamak istiyorum.

Ben Emekli Tümamiral Mustafa Özbey. 1996 yılında Genelkurmay Başkanlığı’nda kurulan Yunanistan-Kıbrıs Dairesi’nde göreve başladıktan kısa bir süre sonra, emirlerinizi almak için sizi ziyarete geldim. Daire Başkanı olarak görevlerimden biri de, KKTC Cumhurbaşkanı’na Askeri başdanışmanlık yapmaktı. Bir nezaket ziyareti olacağını düşündüğüm görüşmede, “Bu kadar kısa sürecek bir görüşme ile Kıbrıs konusunu öğrenip, görevinizi yetkin bir şekilde yürütemezsiniz” diyerek, bana tam dört gün ayırdınız ve Kıbrıs’ı benimle birlikte dolaştınız. Ankara’ya döndüğümde, Kıbrıs konusunda bildiklerimin ne kadar sığ, Kıbrıs üzerinde çevrilen dolapların ne kadar derin ve asırlar süren emperyalist planların devamı olduğunu kavramış olarak yeni görevime başladım.Trautbeck-New York ve Glion- Cenevre’de yapılan BM gözetimindeki toplumlar arası görüşmelere, askeri başdanışmanınız olarak katıldım. Müzakereye açılan belgelerde gizlenmiş sinsi tuzakları, hem büyük devlet adamlığı birikiminiz, hem de Birleşik Krallık hukuk sistemine olan mutlak hakimiyetinizle hepimizden önce yakaladığınıza şahit oldum. Bu toplantılarda gözlemci olarak katılan BM Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin; hiçbir yetkileri olmamasına rağmen üzerinizde nasıl korkunç baskı kurmaya çalıştıklarını ve bu baskılar altında normal bir insanın ezilmesi beklenirken, sizin bu baskılardan adeta beslenip, bunları nasıl savuşturduğunuzu imrenerek izledim.Bu görevde bulunduğum iki yıl içinde, gözlemlediğim en önemli nokta, toplumlar arası müzakerelerde, Kıbrıs’ta toprak paylaşımı konusunda pozisyon belirlenirken, Türk ve Rum kesimleri arasındaki hudutta yapılacak “al-ver” konuşuluyordu. Paylaşımda; Deniz Yetki Alanları’nın gelecekte en temel ve büyük mülkiyet hakkını belirleyeceğini Türk tarafının müzakere pozisyonuna eklemek bana nasip oldu diye hâlâ gurur duyarım.

Görevde bulunduğum dönemde Rum Yönetimi’nin parasını ödediği Rus yapımı S-300 Hava Savunma sistemlerinin Kıbrıs’a konuşlanması sizin dirayetli duruşunuz ve Türkiye’nin çok kararlı kriz yönetme becerisi ile defedildi. Yunanistan’ın Girit Adası’nda bulunan S-300 bataryalarının varlığı bu süreç sonucudur.

Gururla andığım bu görevin özeti; Türkiye ile KKTC arasındaki, mükemmel işbirliği ve kararlı politika uygulamalarıdır.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Görevi bıraktıktan sonra da doğal olarak, Kıbrıs konusunu çok yakından izlemeyi sürdürdüm.

Türkiye, istikrarsız koalisyonlar dönemine girdi. Sizi etkisiz hale getirmeden Kıbrıs sorununu hedefledikleri gibi çözemeyeceklerini gören emperyalizm; bir yandan GKRY’yi hiçbir hukuk ve ahlâk değeri ile bağdaşmayacak şekilde AB’ye alma sürecini hızlandırırken, sizi yıpratmak ve etkisiz hale getirmek için her türlü çabayı sürdürdüler. 2004 yılında çözüm için önerilen Annan Planı ve bu planın müzakereleri süresince yaşananlar; Kıbrıs Davası’na ihanetin artık dışarıdan değil, içeriden de taraftar bulduğu çok hazin bir kırılma noktasıdır. AB’nin Türkiye temsilcisi Karen Fogg yönetimindeki “Liboş Gazeteciler”, Annan Planı’nı göklere çıkarırken, sizi yere batırdılar. Sizden sonra o makama oturacak Mehmet Ali Talat, sizi Kıbrıs tarihinden silecek tüm girişimlerin en önünde yer aldı. Türkiye’de iktidara gelen AKP Hükümeti, AB’nin Annan İhanet Planı’nın en büyük destekçisi oldu, Annan Planı kabul edilirse, Türkiye’nin AB’ye giriş sürecinin önü açılır sandı.

Bu ihanet planındaki tüm tuzakları gören ve kendisine “hain” sıfatı bile verilen siz, tüm baskılara rağmen, Türkiye ve KKTC’nin gerçek çıkarlarından taviz vermeden onurlu duruşunuzu korudunuz. Türkiye’de hükümet size, “istenmeyen adam” muamelesi yapmakta bir beis görmedi.

Konunun daha da acı veren tarafı, KKTC için tam bir “yavaş ölüm” planı olan Annan Planı için yapılan referandumda, Türk kesiminin yüzde 65’i “Yes be anam” dedi. Bu planı bile kendi kutsal davaları için yetersiz bulan Rum kesiminde ise, referandumda yüzde 75 “Hayır” sonucu çıktı.

2005 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ise, aday olmayarak görevi, Annan Planı’nın en ateşli savunucusu Mehmet Ali Talat’a bıraktınız.

Emperyalizm tarafından Türklüğü adadan kazımak için kurgulanan Annan Planı Referandumu’ndan sonra, doğal olarak Rum kesiminin cezalandırılması, Türk tarafının ise ödüllendirilmesi beklenirdi. Bunların hiç biri olmadı. Aksine, Rum tarafı ödüllendirilmeye devam etti. Çünkü, GKRY; tüm Kıbrıs’ı temsilen daha referandum bile yapılmadan 1 Mayıs 2004 tarihinde AB’ye tam üye olarak kabul edilmişti. Emperyalizmin bu ahlâk dışı kurgusu karşısında Türkiye ve KKTC kendi aralarında kapsamlı entegrasyon görüşmelerini derhal başlatmaları gerekirken, anlaşılması ve mantıkla açıklanması imkânsız bir şekilde, toplumlar arası görüşmelere devam etmişlerdir.

2018 yılına kadar, göreve gelen her BM Genel Sekreteri, bir Kıbrıs Planı sunmuş, Rum kazanımları yeni plana not edilirken, Türk tarafından yeni tavizler koparacak şekilde müzakere süreçleri yeniden yapılandırılmıştır. BM Genel Sekreterleri değişmekle birlikte, standart bir yazım heyeti, Kıbrıs’taki Türk varlığını görünür gelecekte eritecek önerilerini biraz farklı soslarla müzakere masasına getirmeyi sürdürmüşlerdir. Şimdiki BM Genel Sekreteri Guterres’in sunduğu plan ise, ‘Güvenlik ve Garantiler’ konusunda Rum tarafı lehine adeta “Altın Vuruş” niteliğindedir. Belki inanmayacaksınız ama sizin şimdiki halefiniz Mustafa Akıncı, Guterres Belgesi’nde müzakere için yeterli zemin olduğunu ifade edebilmiştir.

Doğu Akdeniz’de bulunan hidrokarbon yatakları sonrasında, Emperyalizmin; Kıbrıs stratejisi, daha da pervasız ve saldırgan bir hâl almıştır. Türkiye ve KKTC’nin karşısında artık dev bir şer koalisyonu vardır. Bu ortamda Türkiye, kendi deniz yetki alanlarını resmen ilan etmeyerek, karşı tarafa büyük cesaret vermektedir. Mustafa Akıncı’nın açıklamaları Rum tarafını mest etmektedir. Kıbrıs’ta kontrol elimizden süratle kaymaktadır. Caydırmada; diplomasi ve politik kararlılığın en güçlü şekilde önde olması gerekirken bu unsurlarda en zayıf etkinlikte olup, Türk Deniz Kuvvetlerini tek başına sahaya sürmek büyük hatadır. Bu gidişin sürmesi durumunda, kalıcı kayıpların yalnız Kıbrıs’ta değil, Türkiye için de telafi edilemez boyutlarda olacağını yöneticilerin görmelerini umuyorum.

Doğu Akdeniz’de tarihin en büyük askeri yığınağı yapılmaktadır. Kasım ayından itibaren şer koalisyonu arama ve delme faaliyetine başlayacaktır. Şayet, Türkiye ve KKTC’yi yönetenler, çok kapsamlı bir durum değerlendirmesi yapıp, deniz yetki alanlarını derhal ilan edip, kapsamlı bir entegrasyon iradesini en kısa zamanda ortaya koymazlarsa, kaybedilmekte olan ulusal çıkarların yeniden kazanılması için askeri seçeneklere başvurma dışında elde fazla bir seçenek kalmayacağı açıktır. Medya ve Muhalefetin bu korkunç gidişe karşı sessiz kalmaları diğer vahim durumdur.
Sayın Cumhurbaşkanım,

Bu çığlığımı paylaşacağım bir sorumlu bulamadığım için, sizin aziz ruhunuza ulaşmak zorunda kalmış olmam beni kahrediyor.

Onur dolu ömrünüzü adadığınız bu kutsal davanın, 1974 askeri harekâtı ile ulaşılan kazanımlardan, bu noktaya savrulmuş olmasından büyük bir acı çektiğinize inanıyorum.

Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk Halkı’nın yüce çıkarları için tüm ömrünüzü vermenin huzuru içinde ebedi istirahatte olduğunuza inandığım sizi, rahatsız edip üzmüş olabileceğimi düşünerek affınıza sığınıyorum.

En içten saygılarımla Sayın Cumhurbaşkanım.

Ruhunuz şad olsun…
Mustafa Özbey
(E) Tümamiral.
Eski Askeri Başdanışmanınız

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın