Kısaca kaza ve kader

MDN MEDIA

Mali Müşavir Yönetim Danışmanı Özkan Çinar Kahramanmaraş merkezli depremlerle gündeme yeniden gelen “kaza ve kader” kavramları ile toplumsal düzeyde yapılması gerekenleri değerlendirdi

Evrende bir oluşumun meydana gelmesi ve ortaya çıkması için 5 şeye ihtiyaç duyulduğu söylenir. Bunlar fail (etki eden), etki edilen, zaman, mekân ve alet.   

Allah kendini göstermek için kâinatı yaratmıştır. Yalnız her kıymetli hazine gibi aranıp bulunmasını istemiş sebepleri yaratarak da kendini gizlemiştir. İşte bu oluşum için ihtiyaç duyulan şeyler de ilahî kudretin kendini gizlemek için yarattığı aslında birer sebep, yani vasıtadır. 

Yoksa “O, yaşatan ve öldürendir. Bir şeye karar verdiğinde, ona sadece “ol” der, o da oluverir.”1 

Tıpkı ilahî kelamda azametini halk etmesi, icat etmesinde, vasıtanın bulunmadığı, ancak kelam ve hitabında sebep ve vasıtaların bulunduğunu göstermek için “ben” yerine ‘biz”i kullandığı gibi.

İlahi Kudret bile ‘biz’i kullandığı halde, gereğince şükürden yoksun bir ömür geçiren (birçok) insanoğlu sürekli “ben yaptım, sadece ben, ben başardım, ben elde ettim, ben ben ben…” diyerek gurura uğrayabilmektedir. Ne yazık ki, çalışmalarının verdiği başarı neticesinde bir anlık gurura uğraması kendisini başarısızlığa düşürebilmektedir.  

Evrensel (cihanşumül) bir inanma olan kaza ve kader konusunda anlatılmak istenenin bir kısmı da budur.

Allah, hakiki insanı zamanın nesnesi ve yerin malı olmaktan çıkarıp öznesi şerefine nail yapmış, kendine muhatap kılmıştır.

Kaza ve kader inanmasını halk ederek insan ruhunun ahlakî ve manevi cephesinin kuvvetlenmesini sağlamıştır.

Esasen kader; Allah’ın kâinatın başlangıcından kıyamete kadar meydana gelecek bütün nesne ve olayları yaratmadan evvel ilahî kalemle (kalem-i âlâ) kayıt altına alarak murat etmesidir.

Daha basit ifade etmek gerekirse evrende meydana gelen ve gelecek olan tüm varlık ve olayların ilahî bir kanunla belli bir ölçü ve nizamla düzenlenmesidir.

Kaza ise; bu muradın tezahürüdür. Yani oluşudur.

Ancak, “Hiçbir şekilde yazgıya boyun eğmek değildir.” 

Bu bağlamda Şems-i Tebrîzî’ye atfedilen söz şu şekildedir. “Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten, “ne yapalım, kaderimiz böyle” deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergâh bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatının hâkimisin ne de hayat karşısında çaresizsin.”

Şems-i Tebrîzî’nin bu sözünden de anlaşılacağı üzere insana, başarılı olmak için daima çalışmak, her ne şekilde olursa olsun başarısızlığa düştüğü zamanlarda bile karamsarlığa kapılmadan, bunu alın yazısı kabul etmeyip ilahî hukuk zemininde kusurlarını, ahlakî zaaflarını bulup bunları bertaraf ederek tekrar başarılı olmaya çalışmak düşer. Bu mücadelenin nihayetinde insan, takdiri Allah’a bırakarak sonuca razı olabilir. 

Nitekim ilahî kelamda, “Her nefis yaptıklarına karşılık tutulan bir rehindir.”2 buyurulmaktadır. 

Evrende her oluşum ve oluş bir kanunla ve düzenle meydana gelir. Ancak bunların meydana gelebilmesi için bunlara etki eden tesirlerin de meydan gelmesi gereklidir. Örneğin, buğday toprağın altında 8 ay gibi bir süre sabır gösterdikten sonra gerekli nem ve rutubete maruz kalarak yeşillenebilmekte, başak olabilmektedir. Örnekteki nem ve rutubet yeşillenmenin meydana gelmesi için gerekli vasıtalardır. İşte kaza diye tarif ettiğimiz olgu tam da budur. Sebep ve vasıtalar (nem ve rutubet) olacak ki, hadise meydana gelsin. Bunlardan biri eksik olsa idi, kader beklendiği şekilde tecelli etmeyecekti (buğday yeşillenmeyecekti). 

Başka bir örnek verecek olursak; yumurtadan civciv oluşumu için gerekli süre daima 22 gündür (kader). Tavuğun kuluçkaya yatması, folluğun oluşturulması kazadır. Ama siz yumurtayı 22 günden önce folluktan alıp, civciv yerine, yumurtayı pişirmeye meyil ederseniz bu da kazadır. Böyle bir durumda civciv oluşumu için gerekli olan kader tecelli etmeyecektir.

Tüberküloz (verem) yıllar önce çok kişinin ölümüne yol açmıştır. Aşısının bulunamadığı o yıllarda bu insanların ölümünü kader olarak nitelendirebilirsiniz. Ama bu zamanda verem aşısı bulunmuştur. Aşı yaptırmadığı için ölen insanlar için kaderleri böyle imiş, alın yazıları buymuş diyemezsiniz. 

Günümüzden bir örnek verecek olursak, ormanlar yağmur getirmeleri en önemli vasıta olarak halk edilmiştir (kader). Sürekli ağaçları yok ederek, imar alanları açıp betonlaşmaya giderseniz (kaza), susuzluk var, barajlar boş diye hiç şikâyet edemez ve tevessül edemezsiniz.

 Depremler de diğer diğer doğal afetler gibi Allah’ın koyduğu kanunlar çerçevesinde cereyan etmektedir. Bu kaderdir. Doğru. Ancak teknolojinin bu denli pik yaptığı, uydulardan fay hatların belirlendiği bir ortamda, şehirlerin fay hatlarına kurulmaları, müteahhitlerin malzemeden çalarak bina inşa etmeleri, denetim şirketleri ve kurumların da bunları denetlemeyerek insanların ölümüne sebebiyet vermeleri olsa olsa, civciv örneğinde olduğu gibi kadere müdahaledir. Çünkü kader olması gerektiği gibi tecelli edememektedir. 

Kaldı ki, doğa yasaları diye de izah edilen yasalar evrenin her yerinde ve her zaman geçerli olan yasalardır. Devlet aklının da doğanın yasalarıyla uyumlu olmaya ve insanı yaşatmak gibi ayrıca bir sorumluluğu vardır. Bu sebeple devletlerin de onları canlı tutan insanlık ve doğa yasalarına uyumlu adalet mekanizmasını yaşattıkları sürece ayakta kalabilecekleri ve ömür sürebilecekleri şüphe götürmez bir gerçektir.

Evet, ilahî kelamda; “Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadıkça can veremez. Herkesin ömrü bir kayda bağlıdır. Allah sabredenleri görür.”3 buyrulmaktadır. Ancak;

“Bu ayetler dünyada cari hayatı, biyolojik, uzvi kanunların aksi zuhur etmedikçe insana zarar gelmeyeceği ve ölmeyeceği ancak tekâmülünü doldurduğunda normal olarak öleceğini izah etmektedir. Bu inanma insanın ruhundaki korku, keder ve yeisi kökünden koparır götürür.”4

  • 1 Diyanet İşleri Meâli (Yeni), Mü’min Sûresi 68’inci Ayet. 
  • 2 Diyanet İşleri, Kur’ an Yolu, Müddesir Sûresi 38’inci Ayet. 
  • 3 Ali İmrân Sûresi, 110-159’uncu Ayetler.
  • 4 İslamiyette Kaza ve Kader İnanması, Op. Dr. Münir Derman.
ETİKETLER: ,
Bunu Paylaşın