Kimimiz Nutuk söyledik

MDN İstanbul

Yüksek Denizcilik Okulu birinci sınıf öğrencileriyiz.

Dersimiz: Medeni Hukuk.

Hocamız, sınavda soracağı soruyu bize ilk derste ezberletmişti:

“Kanun vazıı“ nedir?

Medeni Kanun, Madde 1: “Hakkında kanunî bir hüküm bulunmayan meselede hâkim örf ve âdete göre, örf ve âdet dahi yoksa kendi vazıı kanun olsaydı bu meseleye dair nasıl bir kaide vazedecek idiyse ona göre hükmeder” yani; “Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hâkim örf ve âdet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir”

Yıllar geçti; katıldığım ya da izlediğim her toplumsal tartışmada, gülerek hep şu soruyu sordum kendime: “Bizde her bir birey, her olayda kendini kanun koyucu yerine koymuyor mu?”

“Ben olsaydım…” diye başlayan cümle ve hemen açıklanan düşüncesi ile nasıl da mutlu olur insan, bir an bile olsa kanun koyucu yerine geçmekle…

Geçen ay, Vitasprit isimli panamax tipi kuru yük gemisi, İstanbul Boğazı güney seyrinde, makine arızası nedeniyle Hekimbaşı Yalısı’na, denizci tabiri ile baş bodoslamadan girdi. Birden “kanun koyucu”lar türedi etrafımızda: Efendim, demir atsa imiş bu kaza olmazmış (daha büyük feleket olurdu), düdük çalmamış, pilot olsa idi bu kaza olmazdı (gemide pilot vardı), römorkör olsa idi Yalı’ya çarpmazdı (yine çarpardı ancak bu kadar süratli değil) ve en tehlikeli görüş; Kanal İstanbul olsa idi bu kaza olmazdı.

Bu yazımda ne Kanal İstanbul ne de Montrö’ye değineceğim çünkü her iki konuda da konuşmak ve yazmaktan sıkıldım.

Şimdi, ben de kendimi çok bilmiş tayfasının içine atıp “kanun koyucu” yapacağım bir an için: Ben devlet olsam ne yapardım?

Oldukça iddialı biliyorum ama dedim ya kanun koyuculuğa soyundum bir kere!

Devlet olmak ve gemi işletmek konularını hep benzetmişimdir. Ne alâka demeyin, bir gemi küçük bir alanda bir devlet değil mi?

Bir devlet (armatör), Türk Boğazlar Sistemi’nde neleri gözetmelidir?

1) Halkının (mürettebatın) can emniyeti ve sağlığını,

2) Çevre kirliliğini engellemeyi,

3) Çevre yapılarının ve geminin selâmetini,

Türk Boğazlar Sistemi’nde (Marmara Denizi dahil) olabilecek en büyük tehlike petrol gaz patlaması ve ham petrol yangınıdır.

İstanbul, maalesef iki kere bu felaketi Independenta ve Nassia tanker kazalarında yaşamış ve her iki kazadan sonra da gerekli dersler çıkarılıp İstanbul ve Çanakkale Boğaz Tüzüğü’nde hayati düzenlemeler yapılmıştır.

Geçen yıl Türk Boğazları’ndan 150 milyon ton ham petrol ve ürünleri, Karadeniz’den tankerlerle Akdeniz’e açılmışlardır.

Bu çok ciddi bir tonajdır. Marmara Bölgesi’nde yaşayan 20 milyon insan göz önüne alındığında, her biri İstanbul şehrini ve Marmara Denizi’ni büyük bir tehlikeye atacak tankerlerin tek yönlü trafikte ve kontrollü olarak seyirleri dahi, akla her zaman Vitasprit kazasını getirecektir.

Bu noktada söylenecek tek söz tankerlerin Türk Boğazları’ndan geçmesini engellemektir.

Bu noktada; “Dur bakalım, ya Montrö!” dediğinizi duyuyorum; elbette, ben yasakladım diyerek bunu yapamazsınız ancak müzakere yolu her zaman açıktır.

2006 senesinde açılan BTC ham petrol boru hattının açıldığı günden bu yana tam kapasite ile çalıştığını ve her yıl 50 milyon ton ham petrolün, Türk Boğazları’nı geçmeden Ceyhan’a indiğini biliyor muydunuz? Başka bir deyişle BTC olmasa idi Türk Boğazları’ndan geçecek tonajın geçen yıl 200 milyon ton olacağını hiç düşündünüz mü?

Türkiye Cumhuriyeti güçlü bir devlettir. Ben, müzakereler ve ikna yolu ile yeni petrol boru hatları açılabileceğini, bugün 75 Amerikan Doları’na ulaşan ham petrol varil fiyatı ile (BTC karar verildiğinde petrolün varili 17 Amerikan Doları idi, yatırım kendini 20 yılda amorti edecek şekilde hesaplanmıştı, 8 yılda amorti etti) bunun çok mümkün olabileceğini düşünen biriyim.

Dedim ya, kendimi kanun koyucu yerine koydum.

Gelelim ikinci düşünceme; tankerler artık geçmiyor ancak tehlike hâlâ mevcut çünkü Boğaz’ın ortasında gemi arıza yapıp kontrolden çıkabiliyor.

Vitasprit kazasından bu yana üzerinde çalışıyorum herkes gibi; amaç, arıza yapan geminin sahile yaklaşmasını önlemek.

Üyesi olduğum Deniz Emniyet Derneği, altında benim de imzam olan bir bildiri yayınladı: İstanbul Boğazı’nda yüzergezer römorkörler.

Kesin bir çözüm mü? Elbette bir noktaya kadar, çünkü Boğaz’da kontrolden çıkan bir gemi akıntı ve üzerindeki atalet ile 3 dakika içinde kendisini sahilde bulabiliyor.

İşte, tam da bu noktada, düşüncemi, daha önce İskenderun’da iskele yapımı süresince 5 yıl birlikte çalıştığım, harika insan, Dolfen Mühendislik sahibi Yasemin Özgen ile paylaştım: Öyle bir yapı oluşturalım ki deniz içinde, gemi hiç bir zaman sahile ulaşamasın.

Yasemin dinledi, düşündü, “Ben sizi arayayım,” deyip telefonu kapattı.

Ertesi gün aradı ve dedi ki, “Sizin önerdiğiniz yapıyı deniz içerisinde oluşturabiliriz, bu mühendislik açısından mümkün, hatta Tekirdağ Limanı’nda başarı ile uygulandı!”

Efendim, sistemin adı: Palplanj uygulaması.

İstanbul Boğazı’nda çakma yöntemi ile hiç bir deniz yapısı yapılamaz, çakma sırasında çevreye vereceği zarar nedeniyle, ancak palplanj sistemi delme ile oluyor ve çevreye hiç bir olumsuz etkisi de olmuyor.

Bu sistem, İstanbul Boğazı’nın en tehlikeli ve gerekli yerlerine, örneğin köprü ayakları önüne kurulamaz mı?

Maliyetini araştırmadım ancak şunu biliyorum ki Kanal İstanbul’un maliyetinin yanında sözü bile edilmez!

Dileyen, bu sistemi Youtube’dan da inceleyebilir.

Yazımın başında dedim ya; bugün kendimi kanun koyucu yerine koydum…

Benden yazması, sizlerden incelemesi.

Ne demiş Orhan Veli:

Neler yapmadık şu vatan için!

Kimimiz öldük,

Kimimiz nutuk söyledik.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın