Kıbrıs Adası’nın yakın tarihine ilişkin önemli notlar paylaşan Tuğgeneral (E) Dr. Cihangir Dumanlı bu makalesinde, KTC’nin ilan edilmesi durumunda Türkiye ile KTC arasında yapılması gereken savunma işbirliğinin olması gereken içeriği hakkında bilgiler paylaşıyor
Kıbrıs Adası iki yönden Türkiye’nin ulusal çıkarlarını ilgilendirmektedir.
Ada Türkiye’ye hasım bir devletin kontrolüne girerse Türkiye’ye yönelik güvenlik tehdidi artacaktır. Buradan atılacak füzeler veya kalkacak uçaklar ülkemizdeki stratejik hedefleri vurma imkânına kavuşacaktır. Bu hasım devlet Ege’de de Adalar’a hâkim bir devlet olursa Türkiye’nin batıdan kuşatılması güneye uzanacak bir savaş durumunda ülkemiz, denizlerden abluka altına alınmış olacaktır. Özellikle petrol ve doğalgaz nakliyatının kilit limanı olan Mersin Limanı dış dünyaya kapanacaktır. Buna izin verilemez.
Ada’ya hâkim olacak hasım devlet, deniz yetki alanları düşünüldüğünde son yıllarda Doğu Akdeniz’de bulunan önemli hidrokarbon kaynaklarının adil paylaşımı konusunda Türkiye aleyhine önemli avantaj elde edecektir. Bu nedenlerle Ada’nın hasım bir devletin kontrolüne girmesi Türkiye’nin güvenlik ve ekonomik yaşamsal ulusal çıkarlarını tehdit eder. Yaşamsal ulusal çıkarları korumak için savaş göze alınır.
Ada’nın Türkiye bakımından ikinci önemi 1570’den itibaren orada yaşayan fakat Rum-Yunan tarafının yayılmacı politikaları sonunda büyük zulümlere uğrayan soydaşlarımızın güven ve refah içinde yaşamalarının sağlanması ihtiyacıdır. Bu da Türkiye’nin moral ve prestij bakımından ulusal çıkarıdır.
Kıbrıs sorununun temelinde Yunanistan’ın irredentist politikası yatmaktadır. 1931’de kurulduğundan itibaren sürekli Türkiye aleyhine genişleyen Yunanistan, Ada’yı ilhak etmek (ENOSİS) hedefini ulusal bir hedef olarak sürdüre gelmiştir. Bu amaca ulaşmada en önemli enstrümanı ise Ada’da çoğunluk olan Rumlardır. Kıbrıslı Rumlar 1953’ten itibaren Yunanistan’ın desteği ile Kıbrıslı Türkleri sistemli baskı ve zulümlerle sindirmeye çalışmış, Türk nüfusu sindirerek Ada’nın tek hâkimi olmak istemişlerdir.
1960’lı yılların başlarında Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasındaki denge ortamında soruna bir çözüm bulmak maksadıyla 1959’da imzalanan Londra ve Zürih Antlaşmaları ile “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla yeni bir devlet kurulmuştur.
Kurucu anlaşmalar Ada’daki Türkleri Rumların düşündüğü gibi bir azınlık değil, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit kurucu ortağı olarak tanımlamış, Anayasa’da Türklere de Rumlarla dengeli yetkiler verilmiştir. Bu anlaşmalar sadece Ada’daki Türklerle Rumlar arasında bir denge kurmamış, aynı zamanda da Kıbrıs konusunda Türkiye ile Yunanistan arasında bir denge kurmuştur. Bu iki devlet ve İngiltere kurulan cumhuriyetin garantörü olmuşlardır. Türkiye ve Yunanistan’ın üye olmadıkları uluslararası bir örgüte Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üye olması yasaklanmıştır.
Ancak Rum-Yunan tarafının ENOSİS iddiaları devam ettiğinden bu Anayasa da çiğnenmiş ve 1963-1974 yılları arasında Türklere yeniden sistemli baskı ve zulüm politikası başlatılmıştır.
1963 ve 1967’de Türkiye’nin kararlı tutumu bu baskıları kısmen durdurmuştur.
Kıbrıs tarihinde önemli dönüm noktası 1974 Barış Harekâtı’dır.
Yunanistan’daki cuntanın yönlendirmesi ile Ada’da darbe yapılarak ENOSİS ilan edilmiştir. Türkiye, Londra Antlaşması’ndan doğan garantörlük hakkına dayanarak askeri müdahalede bulunmuştur.
Her askeri harekât bir siyasi hedef için yapılır. Barış Harekâtı’nın siyasi hedefi Ada’nın Rum-Yunan tarafının kontrolüne geçmesine engel olmak ve Kıbrıslı Türklerin barış ve huzur içinde varlıklarını devam ettirebilecekleri bir ortamı sağlamaktır.
1974 Barış Harekâtı sonunda o zamana kadar karma yerleşim yerlerinde yaşayan her iki toplumun fiziki olarak ayrılması ve Türk askeri varlığı sayesinde, 47 yıldır Ada’da huzur ve güvenlik sağlanmıştır.
Barış Harekâtı sonunda elde edilen askeri hedefler siyasi hedefi gerçekleştirmek yolunda önemli bir kazanım olmuştur. Ancak Rum-Yunan tarafının uzlaşmaz tutumu yüzünden Harekât’tan sonraki 47 yılda adil ve kalıcı bir siyasi çözüm sağlanamamıştır.
1974 sonrası siyasi çözüm bulma çabaları bu yazının kapsamı dışındadır. Ancak Türkiye ve Kıbrıs Türkleri Birleşmiş Milletler tarafından sunulan tüm siyasi çözüm projelerine olumlu karşılık vermesine rağmen daima daha çok isteyen Rum-Yunan tarafının olumsuz tavrı nedeniyle adil ve kalıcı siyasi çözüme ulaşılamamıştır. 2004 yılındaki Annan Planı, Türkiye ve Kıbrıslı Türkler aleyhine hususlar içermesine rağmen AB üyeliği vadedilen KKTC tarafından kabul; daha çok istekleri olan GKRY tarafından ise reddedilmiştir. Buna rağmen GKRY AB’ye alınmış, KKTC’ye ise AB ambargoları uygulanmıştır. Rumlar kendilerini Kıbrıs Cumhuriyeti’nin asıl sahibi, Türkleri azınlık ve Türkiye’yi işgalci olarak gördükleri sürece bir çözüme ulaşmak mümkün değildir.
Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimi Avrupa Birliği üyesi olmalarının avantajlarını kullanmaktadırlar.
Bu 47 yıllık çözümsüzlük sürecinden çıkarılacak sonuç şudur: Kıbris’ta iki halk ve iki bölge (vatan) vardır. Türkler 1983’te kurdukları KKTC ile egemen bir devlet olarak Ada’da varlıklarını sürdürmektedir. Ada’da fiilen ve hukuken eşit egemenliğe sahip iki devlet mevcuttur. Bunların ortak bir üst yapıda (federasyon gibi) birleşmeleri mümkün değildir. O halde yapılması gereken, ortak çözüm arayışlarından vazgeçerek Türk tarafının ayrı, bağımsız bir devlet olarak (Kıbrıs Türk Cumhuriyeti: KTC) ilan edilmesi ve uluslararası alanda tanınmasını sağlamaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, son Kıbrıs ziyaretinde bu politikayı benimsediğini açıklamıştır.
KTC ilan edildiği takdirde Türkiye KTC ile savunma işbirliği anlaşması yapmalı, bu anlaşmada şu hususlar yer almalıdır:
- KTC’ye yapılacak saldırı Türkiye’ye yapılmış sayılacaktır.
- Ada’daki Türk askeri varlığı devam edecektir.
- Ada’da Türkiye’ye ait bir deniz üssü kurulacaktır.
Bunlar yapıldığı takdirde Türkiye hem Doğu Akdeniz’deki hak ve çıkarlarının korunması için önemli bir avantaj sağlayacak hem de Kıbrıs Türklerinin güvenliğini garanti altına almış olacaktır.
Bu hareket tarzının sayılan önemli faydalarına karşı en önemli riski, aynı şeylerin Yunanistan’la Kıbrıs Rum kesimi arasında yapılması olasılığıdır. Buna karşı hazırlıklı olunmalıdır.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.