Van Gölü’ndeki endemik bir tür olan İnci Kefali’nin kurtarıcı babası olarak bilinen, hayatını ve kariyerini deniz ekolojisi ve çevreyi korumaya adamış Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Sarı ile Marmara Denizi’nin kanayan yarası müsilajın sebepleri, aşırı avlanma sorunu ve deniz ekosisteminin korunması açısından ‘hemen şimdi’ yapılması ve yapılmaması gerekenlerle, İdarecilerin başarı karnesi hakkında konuştuk
Son yıllarda Marmara denizinde artan deniz salyası sorununu inceliyor ve halkın bu konuda bilgi sahibi olması adına çalışmalar yürütüyorsunuz. Deniz salyası nedir?
Esasında müsilaj ya da kamuoyundaki adıyla deniz salyası. Bizim soluduğumuz havadaki oksijeni üreten minik bitkicikler olan fitoplanktonların deniz şartlarındaki bozulmadan dolayı aşırı çoğalması bu çoğalmaya bağlı strese girmesi ve hücre içinde tuttuğu kompleks şekerleri ve polisakkaritler dışarıya vermesiyle başlayan bir süreç. Yani tamamen deniz şartları içerisinde insanın müdâhil olduğu birtakım bozulmalara fitoplankton dediğimiz minik bitkiciklerin verdiği bir tepki. Azot fosfor dengesi bozuluyor ve ortam sıcaklığı da yüksek olduğunda hızla çoğalıyorlar. Hacimleri onlu rakamlarda olmalıyken milyonlu sayılara ulaşıyor. O kadar çoğalıyorlar ki o sümüksü, salyamsı dediğimiz kompleks şekerleri ve polisakkaritleri dışarıya salıyorlar. Denizin içerisindeki diğer mikroorganizmaların da bunun içerisinde kümelenmesiyle birlikte binlerce kilometre uzunluğunda birbirine dolanmış beyaz ya da krem rengi tüllere dönüşüyorlar. Denizin altında ışıklı bölgede, denizin her tarafında ilk 30 metrelik kısımda labirentler şeklinde yayılıyorlar.
Müsilaj bizim denizle kurduğumuz yanlış ilişkinin sonucu. Benim gibi akademisyenleri bir araya getirip bunun nedenlerini sayar mısınız dese binden fazla sebep sayarız. Ama 3 tane tetikleyici faktörün bu mekanizmada bir araya gelmesi gerekiyor. Bu üçü bir araya geldiğinde müsilaj miktarı felaket boyutuna çıkıyor. Nedir peki bu faktörler? Bunların ilki deniz sıcaklıklarındaki artışlar; Küresel iklim değişikliğine bağlı nedenlerle denizler ısınıyor. Marmara denizi 40 yıllık ortalamalarıyla karşılaştırıldığında 2,5 derece daha sıcak. İkincisi deniz şartlarındaki durağanlık; Marmara Denizi çok orijinal bir deniz. İkili bir su sistemi var. Üstte Karadeniz’in suları kuzeyden güneye doğru akıyor. 25-30 metrede. Altta Akdeniz’in çok tuzlu suları güneyden kuzeye doğru akıyor. Yoğunlukları, sıcaklıkları, tuzlulukları birbirinden farklı bu iki su kütlerini ayıran şey ise aradaki geçiş tabakası. İşte bu geçiş tabakası iki su kütlesinin dikey karışımlarını sınırlandırıyor. Bu da Marmara Denizi’ni diğer denizlere oranla daha durağan yapıyor ve müsilaj gibi oluşumlar için ideal bir ortam oluşturuyor. Yani Marmara Denizi esasında oluşumundan itibaren astımlı bir çocuk gibi doğmuş. Kocaman bir deniz, 11 bin 350 km’lik bir yüzey alanı var ama büyük denizlere iki tane dar boğazla bağlı. Kuzeyde İstanbul, güneyde Çanakkale Boğazı, bu orijinal yapı da ikinci tetikleyiciyi oluşturuyor. Üçüncüsü ise kirlilik. Azot ve fosfor dengesini bozan kirlilik. Marmara Denizi’nin çevresinde 25 milyon insan yaşıyor. Türkiye’nin yarısından fazlasına hizmet sunan bir endüstriyi Marmara’nın çevresinde kümelendirmişiz. Nüfus, endüstri ve bu kalabalığı beslemek adına çok yoğun bir tarım faaliyeti. Bütün bunların atıkları da doğru düzgün arıtılamadan doğrudan denize gönderiliyor. Neden? Çünkü deniz sihirbaz, hokus pokus yapar hâlleder nasıl olsa!
Sonuç olarak bu üç tetikleyici devreye girdiği için 2007, 2008 ve nihayetinde 2021’de felaket boyutunda müsilaj oldu. Şimdi de 2024’ün Ekim ayından itibaren ne yazık ki yeniden çok yoğun bir müsilaj oluşumuyla karşı karşıyayız.
‘Marmara Denizi’ni uzaylılar kirletiyor’
Marmara’yı hasta ediyoruz aslında.
Evet. Bütün çöplerimizi ona döküyoruz. Bir komşunuzun çöplerini düzenli olarak sizin mutfağınıza bıraktığını düşünün.
Yemek masasına koyuluyor aslında. Sonuçta biz oradan çıkan balıkları yiyoruz.
Biz denizi yasalarla alıcı ortam olarak tanımlamışız. Nedir alıcı ortam? Ben her türlü atığı üretmekle serbestim ve sen de benim atıklarımı almak zorundasın. Denizin haberi var mı bundan? Yok. Deniz alıcı ortam değil. Deniz, balıkların, pinaların, yengeçlerin, istiridyelerin, mercanların ve deniz çayırlarının evi. Müsilaj da kurulmuş bu hastalıklı ve yanlış ilişkinin sonucu olarak ortaya çıkıyor.
Siz bizi bir uzman olarak burada uyarıyorsunuz. Sonuç olarak en büyük faktör insan diyebilir miyiz?
Üç tetikleyici arasından ilki olan deniz sıcaklığının artmasının sebebi de küresel ısınmayı tetikleyen insan. Ama şu ânda bunu değiştiremeyiz, Marmara’nın yapısını da değiştiremeyiz. Bizim yapabileceğimiz sadece kirletmemek. Kirlilik yükünü düşürmek ve azaltmak. Dolayısıyla bu üç tetikleyiciden birisini ortadan kaldırmak.
Ama suçlu kim biliyor musunuz?
Biz miyiz?
Hayır, uzaylılar! Marmara Denizi’ni uzaylılar kirletiyor. Biz hepimiz masumuz. Marmara Denizi’nin çevresinde yaşayan bütün sanayi oluşumları yerleşim yerlerinde yaşayan insanlar, tarım arazileri… Biz hepimiz masumu oynamayı seviyoruz.
Evimizi hiç temizlemeden yaşama şansımız olabilir mi? Ya da çöplerimizi hiç atmadan yaşayabilir miyiz?
Hayır!
Tabii ki. Ama biz atıklarımızı gidip arıtmadan Marmara Denizi’ne atabiliyoruz. Sonra da müsilaj olduğu zaman da çok ilginç tepkiler veriyoruz. “Bizim denizi kim kirletti?”
Bana şöyle sorular geliyor; hocam yurtdışından gemilerle azot fosfat getirip Marmara denizine döktükleri doğru mu?
Ben de “Evet. Marmara Denizi’ne azot fosfat dökülüyor ancak yurtdışından gelen gemilerden değil, biz her sifonu çektiğimizde dökülüyor!” dedim. Evimizin kirleneceğine inanıyoruz ama denizin kirleneceğine inanmıyoruz.
Ben yapmadığıma göre, siz yapmadığınıza göre, sanayi hiç yapmadığına göre o zaman tek seçenek kalıyor. Uzaylılar yapıyor.
‘Marmara Denizi’nin ilk 30 metresi örümcek ağı gibi’
Marmara Denizi’nin kurtarılması için ivedilikle alınması gereken kararlar nelerdir?
Marmara Denizi’ndeki müsilajın 3 tetikleyicinden birisini ortadan kaldırmamız gerekiyor. Bunun için en mümkünü de kirliliği ortadan kaldırmak. Nasıl? Denizle kurduğumuz yanlış ilişkiyi değiştirmeliyiz. Bunu da şahsi ve sanayi çapında olarak işbirliği hâlinde hep birlikte gerçekleştirmeliyiz. Marmara Denizi’nin kirlilik yükünü azaltmalıyız çünkü o bir sihirbaz değil. Her ekosistem gibi Marmara ekosisteminin de kaldırabileceği bir yük var.
2021 yılında müsilaj yüzeye çıkınca birden var oldu. Aslında suyun altında sürekli vardı ve kimse görmüyordu. Şu ânda ekim ayı sonundan beri Marmara Denizi’nin ilk 30 metresi örümcek ağı gibi müsilaj ama kimsenin dikkatini çekmiyor. 2021’de de öyle oldu. Biz 2020’nin Ekim ayından bu yana müsilaj geliyor diye kendimizi paraladık ama kimse oralı olmadı 2021’in Nisan ayından sonra ortaya çıkınca herkes müsilajı fark etti. Telaşa kapıldılar. Tüm taraflar bir araya geldi. Birbirine selam vermeyen kurumlar, partiler ve kişiler ortak bir masaya oturdular. Bu tam da istediğimiz şey. Herkes bir araya geldikten sonra da 22 maddelik bir eylem planı yayımlandı. Bu eylem planlarının amacı da Marmara Denizi’nin kirlilik yükünü azaltmaktı. Hızlı bir şekilde 6 Haziran’da ilan edildi ve 8 Haziran’da uygulamaya geçildi. Çok güzel işler yapıldı. Bir koordinasyon kurulu oluşturuldu, bilim kurulu oluşturuldu. Marmara Denizi, adaların da dâhil olduğu bir şekilde özel çevre koruma bölgesi ilan edildi. Bunu ekolojik anlamda oldukça önemsiyoruz. İmar bakımından buna itiraz edenler, eleştirenler ve başka anlamlar yükleyenler olabilir ancak ben mimar değilim, imar işlerini de bilmem. Ekolojiyi bilirim. Ekolojik açıdan da yapılabilecek en doğru şeydi.
Bu kapsamda oldukça doğru adımlar atıldı. Strateji planı oluşturduk. Atık yüklerinin düşmesine yönelik olarak yasal düzenlemeler yaptık. “Marmara Hepimizin” diye bir sayfa oluşturduk. Gemilerden Atık Alınması ve Atıkların Kontrolü Yönetmeliği’nde değişiklikler yaptık. Deşarj limitlerini azalttık. 2024 yılına geldiğimizde yapılan koordinasyon kurulunda da 22 eylemde 19’unun başarılı olarak sürdürüldüğü bize anlatıldı. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın web sitesinin altında “Marmara Hepimizin” diye bir sayfa var. Buraya giren herkes “4’üncü Koordinasyon Sunumu”na tıkladıklarında bu 19 eylemin her birinin yüzde yüz bir biçimde nasıl başarıldığını görebilirler.
3 tane eylemde başarılı olamamışız.
Hangileri?
Marmara’nın kirlilik yükünü azaltamamışız.
Esas konu bu değil miydi? Nasıl başarılı olabiliyoruz o zaman?
22 eylem arasında biz, planlamada, kurullar oluşturmada mevzuat düzenlemeleri yapmada fevkalade başarılıyız. Ancak, bunların hiçbirini uygulamamışız. Evsel atıklardan örnek verirsem, 7 ilin valilerinin, belediye başkanlarının, Çevre Komisyonu Başkanı’nın ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı’nın imzalarının olduğu planın uygulamasına geçildiğinde 2024 yılında sadece yüzde 0,7 ilerleme sağlamışız. 2021 yılında yüzde 51 olan atık arıtma oranını yüzde 51,7’ye çıkartmışız. Yüzde 1 bile değil.
Üniversitelerle ilgili yorum yaparken, “İlk 500’de şu kadar üniversite var, bu kadar akademisyen var, ne yapıyor bunlar?” denilebiliyor. Dünyadaki uygulamalarla kıyaslamalar da yapılabiliyor. Ben bir akademisyen olarak, Mustafa Sarı olarak bu suçu üstleniyorum. Bilim kurulu kurmuşuz ve bu kurul çalışmış, raporunu yazmış. Ne yapılması gerektiğini bütün ince ayrıntısına kadar sunmuş. Sorumlular ortaya çıkmış. Bilim kurulunun sunduğu rapora göre devlet bütün birimleriyle birlikte Marmara Denizi Bütünleşik Strateji Planı’nı yapmış. Görev dağılımı da buna göre yapılmış. Şimdi sonuca geldiğimizde şunu sorabiliriz: Üniversiteler mi, temizleyecek denizi?

“Uygulama söz konusu olduğunda kimse yanaşmıyor”
Bilim yapması gerekeni yapmış. Şimdi sıra uygulamada. Kim uygulayacak? Bu konuda kimse sorumluluk üstlenmek istemiyor her zaman başkasının uygulaması gerektiğini belirtiyorlar. İşte en büyük sorunumuz da burada başlıyor. Yasalarımız çok güzel, planlamalarımız başarılı, kimse deniz kötü olsun istemiyor ama uygulama söz konusu olduğunda kimse buna yanaşmak istemiyor. Çevre Kanunu’nda her şey açık, net ve belirgin. Evsel atıkların sorumluluğu belediyelerin. Endüstrinin kirliliğinin sorumluluğu, özel sektörün kendisi. Siz para kazanacaksınız diye benim çayım, nehrim, gölüm, denizim neden kirleniyor? Para kazanırken siz bunu yapmak zorundasınız. Ruhsatınızı alırken zaten “Ben çevreyi kirletmeyeceğim” diye taahhüt ediyorsunuz. Organize sanayi bölgesi kuruyorsanız zaten buralarda atık arıtma tesisi kurmak zorundasınız. Bireysel bir şirketiniz varsa buranın atıklarını belediyelerin atık toplama merkezlerine teslim edeceğiniz zaman uymanız gereken kurallar var. Her şey açık ve net. Peki kim denetleyecek bunları? Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı.
2021’deki müsilaj probleminden bu yana çevredeki 7 ilin belediye meclislerinin hemen hepsinde konuşma yaptım. Aşağı yukarı bütün belediye başkanlarıyla konuştum. Her konuştuğumda çok mahcup oluyorum çünkü belediye başkanları benden daha duyarlılar aslında. Ben denizin kirlenmesine asla izin vermem diyorlar. Sanayi tesislerinin de sahipleriyle konuşuyorum. Ben ihracat yapıyorum bu kurallara uymazsam ticaret yapamam diyorlar. Bakıyorum o da haklı, eve mahcup olarak dönüyorum. Eve dönünce de eşim Sevil Hanım’a diyorum ki, “Bu Marmara’da senden, benden başka duyarsız insan yok. Bu müsilajın sorumlusu biziz.”
Haklısınız, herkes sözde var ama özde yok. Bir samimiyetsizlik söz konusu. Dünyada bu durum nasıl? Ne gibi adımlar atılıyor?
Dünya deniz koruma alanlarının listelendiği bir websitesi var. Marine Protected Area (MPA) sitesini tıklayanlar karşılarına çıkacak bir harita üzerinden dünyanın her yerindeki deniz koruma alanlarını görebilir. Bu haritada Türkiye’ye geldiğinizdeyse, bir tane deniz koruma alanı göremezsiniz. Dünyada resmî olarak hiçbir deniz koruma alanı ilan etmeyen neredeyse tek ülkeyiz. Nasıl koruyacağız bu denizleri?
Bizim denizle kurduğumuz ilişki alıcı ortam ilişkisi. Biz denizi kirliliklerimizi alacak, atıklarımı alacak ve bizi onlardan kurtaracak bir alan olarak görüyoruz. Bu nedenle de deniz koruma alanı diye bir kavram geliştiremiyoruz. Biz öncelikle denizi kirletmeyeceğiz, sonrasında da yanlış avlanmayacağız. Şu ânda Akdeniz’deki en büyük balıkçı filosu Türkiye’de. Deniz kıyısal alanını tahrip etmeyeceğiz ve bunların sağlanabilmesi için de deniz koruma alanları ilan etmemiz gerekiyor.
Dünya bunu nasıl yapıyor? Müsilaj üzerinden bir örnek daha vermek istiyorum. 2007 ve 2008 yıllarında biz büyük bir müsilaj problemi yaşadık ama kısa sürdüğü için kamuoyunun dikkatini çekmedi, nisan ile haziran ayı arasında sürdüğü için sadece balıkçıların muzdarip olduğu bir durum olarak kaldı. Aynı dönemde Adriyatik Denizi’nde ise bizim 2021 yılında yaşadığımız gibi yoğun bir müsilaj yaşandı. Bizim gibi benzer bir şok yaşayan Adriyatik çevresindeki ülkeler ise bir araya gelerek ortak bir çözüm ürettiler ve kirliliği azaltma kararı aldılar. Bu kararı da doğru uygulayarak tarım tekniklerini ve kullandıkları gübreleri iyileştirdiler, değiştirdiler. Balıkçılıklarını iyileştirdiler, geliştirdiler. Bu sayede de 2008’den beri yoğun bir müsilaj yaşamıyorlar. Bir süre daha az müsilaj oluşumu olacak ancak neredeyse atlattılar diyebiliriz.
Aklın yolu bir, aynısını yapmamız gerekiyor. Kirlilik yükünü azaltmalıyız. Bugün Marmara’da yaşıyoruz, Karadeniz’de de yaşayabiliriz, Ege’de de yasabiliriz ki geçtiğimiz sene yaşadık.
Eğer şimdi önlem almazsak Türkiye’yi bekleyen kötü senaryo nedir?
Ekosistemler sibernetik sistemlerdir. Kendi öz denetimleri vardır. Siz onlara hâkim olamazsınız, kontrol edemezsiniz. Ekosistemler üzerinden yaptığınız çalışmalar da tahminler de tutmaz. Kaotiktir ve karmaşanın düzeni söz konusudur. Bunun için denizlere dair bir sonuç vermek çok zor.
‘Deniz olmazsa yaşam olmaz’
Sıcaklık konusunda bir tahminde bulunabiliriz. Deniz yüzeyi sıcaklıkları bütün dünyada her yıl 0,04 kadar bir artış gösteriyor ortalama olarak. Bu çok korkutucu. 1982 yılından bu yana takip ettiğimizde bunun 1 dereceyi aştığını görüyoruz. Bu oran 1,5 dereceyi aştığında birden fazla felaket bizi bekliyor olacak. Müsilaj da bunlardan birisi. Dolayısıyla iklim değişikliğiyle mücadele konusunda çabayı artırmamız gerekiyor. Sıcaklık sadece müsilaja sebep olmayacak, istilacı türlerin sayısı artacak, kirliliğin farklı ekolojik sorunlarıyla karşılaşacağız. Denizdeki her bir parametredeki değişim iklimi etkiler. Yani bir kördüğüme dönüşür.
Fabrikalar ve belediyeler neden kurdukları atık artıma sistemlerini kullanmıyorlar? Ayrıca derin drenaj sistemi konusunda da bizi aydınlatabilir misiniz?
Neden fabrikalar veya belediyeler arıtma sistemlerini kullanmıyorlar? Neden denetleyenler denetlemiyor? Çünkü suyun kirleneceğine inanmıyorlar. Bir inanç problemi var. Su kirlenmez diyoruz. Evimizdeki çöplerin evimizi kirleteceğine inandığımız ve bizi rahatsız ettiği için onu alıp atıyoruz. Doğadan o kadar koptuk ki insan doğanın bir parçası olduğundan haberdar değil şu ân. İnsan tanrılığa soyundu. Kendisini tanrı sanıyor. Onun için dağları deliyoruz, nehirleri kurutuyoruz, denizlerin kıyılarını dolduruyoruz. Yeniden şekil veriyoruz. Bütün insanlık olarak tanrı gibi davranıyoruz.
Sermaye sahibi, “Ben istihdam sağlıyorum, para kazandırıyorum, fabrikamda 3 bin kişi çalışıyor, onlara ekmek veriyorum,” diye bir çıkışıyor ki bu adam herhâlde benim de sahibim diyorsunuz. Böyle dehşetli bir durumla karşı karşıyayız. Bunun önüne geçecek şey pandemideki gibi bir felaket yaşamamız gerektiği olabilir. Esasında hepimiz o zaman doğadan koptuğumuzda ne olduğunu görmüş olduk.
Aldığımız oksijenin yüzde 50’si denizlerden geliyor. Deniz yoksa yaşam yok. Denizi kirletmek demek kendi yaşamımızı yok etmek demek. Bunu anlamamız ve anlatmamız gerekiyor.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na denetim konusunu sorduğumuz zaman bana yılda 700’ün üstünde denetim yapıldığını gösteriyorlar. Ama yine kâğıt üstünde kalıyor. Birisi sorduğu zaman amirlerine gösterebilmek için denetim yapılıyor.
Derin deşarj ise Marmara Denizi’nin ikili akıntı sistemini kullanarak atıkların Karadeniz’e aktarılmasının sağlanabileceğini aktaran hidroloji inşaat mühendisi akademisyenlerin önerisi. Bu hocalar kendi konularında çok saygın olsalar da ekolojinin “e”sinden anlamıyorlar. Ayrıca bilmediklerini de kabul etmiyorlar. Bu sistem önce İstanbul’da başlıyor. Arıtma tesisi yerine alt akıntıya derin deşarjla bütün atıkları sıvılaştırıp basma fikri başlıyor.
Bunun olmasını sağlayanlar kimler?
Geçmiş dosyalara baktığımda inşaat mühendisi kökenli çevre mühendisliğinde çalışan akademisyenleri görüyorum. Bu konuda çok üzgünüm çünkü 2025 yılında hâlâ bu hocaların imzalarını alan bazı belediyeler derin deşarj konusunda ısrar ediyorlar.
Avrupa’daki bazı nehirlerin ve akarsuların renkleri kararmış ve kötü koku yayar durumda ve ne kadar önlem alırlarsa alsınlar, temizlik yaparlarsa yapsınlar geri dönüşü olmuyor. Bizimkiler ise hâlâ berrak durumda ama buna mı dönüşecek?
Dönüştü diyebiliriz. Marmara Denizi çevresinde 200’den fazla akarsu var. Şırıl şırıl akan, elinizi yüzünüzü rahatça yıkayabileceğiniz bir tane iki tane akarsu kalmıştır diye umut edelim ama üçüncü var mıdır? Bilemiyorum.
O zaman içme suyu kaynaklarımız da kirleniyor diyebilir miyiz? İnsan sağlığını tehdit ettiği söylenebilir mi?
Tabii ki… Üzgünüm ama öyle. İnsan sağlığını tehdit ediyor ve çevresel sorunları artırıyor. Ekolojik sorunlara neden olacak. Biz şu ânda sadece su kirliliğine, deniz kirliliğine odaklanıyoruz ama ekosistem bir bütündür ve bir parçasına zarar verdiğinizde diğer parçalar da savunmaya geçiyor. Ben sizin bir parmağınızı alıp bükmeye çalışırsam önce elinizle, sonra kolunuzla nihayetinde bütün vücudunuzla parmağınızı korumaya çalışırsınız. Biz Marmara Denizi’nde yaptıklarımızla ekosistemin parmağını büküyoruz şu ânda. Nereden tekme yiyeceğimizi bilmiyoruz.
O zaman bir bilim insanı olarak bu şekilde devam edilirse deniz ekosistemlerinin geleceği konusunda umutlu değilsiniz, diyebilir miyiz?
Ben genel anlamda umutlu bir insanım. Bunun nedeni de ekosisteme olan inancım. Ekosistemin de sibernetik bir sistem olması. Sibernetik sistemler özdenetimli sistemlerdir. İdeal duruma göre kurgulanmışlardır. İdeal durum bozulduğunda sistem çıktıları tekrar girdi olarak kullanıp yeni bir ideal durum oluşturur ve o yeni ideal durum hızla eskiye doğru evrilmeye çalışır. 2021 yılındaki müsilajdan sonra bilim kurulunda yapılan tartışmalar esnasında verileri incelerken şunu gördük; bir simülasyon sonucuna göre kirlilik yükünü yüzde 60 azaltırsak, Marmara Denizi, 5 yıl içinde oksijen seviyesini müsilaj öncesi duruma döndürüyor. Çünkü deniz ekosisteminin kendi bir esnekliği var, kendi bir denetim sistemi var.
Bir tane pina bir saatte 6 litre deniz suyunu filtreliyor. Bir metrekare deniz çayırı alanı 10 litreden fazla oksijen üretiyor. Yani deniz ekosisteminin kendi içerisinde bir esnekliği var arıtma sistemi var ancak biz bu kapasiteyi çok aşmış durumdayız. Tekrar o kapasitenin altına düştüğümüz takdirde deniz toparlayacak.
Biz biyoindikatörleri takip ederiz. Bazı türler vardır. Bir yerde bir balık türünü çokça görmeye başladığımızda o balık türü bizim için sayıdan başka şeyleri ifade eder. Bir bölgede deniz atları çoğalmaya başlarsa o bölge temizlenmeye başladı demektir. Bu biyoindikatörleri biz sürekli takip ediyoruz. Ben bunun için her hafta dalıyorum, düzenli olarak. Denizin altında ne olup bittiğini kendi gözlerimle görmeye çalışıyorum. Durumumuz çok kötü, gidişat kötü ama deniz direniyor.
Deniz turizmi ekosistemi nasıl etkiliyor? Balıkçıların bilinçlenmesi konusunda bir akademisyen olarak ne gibi çalışmalar yürütüyorsunuz?
Marmara Denizi orta ve orta alt gelir grubuna hitap eden, ülkemizin iç turizmine hizmet sunan bir yapıda. Çok sayıda otel, pansiyon, restoran ve eğlence mekânı var. Bunların büyük bir kısmı da deniz kıyısında. Deniz sadece rekreatif bir alan değil bizim için. Deniz taşımacılığının dışında balıkçılık ve turizm gibi ekonomik getirisi olan sektörlerin de temelini oluşturuyor.
Deniz turizmi esasında insanlarımızı denizle buluşturma ve ilişki kurmalarını sağlama konusunda çok önemli bir fırsat. Buralarda da turizm işletmelerine gelen turistleri biraz bilinçlendirebilirsek tatil amaçlı gelen her bir insan bizim için deniz ekosisteminin korunması adına birer elçiye dönüşebilir. Ancak, şu ânda üzgünüm durum pek böyle değil.
Marmara Denizi’nin yoğun nüfusun yayıldığı kuzey bölgeleri hariç bütün kıyılarında deniz çayırları var. 4 tür deniz çayırımız var. Geçen yıl MAR-ÇAYIR Projesi kapsamında Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın desteğiyle bin 300 km’lik kıyı şeridinin tamamını taradık. Deniz çayırlarının birer haritasını oluşturduk. Üzülerek gördük ki, nerede turizm tesisleri yoğunlaşmışsa oralarda deniz çayırları sökülmüş. Neden? Çünkü denize girenler ayağına deniz çayırı değdiğinde rahatsız olup bunu istemediklerini belirtiyorlar. Bunu otellere belirtiyorlar, oteller de müşteri kaybetmemek adına belediyeye bildiriyorlar.
Onlar da her sene turizm dönemi öncesinde bu deniz çayırlarını gelip iş makineleriyle temizliyorlar. Deniz çayırlarını söküyoruz. Bu deniz çayırları Akdeniz’in en eski türleri. 50 milyon yıldır yaşıyorlar. Bir metrekaresi 10 litreden fazla oksijen üreten deniz çayırlarını söküyoruz. Sonra plajımız berrak olmaktan çıkıyor çünkü deniz çayırları sadece oksijen üretmiyor suyun içerisindeki askıdaki katıları çöktürerek o plajı temiz hâle getiriyor. Sonra o boruyu biraz uzatıyoruz açığa atıklarımızı basmaya başlıyoruz.
Okuyucularımıza, deniz çayırı gördüğünüz kıyılar temizdir, gönül rahatlığıyla denize girebilirsiniz, diyebilir miyiz? Bu durumda deniz çayırlarının söküldüğü bölgelerdeki suların da kirleneceğini belirtebilir miyiz?
Kirlenecek, yakın zamanda kirlenecek. Huylanabilirler, çok doğru. İnsan rahatsız olabilir. Buna bir çözüm olarak sahil kenarlarındaki herhangi bir markette bulabileceğiniz plastik deniz patiğini giyebilirsiniz. Kahve parasından ucuza gelecektir.
Deniz çayırlarının olduğu alanla, deniz çayırlarının olmadığı alan karşılaştırılmış ve deniz çayırı olan alanın olmayan alana göre 46 kat daha fazla canlı barındırdığı ortaya çıkmış. Biyolojik çeşitlilik açısından o kadar kıymetli ki. Dolayısıyla turizm tesislerimizin bu konuda ne kadar büyük bir bilinç eksikliği olduğu ortaya çıkıyor.
Biz burada bunun için şu ânda özellikle Marmara Bölgesi’nde turizmcilerle birlikte yoğun bir çalışma içerisindeyiz. Plajlara deniz çayırlarına ve pinaları korumaya yönelik panolar astık. Bu sayede hem turizm işletmesinin sahibinin gelen tepkilere daha kolay bir izah sunmasını hem de bu düşünceyi ileri götürerek tatile gelen herkesin bizim için bir deniz elçisi olmasını sağlamak istiyoruz.

‘Pina zehirlendiğinde kimi arasın?’
Peki, bu durumun önüne geçmek adına cezai yaptırım uygulanması adına çalışmalar yürüttünüz mü?
Aslında bunların hepsinin cezai yaptırımları var. Bugün tek bir pinayı sökerseniz koruma altında oldukları için 30 bin TL ceza ödersiniz. İki kök deniz çayırını sökerseniz yine koruma altındaki türler oldukları için çok yüksek cezalar ödersiniz. Örneğin, geçtiğimiz yıl bir araya gelen 7 yazlıkçı, torunlarının ayağına yosun değmesin diye bir kepçe tutarak yazlığın önündeki 400 metrekarelik deniz çayırını söktürüyorlar. Bundan haberdar olan duyarlı vatandaşlarımız konuyu yetkililere ilettiler. Anında müdahale edildi ve her birisine geçen yılki fiyat üzerinden 800’er bin TL ceza kesildi. Bu 7 yazlıkçı ve kepçeci olmak üzere 8 kişinin her birisine bu ceza kesildi. Ceza var hem de çok yüksek cezalar var. Sorunumuz uygulama.
Evlerimizde lavabolarımıza döktüğümüz yağa kadar her birimize ceza kesilse nasıl olur?
Nasıl trafik kuralları ihlal edildiğinde sensörler sayesinde anlık olarak tespit edilip ceza kesiliyorsa aynısını kirlilik için de yapmamız gerekiyor. Bütün evlerin atık çıkışlarına bu sensörler konulabilir, bütün belediyelerin atık sistemlerine bu sistemler konulabilir. Denizlerin her tarafına bu otomatik ölçüm sistemlerini yerleştirebiliriz. Bunları yapmak zor değil ancak karar vermek lâzım. Denizle olan ilişkimizi değiştirmeye karar vermeliyiz.
Şu ân 3 noktaya odaklandık. Yerel yönetimler arıtacak. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı denetleyecek, sanayi kuruluşları kirletmeyecek. Hâlbuki dördüncüyü de bireysel olarak eklememiz gerekiyor. Hepimizin katkı yapması mümkün. Bir litre atık yağı lavabomuzdan döktüğümüzde 1 milyon litre deniz suyunu kirletiyoruz. Evimizde 1 litre fazladan çamaşır suyu kullandığımızda 1 milyon litre deniz suyunu kirletiyoruz. Okuyucularımız lavabolarının altındaki kapakları açsınlar ve kaç tane kimyasal sakladıklarını saysınlar. Kir çözücü, kireç çözücü, parlatıcı, deterjan, çamaşır suyu vs. Ben kendi evimdekini saymıştım ve 14 tane çıkmıştı. Bunların üstüne baktığımızda hepsinin zehir olduğunu görüyoruz. Temas etmeyin yazıyor. Bir sağlık problemi yaşadığınızda ulusal zehir merkezini arayın yazıyor. Bunlar zehir. Biz evde zehir kullanıyoruz.
Biz zehirlenirken ulusal zehir merkezini arayabiliriz. Peki, pina zehirlendiğinde kimi arasın? Yengeç zehirlendiğinde kimi arasın? Balık zehirlenirse kimi arayacak? Deniz de birilerinin evi bizim orayı kirletme hakkımız yok.
Aşırı avlanma deniz ekosistemine ciddi zararlar veriyor. Bu konu hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Balıkçılık sektörü bizim övündüğümüz bir sektör. Ancak, bu sektörü biraz yanlış büyütmüşüz. Özellikle 80’li yıllardan itibaren yanlış desteklerle balıkçılar sürekli teknelerini büyütmüşler. Sürekli ağlarını büyütmüşler. Teknolojilerini yenilemişler. O hâle gelmiş ki şu ânda Türk balıkçılık filosu Akdeniz havzasındaki bütün balıkçılık filolarından büyük. Avrupa’da birinci sıradayız. Akdeniz’de birinci sıradayız. Kocaman bir filo. Peki, bu filo nerede avlanıyor? Açık denizde mi avlanıyor? Okyanusta mı avlanıyor? Hayır, bizim ulusal sularımızda avlanıyor. Öyle olunca aşırı avlanma bütün türlerimizin üzerinde yoğunlaşmış durumda. 2000’li yılların başlarında 20’den fazla türün bin tonun üzerinde avlanma kapasitesi bulunuyorken 2023-2024 verilerinde bin tonun üzerinde av veren tür sayısı 10’un altına düştü. Marmara’da 2024 yılında 50 bin ton balık avlanırken bunun 40 binini hamsi oluşturdu. Geriye kalan sardalya, istavrit, az miktarda mezgit, palamut ve karides. 5 tür toplam avımızın yüzde 95’ini oluşturuyor Marmara’da. Türkiye genelindeyse 650 bin ton civarındaki avımızın yüzde 95’ini 7 tür oluşturuyor. Besin piramidinin tepesi gitmiş. Büyük balıkları tüketmişiz. Geriye küçük balıklar kalmış. Esasında bizim balıkçılık sistemimiz çökmüş.
‘Keşke balıkların da oy verme hakkı olsa’
Biz diyoruz ki gelin balıkçılık sistemimizi komple değiştirelim. Dünyada bizim sistemimizi uygulayan ülke kalmadı. 1930’larda, 40’larda uygulanan sistemleri uyguluyoruz. Artık herkes ekosistem esaslı balıkçılığa geçti. Gelin biz de yapalım. Rota değişikliği yapalım. Bunu yapmadan bir yere gelme şansı yok.
Müsilaj deniz kenarındaki mülklerin fiyatlarının düşmesine neden oluyor mu?
Müsilajı önlemedeki tek umudum bu mülklerin fiyatları. Deniz kenarındaki bu mülklerin fiyatları düşerse anında çözüm üretilir.
Marmara eylem planı neden sürdürülemedi?
Çünkü herkes sorumluluğu başkasına yöneltiyor. İlçeler, büyükşehirlere, büyükşehirler de bütçe eksikliğine, dolayısıyla da bakanlıklara yönlendiriyorlar. Bu konuyu tek bir parti ya da hükûmet açısından değerlendirmiyorum çünkü ben 40 yıldır bu işin içerisindeyim ve kim olursa olsun sonuç hep aynı oldu.
Kimse bir adım atmadı. Şikâyetler de hep aynı sonuçsuzluk da hep aynı. Bazen şunu düşünüyorum. Keşke balıkların da oy kullanma hakkı olsa. O zaman her şey değişirdi. Tüm siyasiler bize balıkların, yengeçlerin hatta deniz çayırlarının problemlerini anlatırlardı, ağlayacak hâle gelirdik. Keşke balıkların oy kullanma hakları olsaydı ama onlar konuşamıyorlar. Sorunlarını anlatamıyorlar.
Saroz Körfezi’nde de müsilaj görülmeye başladı ve sahili çöp dolu. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Saroz Körfezi, Kuzey Ege’nin akvaryumu gibidir. Mercanlardan balık türlerine kadar pırıl pırıl bir körfezdir ama 2 Şubat itibarıyla müsilaj ne yazık ki burada da çok yoğun bir şekilde görülmeye başladı. Her yeri sarmış durumda. Mercanların üzerini örmeye başladı. Denizin kıyısal alanındaki idari ayrımlar vatandaş olarak bizleri ilgilendirmiyor. X belediyesi mi? Y belediyesi mi? Bizi ilgilendirmiyor. Bizim yapmamız gereken talep etmek. Her yere ayrı ayrı müracaat etsinler ve talep etsinler. Tabii ki orayı da kirletmesinler.
Bu gidişle en sonunda nefes alamaz hâle geleceğiz.
Bu haberin/makalenin/çevirinin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.