Karadeniz’de satranç oyunu: Montrö Sözleşmesi’nin önemi ve ‘Kanal İstanbul’ açısından değerlendirilmesi

MDN İstanbul

Doç. Dr. Jale Nur Ece son günlerde gündemde olan ve yakın zamanda başlaması planlanan ‘Kanal İstanbul‘ projesini ve bu projenin Montrö Sözleşmesi’ne olası etkilerini MarineDeal News için değerlendirdi

İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı’ndan oluşan Türk Boğazları tamamıyla Türk egemenliği altında olan uluslararası deniz taşımacılığına açık bir su yoludur. Türk Boğazları, Türk iç sularının bir parçası olarak Montrö Sözleşmesi’nde tespit olunan geçiş serbestisinin özüne dokunmamak şartıyla Türk iç suları rejimine tabidir (Demir, 2018: 333). Türk Boğazları; Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerin ticaret güzergâhı üzerinde yer alması; Hazar Havzası ve Orta Asya petrollerinin ve doğal gazının dünyaya transfer edildiği bir enerji geçiş yolu ve de bir güvenlik koridoru olması nedeniyle jeostratejik ve jeopolitik yönden oldukça önemi haizdir.

Türk Boğazları’ndan hem ticari hem harp gemilerinin uğraksız geçişi 20 Temmuz 1936’da imzalanan Montrö Sözleşmesi’nin öngördüğü şartlar çerçevesinde düzenlenmiştir. Montrö Sözleşmesi ile; Lozan Antlaşması ile kurulmuş olan, kendi toprakları ve Boğazlar üzerinde Türkiye’nin egemenliğini tamamen ortadan kaldıran “Uluslararası Boğazlar Komisyonu” kaldırılmış, askersiz duruma getirilen Boğazların her iki kıyısında Türkiye’nin asker bulundurabilmesi kabul edilmiş, Boğazlar kayıtsız şartsız Türkiye Cumhuriyeti’ne bırakılmıştır. Türkiye Montrö Sözleşmesi sayesinde taraf olmadığı 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne tabi olan diğer boğaz kıyıdaş ülkelere uygulanan kıyı devletinin yetkilerini kısıtlayan “açık denizin veya bir münhasır ekonomik bölgenin bir bölümü ile açık denizin veya bir münhasır ekonomik bölgenin diğer bölümü arasında uluslararası seyrüsefer için kullanılan boğazlara uygulanan transit rejimin dışında tutularak çok daha geniş haklara sahip olmuştur. Montrö Sözleşmesi ile Türk Boğazları’nda denizden geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğü ilkesi kabul edilmiştir. Barış zamanlarında ticaret gemileri; gündüz ve gece, bayrak ve yükleri ne olursa olsun hiçbir işlem (formalite) olmaksızın, Boğazlar’dan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) tam özgürlüğünden yararlanacaktır. Kılavuzluk ve römorkör hizmetleri ise isteğe bağlıdır. Karadeniz’e sahildar olmayan ülkelerin büyük tonajlı savaş gemileri ve büyük zırhlı gemilerinin geçişlerine, toplam tonajlarına (Boğazlar’dan geçişte azami 15.000 ton, Karadeniz’de azami 30.000 ton), bunların Karadeniz’de kalma sürelerine (21 gün) sınırlamalar getirilmiştir. Hem ticaret ve hem de savaş gemilerinin geçişi; barış zamanı, savaş zamanı ve savaşa yakın durum olmak üzere üç sınıfa ayrılmıştır. Türkiye savaş durumunda savaşan taraf ya da kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karşısında sayması durumunda savaş gemilerinin geçişi konusunda Türk hükümeti tümüyle dilediği gibi davranabilir, Boğazları harp gemilerine kapatabilir veya Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkelere getirilen tonaj sınırını tamamen kaldırabilir. Karadeniz’e kıyıdaş olmayan ülkelerin denizaltılarının ve uçak gemilerinin Boğazlar’dan geçmesi yasaktır. Denizaltıların geçişinde sadece Karadeniz sahildar devletlerine sınırlı haklar tanınmıştır. Savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçmesi için, Türk hükümetine diplomasi yoluyla bir önbildirimde bulunulması gerekmektedir. Ayrıca, Montrö Sözleşmesi ile uçak geçişleri de düzenlenmiştir. Sivil uçakların Akdeniz ile Karadeniz arasında geçişini sağlamak amacıyla, Türk Hükümeti, Boğazlar’ın yasak bölgeleri dışında, bu geçişe ayrılmış hava yollarını gösterecektir. Türkiye’nin Montrö Sözleşme’sindeki hükümlere ters düşmemek, genel uluslararası ilkelere bağlı kalmak koşuluyla deniz trafiğinin düzenlenmesi ve çevre ile ilgili konularda zabıta ve yargı yetkileri saklıdır.

Dünyadaki siyasi gelişmeler ve bulunduğumuz coğrafyadaki konjonktür nedeniyle Montrö’nün önemini daha iyi anlamak için Karadeniz’de oluşturulmaya çalışılan satranç tahtasındaki büyük resme iyi bakmak ve analiz etmek gerekir. Bu nedenle, jeopolitik ve jeostratejik teorilerin ve hedeflerin incelenmesi, Karadeniz’deki satranç oyununda taşların nereye konulmak istendiğini bilmemiz, ülkemizin hak ve menfaatleri ile güvenliğine ilişkin gerekli önlemleri almamız açısından oldukça önem arz etmektedir.

Jeopolitik teorilerden ‘Deniz Hâkimiyet Teorisi’ni ortaya koyan 19’uncu yüzyılın en önemli jeostratejist ve tarihçilerinden Amerikalı Amiral Mahan, “Denizlere hâkim olan dünyaya hâkim olur, Karadeniz’e hâkim olan güç, bölgeyi kontrol edecek coğrafi konuma sahip olur, denizler üzerindeki boğazlar, su yollar gibi yolları kontrol eden denizleri dolayısıyla dünyayı kontrol eder.” tezini savunmuştur. Mahan’a göre açık denizler ve stratejik bölge ve noktaların ele geçirilmesi ile denizlerde hâkimiyet sağlanır (Emeklier ve Ergül, 2010: 64). ‘Hava Hâkimiyet Teorisi’ne göre hava kuvvetinin uçak gemileri ile denizde taşınması, denizaltılardan güdümlü füzelerin atılması denizleri bir hava üssü haline getirmektedir. Karadeniz; Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’da herhangi bir sorun olması halinde sözkonusu bölgelere havadan da müdahale edilme imkânını veren stratejik bir bölgedir. Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir ayağı Türkiye ve diğer Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerin, Moldova ve Güney Kafkas devletlerinin Avrupa-Asya enerji koridoru olan “Genişletilmiş Karadeniz Projesi”dir (Özbay, 2011: 53-59).

‘Kara Hâkimiyet Teorisi’ni geliştiren Mackinder’in ‘İç Hilâl (Rimland)’ olarak adlandırdığı Dünya’nın en önemli jeopolitik bölgesi deniz ve kara güçlerinin ortasında kalan; Türkiye, Irak, İran, Pakistan, Afganistan, Hindistan, Çin, Kore ve Doğu Sibirya’dır. Sözkonusu bölgede oluşabilecek bir jeopolitik boşluk, Baltık Denizi’ni, Orta ve Aşağı Tuna, Karadeniz, Küçük Asya, Ermenistan, İran, Tibet ve Mogolistan’ı kapsayan ‘Kalpgâh Hâkimiyeti’nin kaybedilmesine neden olabilir. ‘Kenar-Kuşak Teorisi’ni geliştiren Amerikan bilim adamı Spykman, “Kenar kuşağa hükmeden Avrasya’ya hâkim olur; Avrasya’ya hâkim olan dünyanın kaderini kontrol eder.” tezini ortaya koymuştur. Spykman’ın teorisi, savaş sonrasında korunması gereken bölgenin İç Hilâl’den geçtiğini işaret etmiştir (Emeklier ve Ergül, 2010:66- 69). Brzezinski’nin ‘Büyük Satranç Tahtası Teorisi’ne göre Avrasya, yer kürenin en büyük kıtası ve jeopolitik olarak bir eksen olup, Avrasya’ya hükmeden bir güç, dünyanın en ileri ve ekonomik olarak en verimli üç bölgesinden ikisini kontrol edecektir.

Mahan’ın “Deniz hâkimiyet teorisi”ne göre uçak gemileri, denizaltılar ve büyük tonajlı savaş gemilerini Montrö Sözleşmesi’nden dolayı Türk Boğazları’ndan geçiremeyen büyük denizci devletler Karadeniz’de bir satranç tahtası oluşturmak istemektedir. Rusya NATO’nun Karadeniz’de varlığını ve dolayısıyla Montrö Sözleşmesi’nin değişmesini istememektedir (Goble, 2019). Büyük denizci devletlerin Hazar Havzası ve Kafkasya’yı kontrol altında tutmak istemesi, NATO’nun sınırlarını genişletme politikaları, Avrupa Birliği’nin özellikle enerji arz güvenliği açısından Karadeniz Havzası ile ilgilenmesi ve genişleme politikaları neticesinde Romanya ve Bulgaristan’ın da AB’ye üye olmasıyla Birlik sınırları Karadeniz’e kadar uzanmıştır. Deniz Hâkimiyet Teorisi’ne göre ABD tarafından tek kontrol edilemeyen deniz alanı Karadeniz’dir. Bu büyük satranç tahtasında Türkiye Montrö Sözleşmesi ile Karadeniz Bölgesi’nde ve dünyada istikrarı, güvenliği ve barışı sağlamaktadır.

İstanbul Kanalı (Kanal İstanbul)’nı Montrö açısından değerlendirecek olursak; Türkiye’nin kendi egemenlik alanında, yapay bir suyolu, kanal inşa etmesine uluslararası hukuk açısından hiçbir bir engel yoktur. Ancak, suyolu ya da Kanal’a ilişkin yapılacak hukuki düzenlemeler Montrö Sözleşmesi ve taraf olduğu uluslararası sözleşmelere halel getirmeden, uluslararası hukukun ve uluslararası ilişkilerin doğasına uygun olarak yapılmalıdır. “Kanal İstanbul” sadece İstanbul Boğazı’na alternatif yol olacak olup, gemilerin Çanakkale Boğazı ve Marmara Denizi’nden geçiş rejimi ise Montrö Sözleşmesi kapsamında kalacaktır. Denizlerde seyrüsefer serbestisi Hollandalı hukuk düşünürü Hugo Gratius tarafından ortaya atılan “Mare Liberum” İlkesi ile şekillenmiştir. Seyrüsefere elverişli boğazlar, kanallar ve denizle bağlantılı sular da seyir yapan gemilerin kimin karasularında olursa olsun, seyrüsefer özgürlüğünden yararlanacağı Mare Liberum İlkesi kapsamındadır (Akten, 2004: 41). Montrö Sözleşmesi’nin 28’inci Maddesi’ne göre 1’inci Madde’de yer alan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğü ilkesinin sonsuz bir süresi olacaktır. Montrö Sözleşmesi’nin 1. ve 28’inci Maddeleri uyarınca ve ayrıca uluslararası deniz hukuku ile Mare Liberum İlkesi açısından İstanbul Boğazı’nın gemi trafiğine kapatılması mümkün değildir. Bu nedenle, gemilere “Kanal İstanbul”dan geçme zorunluluğu getirilemez. Ayrıca, Türk Boğazları’ndan geçiş yapan gemilerin çoğunun kılavuzluk ücretlerinin zorunlu olmaması nedeniyle “Kanal İstanbul” yerine daha ucuz geçiş olan İstanbul Boğazı’ndan geçmeyi tercih etme olasılığı yüksektir (Ciger, 2019:11). Türk Boğazları coğrafi, akıntı vb. özellikleri ve geçiş rejimleri açısından Panama, Süveyş gibi dünyadaki diğer kanallarla karşılaştırılamaz. Süveş Kanalı ve Panama Kanalı’nın geçiş rejimi barış ve savaş zamanlarında bütün ticaret ve savaş gemilerine hiçbir ayrım yapılmadan sürekli olarak serbest ve açık kalacaktır.

Büyük denizci devletlerin; Mahan’ın “Deniz Hakimiyet Teorisi”ne göre bölgeyi kontrol etmek için Karadeniz’e hâkim olma; “Hava Hâkimiyet Teorisi”ne göre Karadeniz’in, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’ya herhangi bir sorun olması halinde sözkonusu bölgelere havadan da müdahale edilme imkânını vermesi gibi jeopolitik tezlerini ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin bir ayağı olan “Genişletilmiş Karadeniz Projesi”ni hayata geçirme isteğinin azami ölçüde dikkate alınması gerekir. Montrö’ye Taraf Devletlerden birisi, Sözleşme’nin. 28(3) hükmüne uygun olarak fesih hakkını kullandığında, Sözleşme, bütün devletler için ortadan kalkar. Bu durumda Boğazlar’dan geçiş rejimini belirleyecek yeni bir uluslararası sözleşmenin yapılması amacıyla Taraf Devletler, bir konferans düzenlemeyi kabul etmişlerdir. Montrö Sözleşmesi’ne Taraf Devlet sıfatına sahip olmayan devletlerin sözkonusu konferansa doğrudan katılma hakları bulunmamaktadır. Sovyetler Birliği’nin halefi olarak Rusya Federasyonu ile Ukrayna konferansa Taraf Devlet sıfatıyla katılır. Bahsi geçen Konferansa katılma hakkına sahip devletlerin inisiyatifine bağlı olarak ABD veya bir başka devlet Konferansa davet edilebilir. Sözleşmenin feshedilmiş olması durumunda belirlenecek yeni geçiş rejiminin müstakil bir milletlerarası sözleşmeyle belirlenmesi gerekmektedir. (Demir, 2018: 340-341). Bu durumda 1982 Uluslararası Deniz Sözleşmesi’nde dünyada boğazlara uygulanan bütün gemiler ve uçaklara bir engelleme olmaksızın transit geçiş hakkından yararlanması hakkını veren transit geçiş rejimi getirilebilir. Montrö Sözleşmesi’nin 29’uncu Maddesi’ne göre yürürlüğe girmesinden başlayarak her beş yıllık dönemin sona ermesinde, Bağıtlı Yüksek Taraflardan her biri, Sözleşme’nin bir ya da birkaç hükmünün değiştirilmesini önerme girişiminde bulunabilecektir. Bu durumda imzacı devletlerin öncelikli talebi; Montrö Sözleşmesi’nin savaş gemileri için tonaj kısıtlamalarını içeren 14’üncü ve 18’inci Maddeleri ile denizaltılar ve uçak gemilerinin geçişini kısıtlayan 12’inci ve 15’inci Maddelerin revize edilmesi olacaktır. Şimdiye kadar Taraf Devletler’den hiçbirisi, Sözleşme, Karadeniz’in ve kendi güvenliklerini sağladığından feshi ya da revize etme hakkını kullanmamıştır. Hiçbir haklı gerekçe olmadan taraf devletlerden herhangi birisinin sözkonusu hakları kullanması halinde bölge ve dünya barışını tehlikeye sokma riski açısından uluslararası platformda destek bulamayacaktır. Kanal’a ilişkin hukuki düzenlemelerin yapılması ve ayrıca sadece ticari gemilerinin Kanal’dan geçişi nedeniyle Montrö Sözleşmesi’ne imzacı taraflar bu düzenlemenin serbest geçiş ilkesine aykırılık teşkil edeceğini öne sürebilir. Ayrıca, uluslararası hukuka göre tarafların Sözleşme’yi yaparlarken değişmeyeceğini tasavvur ettikleri koşulların sonradan önemli ölçüde değişmesi nedeniyle yapılan Sözleşme’nin değişen koşullara uyarlanması (Clausula Rebus Sic Stantibus İlkesi) veya feshi gündeme gelebilecektir (Tezcan, 2004). Bu durumda Montrö Sözleşmesi’nin değişen koşullara uyarlanması veya feshi söz konusu olabilir. Sözkonusu jeopolitik tezlerini hayata geçirmek isteyen Karadeniz’e kıyıdaş olmayan büyük denizci devletler NATO’ya üye Romanya ve Bulgaristan, aday ülkeler Ukrayna ve Gürcistan’dan destek alarak Kanal’ın hukuki düzenlenmesinin ve Sözleşme’nin değişen koşullara uyarlanması ilkesinin Sözleşme’nin feshi ya da revize edilmesi konusunda bir gerekçe oluşturabileceğini öne sürebilir, yeni bir sözleşme yapılması halinde Karadeniz’e kıyıdaş bahsi geçen bazı ülkeler büyük denizci ülkelerin taleplerini destekleyebilir. Bahsi geçen gerekçeler çerçevesinde “Kanal İstanbul”un Montrö’yü masaya yatıracağı düşünülmektedir.

Kanal Projesi hayata geçmeden daha şimdiden Montrö tartışmaya açılmış olup, Montrö Sözleşmesi’ne ilişkin olumsuz söylemlerin Montrö’ye halel getirme Türk Boğazları’nın egemenliği ve dolayısıyla Türkiye’nin güvenliği açısından sakınca teşkil ettiği düşünülmektedir. Lozan ve Montrö, Türkiye’nin kurucu belgeleri olup, imzalandığı tarihten bu yana önemini ve geçerliliğini koruyan az sayıdaki çok taraflı sözleşmelerden biridir. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu, Boğazları canı ve kanı ile savunmuş, İkinci Dünya Savaşı’nda ise Türkiye, Montrö Sözleşmesi’ni sadakâtle korumak suretiyle silahlı çarpışmaları bu bölgeden uzak tutabilmiştir. Günümüzde dünyadaki siyasi gelişmeler ve bölgedeki çatışmalar tehdit oluşturmaktadır. Türk Boğazları’nın geçiş rejiminin tarihi sürecinin, Montrö Konferans tutanaklarının, Türkiye tarafından imzacı devletlere verilen notaların, jeopolitik ve jeostratejik teorilerin ve hedeflerin, bölgedeki konjonktürün detaylı analiz edilmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Bir “Güvenlik Koridoru“ olarak nitelendirilen Karadeniz, önümüzdeki dönemlerde uluslararası politikadaki dengeler üzerinde daha da etkili olacaktır.

Montrö’nün Karadeniz’in güvenliğini sağlayan yapısının değiştirilmek istendiği bilinmektedir. Montrö’yü tartışmaya açmak, Boğazlar’daki egemenliğimizi ve kazandığımız haklarımızı, Karadeniz’deki hâkimiyetimizi kaybetme tehlikesine yol açacaktır. Türk Boğazları’ndan gemi geçişlerinden alınan ücretlerin artırılması istekleri veya alternatif bir suyolu oluşturulması Türk Boğazları’nda Montrö ile kazandığımız haklara halel getirme ve ülkemiz ile Karadeniz ülkelerinin güvenliğine bir tehdit oluşturuyorsa Boğazlar’dan ya da suyolundan ticari kazanç elde etmemiz düşünülemez. Montrö’nün revize edilmesi durumunda savaş gemilerinin Türk Boğazları’ndan geçişinde tonaj ve süre kısıtlamalarına, uçak gemileri ve denizaltıların geçişi ile ilgili yasaklara, savaş gemilerinin geçişi için ön bildirimin kaldırılmasına ve dünyada diğer boğazlara uygulanan transit geçiş rejiminin getirilmesine ilişkin talepler gelecek olup, bu durum ülkemizi büyük bir güvenlik tehdidi ile karşı karşıya bırakacak ve bölgedeki gerginliği artıracaktır.

Sözkonusu kısıtlamaların kalkması ile daha büyük tonajlı savaş gemileri, uçak gemileri ve denizaltıların Türk Boğazları’ndan geçmesine ve Karadeniz’de süre kısıtlaması olmadan kalmasına neden olacak olup, bu durum Türkiye ve Karadeniz’e kıyıdaş ülkeleri çatışma ortamının ortasında bırakabilir. Türk Boğazları’ndan geçen gemi ve tanker trafiği azalmış olup, alınan önlemler neticesinde deniz kazaları önemli ölçüde azalmıştır. Sözkonusu kısıtlamaların kaldırılması ülkemiz ve Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerin güvenliğini tehdit etme dışında nükleer güçle çalışan ve diğer uçak gemileri, denizaltılar ve büyük tonajlı savaş gemilerinin Boğazlar’dan geçmesine neden olacaktır. Bu durum da Boğazlar’da büyük ölçüde çevre felaketine neden olabilecek olası kazalara neden olabilir.

Sonuç olarak, bir taraftan Doğu Akdeniz’deki hak ve menfaatlerimizi koruyacak başarılı adımlar atılırken diğer taraftan Türk Boğazları’ndaki egemenliğimizi ve Karadeniz’deki güvenliğimizi tehlikeye atacak Montrö’yü revize etme riski ile karşı karşıya bırakacak proje ve söylemlerden kaçınmamızın uygun olacağı düşünülmektedir. Ülkemiz, Karadeniz ve Akdeniz’in güvenliğini sağlayan, bölge ve dünya barışına katkı sağlayan bir denge ve istikrar belgesi olan Montrö Türk Boğazları Sözleşmesi’nin bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da devamlılığını savunmamız ve Montrö’den edindiğimiz kazanımları korumamızın; atalarımız, İstanbul’u fetheden ve Karadeniz’i bir Türk Gölü haline getiren Fatih Sultan Mehmet, Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları, geçmişten günümüze tüm şehitlerimiz ve gazilerimiz ile gelecek nesillere bir vatan borcumuz ve tarihi bir sorumluluğumuz olduğu düşünülmektedir.

Kaynaklar
Akpınar, E.. (2005), “Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) Ham Petrol Boru Hattı ve Türkiye Jeopolitiğine Etkileri”, GÜ, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 25(2), 229-248.
Akten, N. (2004). Türk Boğazları ve Gemilerin Geçiş Rejimi. Milletlerarası Hukuk Bülteni, Yıl 24, 41.
Çamyamaç, A. (2017). Kiel Kanalı’nın Hukukî Rejimine Dair Bir Değerlendirme, D.E.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Özel Sayı, 2756
Ciger, S. (2019). Turkish Straits and Safety of Navigation: the Case of the Vitaspirit Maritime Safety&Security Law Journal, 6, 11.
Demir, İ. (2018). Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin Feshi, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 136, 333,340-341.
Emeklier,B, Ergül, N, (2010).Petrolün Uluslararası İlişkilerdeki Yeri: Jeopolitik Teoriler Ve Petropolitik, 2(3). 64, 68.
Goble, P. (2019). Moscow Mulls Revising Montreux Convention in Response to NATO Presence in Black Sea, Eurasia Daily Monitor, 16(46).
Özbay, F. (2011). 21. Dünya Jeopolitiğinde Türkiye, “Yüzyılın Başında Karadeniz’in Artan Jeopolitik Önemi ve Türkiye-Rusya İlişkilerine Etkisi” Çomak, E. (Editor), Hiperlink Yayınları, 53-59.
Tezcan, M. (2004). Clausula Rebus Sic Stantibus İlkesi Ve Sözleşmenin Değişen Koşullara Uyarlanması,T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Özel Hukuk (Medeni Hukuk) Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi.
Tütüncü, A.N. (2017). Montrö Sözleşmesi ve Kanal İstanbul, Public and Private International Law Bulletin, 37(1), 117.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın