Kâhin olmaya gerek yok, belliydi kahve fiyatlarının artacağı. Lâkin bu tadı acımtırak içeceğe kolaylıkla erişememenin insanın içine bu kadar oturacağını bir kâhin bile tahmin edemezdi. Yine de kahvehaneler dağılır diye kimse sevinmesin, nice yasaklar atlatmış kahveyle halkın arasını kimse açamaz!
Kahve fiyatlarının son bir yılda en çok arttığı ülke Türkiye ne yazık ki; öyle böyle değil, yüzde yüzden daha fazla. Birinci Dünya Savaşı sırasında, İstanbul’da nohut ve fındığın kavrularak kahve yerine içildiği dönemler geliyor insanın aklına. Çok değil, geçen yıl Avrupa Birliği İstatistik Ofisi fiyatlardaki artışı “Sabahların vazgeçilmezi neredeyse lüks hâle geldi” diye duyuruyordu. Her ne kadar Avrupalılar kahveyi Türkiye ve Orta Doğu’dan görüp almışlarsa da oralarda da seveni, tiryakisi çok sonuçta.
16’ıncı yüzyılın sonlarına doğru gezgin bir Avrupalı doktor olan Rauwolf’un yazdığı Şark Diyarlarına Seyahat adlı eserde anlatılana bakılırsa, o yıllarda kahve fiyatları herkesin erişebileceği düzeyde olsa gerek. “… hoş bir içecekleri var ki bunu el üstünde tutuyorlar. Adına ‘chaube’ dedikleri bu içeceğin neredeyse mürekkep kadar koyu bir rengi var ve mideye iyi geliyor. Bunu sabahın erken saatlerinde, hem de umumi yerlerde, herkesin önünde hiç tiksinmeden toprak ve porselen kaselerden içiyorlar.”
İlk karşılaşmalarda böyle tereddütlü ifadeler kullanmış Avrupalılar ama Türkiye ve doğu memleketlerindeki yeri sağlam olan kahve Avrupa yaşamına girince hemen kendini kabul ettirmiş. Sarayda ilk dönemlerde kendisinden çok, içine koyulduğu porselenlerin fiyakasına sığınsa da burjuvazi arasında köklü bir sarmaşık gibi yer edinmesi pek hızlı olmuş, herkes ondan medet umar hale gelmiş. O kadar ki, o sıralar kahveden beklenenler arasında yok yok, birbiriyle çelişik olan özellikler bile kahvenin hanesine yazılmış.
Wolfgang Schivelbusch’un Keyif Verici Maddelerin Tarihi adlı kitabında, o dönem kahvenin faydalarının şöyle sıralandığı söyleniyor, “Kahve midedeki gazları boşaltır, karaciğeri ve safra kesesini güçlendirir, vücutta su toplanmasını engeller, kanı temizler, mideyi rahatlatır, iştah açar ama iştahı azaltabilir de, insanı uyanık tutar ama uykusunu da getirebilir, ateşli mizaca sahip kişileri serinkanlı, soğuk kişileri ise sıcakkanlı yapabilir, vs. Kısacası, kahvenin her derde deva olduğu düşünülür.”
Schivelbusch zamanla kahvenin ayıltıcı özelliğinin prim topladığını anlatırken 17’nci yüzyılın Püriten İngiltere’sinde yayımlanan yazılardan örnek vererek James Howell’ın “Kahvenin halkı ayılttığı kanıtlanmıştır” diye yazdığını hatırlatıyor. “Eskiden zanaatçı ve tüccar kalfaları sabahları bira ve şarap içerdi; bu yüzden kafaları bulanır, doğru dürüst çalışamazlardı, fakat artık insanı dinç tutan bu burjuva içeceğine alıştılar.”
Kahve bir yana kahvehane bir yana
Şu sıralar ister Türk kahvesi olarak ister filtre kahve haliyle ister başka biçimleriyle tüketilsin tiryakileri için bütçede dikkate değer bir kalem oluşturan kahvenin doğu kültüründeki yeri ve tarihi Avrupa’dan çok daha köklü tabii.
Nasrullah Felsefî’nin Toplumsal Tarih dergisinde çevirisi yayımlanan Kahve ve Kahvehanelerin İran’daki Tarihi adlı yazısında, kahve içmenin 16’ncı yüzyılda Kahire’de yaygınlaşmasından sonra Suriye, Osmanlı İmparatorluğu ve İran’da da görüldüğünden, İstanbul’da ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki topraklarında adet haline geldiğinden söz edilir. İstanbul’daki ilk kahvehanelerin iki Şamlı tarafından 1554’te açıldığı da anlatılır. “Bu şehrin kahvehaneleri kısa zamanda zevk sahibi kişilerin toplanma merkezi haline gelmiştir. Özellikle Türk şair ve edipleri buralarda bir araya gelmişler ve şiir ve kitap okumakla ya da tavla ve satranç oynamakla kendilerini meşgul etmişler, kahvehanelere de ‘irfan mektebi’ ismini koymuşlardır.” Bu kadar değil tabii, makalede anlatıldığına göre, çok geçmeden sarayda da kalıcı bir kahvehane oluşmuş. “Hatta kahvecibaşılık işi devlet işlerine ilave olunmuştur.”
Ancak yaygın ve halkın erişilebileceği bir içecek olarak kahvenin tüketim mekânları toplumsal yaşamdaki yerleri nedeniyle sıklıkla siyasi iradenin hışmına da uğramış.
“Sultan III. Murad Han (H. 982’den 1003’e kadar) ve Sultan I. Ahmed Han (H. 1012’den 1026’ya kadar) zamanlarında kahve birkaç kez Osmanlı topraklarında yasaklanmış, fakat her sefer yeniden kullanılmaya başlanmıştır.”
Sadece onlar değil, IV. Murad da başa geçtiğinde kahveyi resmen yasaklamış ve hatta kahvehaneleri yıktırmış. “Birkaç kişiyi de kahve içmek suçuyla öldürtmüş, fakat ondan sonra kahvehaneler yine açılmıştır.”
Unutmamalı ki, her iktidar biraz huzursuz halkın toplaşıp konuştuğu yerlerden. Kahvehaneler aydınların, yazarların, şairlerin buluşma, tartışma yeri hep… Salah Birsel her satırından kahve yudumu gibi keyif alınan meşhur Kahveler Kitabı’nda, Kurtuluş Savaşı yıllarında ozanlar ve aydınların Nuruosmaniye ve Sultanahmet kahvehanelerinde toplaştıklarını yazar. “Sultanahmet’te tam köşedeki kahveyi canlandıran, orayı edebiyatçıların uğrağı haline getiren Hasan Ali Yücel olmuştur. Yücel buraya “Akademi” adını verir. Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nurullah Ataç, ressam Zeki Faik İzer, ressam Elif Naci, Ahmet Kutsi Tecer, Yunus Kanım Köni buraya sık sık gelirler.”
Kadıköy’ün kahveseverleri
Aynı kitapta Kadıköy’ün kahvelerinden söz ederken yine benzer bir vurgu yapar Birsel. 1919 civarında Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Ömer Seyfettin, Nâzım Hikmet, Reşat Nuri gibi Kadıköy civarında oturan birçok edebiyatçının ismini sayarak birçoğunun akşamları bir kır kahvesinde” buluştuğundan bahseder. Yazarlara düşkünlüğüyle, özellikle Ahmet Rasim’e saygısıyla bilinen, Yervant adında yaşlıca bir Ermeni’nin işlettiği “Yoğurtçu Çayırı’nın yukarısında Şifa ya da Bakla Tarlası denilen yerde, Kızıltoprak kıyılarıyla Kalamış Koyu’na bakan” bir kahvedir burası.
Ancak Birsel’in aktardığına göre, bu yazarlar arasından biri, Ömer Seyfettin kahvelerden pek hoşlanmaz. “Va-Nu onun Sultanahmet’le Şehzadebaşı kahvelerine ara sıra geldiğini yazar. Şifa’daki Kır Kahvesi’ne de pek seyrek gelir. Gelirse de yaz olduğu içindir. Kışları havalar soğuyunca Ömer Seyfettin’in de sinirleri bozulur ve çokluk evine kapanır.”
Fakat Ahmet Haşim gibi kahvehanelere düşkün olanlar çoğunluktadır Kadıköy’de. O dönem Kadıköy Vapur İskelesi’nin karşısında yer alan Acem’in Kahvesi Ahmet Haşim’in favorisidir. “Haşim burada yazar olmayan kişilerle çene yarıştırarak çay, kahve ve nargile içmeyi çok sever. Kahvede rastladığı bu yabancı kişilerle kimi zaman tavla attığı bile olur. Abdülhak Şinasi Hisar bu mahalle kahvesi dostlarının Haşim’e çok gerekli olduğunu yazar. Haşim’in bu arkadaşları, onun şiirinin musikisini duymaz ve anlamazlar ama, düzyazısını beğenirler. Hele Haşim’in tuhaflıklarına, birden köpürüp kızmasına, şunu bunu çekiştirmesine bayılırlar.”
“Ezelî kuyruk”
Kahve pahalılandı diyerek başladığımız yazı nerelere geldi… Ama şaşırtıcı değil aslında, kahve muhabbeti de böyle değil mi sonuçta!
Madem son cümlelerdeyiz, sözün gücü görevi çizginin gücüne devretsin ve yazıyı Ali Ulvi’nin, Türkiye’de halkın kahveye düşkünlüğünü çok iyi anlatan bir karikatürünü anarak bitirelim. Türk Etnografya Dergisi’nde yayımlanmış, Türkiye’de Kahve ve Kahvehaneler başlıklı, Prof. Süheyl Ünver imzalı makalede anlatıldığına göre, “Kahve dağıtılıyor” levhasını asan bir dükkânın önünde kuyruk yapanları gösteren karikatürün altında “ezelî kuyruğumuz” yazıyormuş.
Sanırım başka söze gerek kalmıyor.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.