Kafkaslarda Neler Oluyor? Rusya, Fransa, ABD ve Türkiye…

MDN İstanbul

Dağlık Karabağ’da 27 Eylül’de başlayan şiddetli çatışmalar, ardından varılan ateşkes girişimlerine karşın sönümlenmedi. Donmuş çatışma bölgesi olarak nitelendirilen Dağlık Karabağ’da Azerbaycan, icra ettiği harekâttaki sevk ve idare becerisiyle yıllar sonra kaybettiği toprakları geri almaya başladı.

Dağlık Karabağ, uluslararası hukuka göre Azerbaycan toprakları içinde yer alıyor ve Azerbaycan’a ait. Özerklik statüsündeki bölgenin idaresi uluslararası hukuka aykırı olarak Ermenistan’ın da desteğiyle, 1992-1994 Karabağ Savaşı’ndan bu yana Dağlık Karabağ’da yaşayan Ermenilerin elinde bulunuyor. Kısaca Ermenistan işgali altında…

Bölge üzerinde hâkimiyet kurmak üzere 1992’de başlayan ve iki yıl süren Karabağ Savaşı, Rusya’nın öncülüğünde yürütülen müzakereler sonucu 12 Mayıs 1994’te imzalanan ateşkes anlaşması ile sonlandırıldı, lâkin aradan geçen 26 yıl boyunca birçok kez ihlâl edildi. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubu tarafından başlatılan ve 2009 yılında son halini alan Madrid Prensipleri çerçevesinde devam eden barışçıl çözüm arayışları ise bir anlaşma ile sonuçlanmadı, daha doğrusu kadük kaldı.

Burada bir parantez açalım, Minsk Grubu 6 Aralık 1994’te Budapeşte’de yapılan toplantıda kuruldu. Minsk süreci olarak adlandırılan müzakereler için eş başkanlık kurulmasına ve bu eş başkanların ABD, Rusya ve Fransa olmasına karar verildi. Eş başkanlar sorunun tarafları olan Azerbaycan ve Ermenistan’ın yanı sıra tüm ilgili ülkelerle görüşmeler yapmak ve görüşmelerin sonuçlarını Minsk Grubu’na bildirmekle yükümlü olmayı kabul etti. Minsk Grubu’nda Azerbaycan ve Ermenistan’ın yanı sıra eş başkanlara ek olarak Belarus, Almanya, İtalya, Portekiz, Hollanda, İsveç, Finlandiya ve Türkiye yer alıyor.

Aslında Minsk Grubu’nun beyhude çabalarının maksatlı olduğu ve sorunu Ermenistan’ın lehine olacak şekilde bilinçli olarak sürüncemede bıraktığı öteden beri vurgulanır. 26 yıl boyunca sabırla bu mekanizmaya güvenen ve sorunun çözüleceğini düşünen Azerbaycan’ın sabrının tükendiği ve masada kazanamadığını sahada elde etme yoluna gittiği görülüyor. Azerbaycan uzun süredir ordusunu ve iç kamuoyunu hazırlıyordu. Stratejinin kurallarını doğru uygulayan Azerbaycan doğru zamanda, doğru yerde ve doğru kuvvetle askerî harekâta girişti ve uluslararası kamuoyunun beklemediği bir şekilde Ermeni kuvvetlerini sürklase etti.

Aslında meseleye sadece Azerbaycan ile Ermenistan arasında yaşanan kadim bir sorun olarak bakmak hatalı olur. Zira, dünyanın bu bölgesi küresel ilgi alanlarının başında geliyor. Kafkasya jeopolitik açıdan oldukça önemli bir bölge ve Azerbaycan Türkiye’nin Orta Asya’ya erişiminin kilidi. Azerbaycan aynı zamanda Türkiye’ye gelen doğalgaz ve petrol boru hatlarının da çıkış noktası…

Çin’in Kuşak Yol projesi içerisinde orta kuşak hattında yer alan bölgedeki demiryolu hattı da stratejik önemde. Kısaca Kafkasya; Azerbaycan, Türkiye, Rusya, İran ve Çin açısından jeopolitik öneme sahip olmakla birlikte, ABD, AB ve Fransa gibi aktörler için de ilgi sahası. Özellikle Türkiye ile her kulvarda rekabete giren Fransa bakımından bölge, Türkiye’nin kuvvet inkısamına uğratılabileceği, Ermenistan üzerinden dikkatinin dağıtılabileceği bir hüviyete de sahip.

Batı yanlısı Paşinyan bu açıdan bakıldığında her türlü Fransız manipülasyon ve kışkırtmalarına dahası yönlendirmelerine açık hale geliyor. Elbette bu durumunun Rusya’yı da hoşnut kılmadığı da bir gerçek… Rusya; jeopolitik açıdan önemli olan Ermenistan’ın Paşinyan sonrası dönemde yönünü Atlantik yapıya kaydırmasına tahammül edemedi. Bu nedenle Azerbaycan’ın önünü açtığı, daha basit ifadeyle Azerbaycan’a örtülü yol verdiği görülüyor…

Bu noktada İran’ın tutumu da önemli. Azerbaycan’ın meşru bir mücadele verdiğini en iyi bilen İran, Azerbaycan Türkleri’nin kaybettiği toprakları geri alma konusundaki kararlılığının farkında ve meseleye Ermenistan lehinde taraf olmanın kendisine olası yansımalarının olacağının farkında. Nitekim İran’da yaşayan 30 milyona yakın Azerî Türkü İran’ın zayıf karnı. Bu nedenle İran Dağlık Karabağ’daki savaşı reaktif bir şekilde takip ediyor, esasen etmek zorunda. Bu arada ABD ise tamamen 3 Kasım’daki seçimlere odaklanmış durumda.

Gelelim NATO’ya… NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, 21 Ekim tarihinde Brüksel’deki NATO karargâhında Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan ile görüşmesinden sonra NATO’nun Dağlık Karabağ’daki çatışmanın tarafı olmadığını açıkladı ve NATO’nun pozisyonunu net olarak ortaya koydu.

Bu arka plan çerçevesinde Azerbaycan olabildiği kadar hızlı bir şekilde işgal edilen topraklarını kurtarmayı hedeflemeli. Elbette Rusya’nın tutumu ve Türkiye’nin ağırlığı savaşın gidişatını belirleyecektir. Rusya ise muhtemelen Atlantik yapıya müzahir gördüğü Paşinyan’ın gidişini garantiye almak isteyecektir. Burada oldukça hassas bir denklem olduğunun altını çizelim. Rusya, Türkiye destekli Azerbaycan’ın maksadını aşmasına ya da kontrolü dışında bir kazanım elde etmesine tahammül etmeyecektir.

Burada asıl dikkat edilmesi gereken ise küresel marjda oldukça etkin ve aktif olan Ermeni diasporası. Özellikle Fransa ve ABD’deki Ermeni diasporası Azerbaycan ve Türkiye’ye karşı vitesi yükseltmiş durumda. Son olarak Türk insansız hava araçlarının motorlarını üreten Kanadalı Bombardier Recreational Products “kullanımı belirsiz olan ülkelere” yapılan ihracatın 25 Ekim itibarıyla askıya alındığını duyurması konuya önemli bir örnek.

Quebec merkezli firma yetkilileri Avusturya’da Rotax adlı fason üreticileri tarafından yapılan motorların Türk Bayraktar TB2 İHA’larında kullanıldığını öğrendiklerini ve buna ilişkin bir karar aldıklarını açıkladı. Kanada, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine icra ettiği meşru ve haklı harekâtı sonrası Ekim 2019’da Türkiye’ye yaptığı savunma teknolojisi ihracatını pek çok kalemde askıya almıştı. Bu durumu fırsat bilen Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan diğer ülkelere de Kanada örneğini takip etmeleri ve Türkiye’ye yaptıkları savunma ihracatlarını askıya almaları çağrısında bulunduğunu hatırlatalım. Bazı Avrupa ülkelerinde de benzer çatlak sesler duyulmaya başlandı bile.

İfade özgürlüğü adı altında yapılan İslamofobik kampanya
Bu noktada Fransa’nın tutumu dikkat çekiyor. Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian’in, Karabağ krizinde Fransa’nın Ermenistan’ı destekleyen bir pozisyon almasının Minsk Grubu’ndaki tarafsız eş başkanlık görevini tehlikeye atacağını belirtmesi dahi Fransa’yı aklıselime davet edemedi.

Fransa’da 16 Ekim’de Hz. Muhammed’i tasvir eden karikatürleri derste öğrencilerine gösteren bir öğretmenin öldürülmesinin ardından siyasetçilerin büyük bir kısmının radikal İslam’ı hedef alan açıklamalarda bulunması, Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkileri bambaşka bir boyuta taşıdı. Fransa’nın Montpellier ve Toulouse kentlerinde, öldürülen öğretmeni sözde “anmak için” resmi binaların duvarlarına Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’nun Hz. Muhammed’e yönelik hakaret içerikli karikatürlerinin yansıtılması tansiyonu ve gerilimi iyice artırdı.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un radikal İslam ile mücadele edeceği yolundaki açıklama ve karikatürlerin resmi binaların duvarlarına yansıtılması nedeniyle Katar, Kuveyt, Cezayir, Sudan, Filistin ve Fas’ın yanı sıra birçok ülkede Fransız ürünleri boykot edilmeye başlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Macron’un akıl sağlığına atıfta bulunarak onu doktora havale etmesi ise gerilimi daha da artırdı.

Gelinen aşamada önce Libya krizi, ardından Doğu Akdeniz’deki sondaj çalışmalarıyla başlayan gerginlik, ardından Dağlık Karabağ meselesi ve son olarak İslamiyet özelindeki karşılıklı suçlamalarla iki ülke arasındaki gerginlik çok boyutlu bir sorun sarmalına evrildi.

Önümüzdeki sene Fransa’da seçimler olacak. Macron’un iç kamuoyuna yönelik popülist çıkışlarının arka planında bu hassasiyet var. İslamiyet’i Avrupa normlarına getireceğini ve modernleştireceğini iddia eden Macron tehlikeli sularda yüzüyor, dahası açıkça İslam düşmanlığını körükleyerek fay hatlarını zorluyor. Bu yaklaşım belki Fransız iç politikasında ve Avrupa genelindeki popülist ve aşırı akımlarda karşılık bulabilir lâkin Fransa’nın kaybı kıta Avrupası dışında büyük olur.

Ortadoğuda, Kuzey Afrika bandında ve Sahra altında oldukça iddialı olan Fransa’nın bu bölgelerdeki etkinliği şüphesiz örselenir. Nitekim Türkiye, Katar, Kuveyt, Cezayir, Sudan, Filistin ve Fas’ın yanı sıra birçok ülkede Fransız ürünleri boykot edilmeye başlanması, Fransa bayrakları ile Macron’un resimlerinin yakılmaya başlanması bunun emarelerini veriyor. Macron liderliğindeki Fransız siyasetinin öngörülü hareket ettiğini zannederek cüretini zorlaması durumunda tepe taklak olma ihtimali kuvvetli. Neticede Fransa güçlü değil, güçlü görünmek istiyor. Sorunuzu duyar gibiyiz, Türkiye ne mi yapıyor? Fransa’nın acemiliklerinden istifade ile hamaset dozu yüksek bir strateji ile Fransa karşıtı bir cephe yaratmaya ve konsolide etmeye çalışıyor.

Hatırlatalım, bütün bu gelişmelere rağmen Türkiye ile Fransa arasında ticaret hacmi 2000’li yılların başından bu yana yükseliyor. Fransa Hükümeti’nin verilerine göre Türkiye, Fransa’nın AB dışındaki 3’üncü büyük ticaret ortağı konumunda bulunuyor. İki ülke arasında 2019’da gerçekleşen ticaret hacmi 14 milyar 677 milyon euroya ulaştı. Son on yılda, iki ülke arasında ticaret hacmi yüzde 47,4 seviyesinde artış kaydetti. 2014 yılından bu yana Türkiye’nin Fransa’ya yaptığı ihracat, Fransa’nın Türkiye’ye yaptığı ihracattan fazla. Özellikle 2019 yılına baktığımızda Türkiye’nin ihracatının 8,7 milyar euroya çıktığını, Fransız ihracatının ise 5,9 milyar euroda kaldığını görüyoruz.

Merkez Bankası verilerine göre 2002-2018 döneminde Fransa sermayeli firmalar tarafından Türkiye’de gerçekleştirilen doğrudan yatırımların toplamı 7 milyar 274 milyon dolar seviyesinde. Aynı dönemde Türk sermayeli firmaların Fransa’ya gerçekleştirdiği doğrudan yatırımların toplamı 235 milyon dolar. Türkiye’de bin 524 Fransa sermayeli şirketin faaliyet gösterdiğini belirterek soralım, içinde bulunduğumuz ekonomik tabloda Fransa feda edilebilecek bir ticaret ortağı olabilir mi? Cevabı siz verin.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın