Yeni yıla az kala, tüm insanlığın sesiyle Frida Kahlo’nun sözleri çınlıyor kulaklarımda: İnsanlık kendi kaderini yaratır. Kaderi de bu dünyadır. Ortada kader kalmayıncaya kadar onu yok etmeye devam ediyoruz
Bu ayın sonunda yeni bir yıla açılan kapıdan geçeceğiz. Herkesin birbirine yeni yılla ilgili iyi dilekleri olacak. Belki 31 Aralık gecesi alınacak biraz alkol vasıtasıyla kısa süreli bir hayâl dünyasından geçip o dileklerin gerçek olacağına inanacağız. Sonra ertesi gün olacak. Bakacağız, ne bireysel dünyamızda ne gezegenimizde bir şey değişmiş. Albert Camus’nun Caligula’sı fısıldayarak haykıracak zihnimizde tekrar, “Nereye gitsen peşinde geçmişin yükü, geleceğin yükü!”
Kasım ayında, bu yüke dışarıdan bakarak üzüntüyle vurgulayan Fransız astronot Thomas Pesquet’nin sözleri yansımıştı basına. Pesquet uzaydan görüldüğü biçimiyle iklim değişikliğinin dünyada yol açtığı tahribatı anlatmış ve insanların doğada yarattığı ağır yıkımın 400 km uzaklıktan bile gözle görünür hâle geldiğini söylemişti. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in ifadesiyle, “gezegenimizin bize söylediği şeyi” dile getirmişti astronot Pesquet.
Bu hâle nasıl geldiğimizin, gezegeni nasıl yaşanması zor bir yere dönüştürdüğümüzün hikâyesi uzun, ancak yılın şu son günlerinde 2021’e kaçamak bir göz atmak bile çok şeyi kavramayı kolaylaştırabilir.
Artık zaman yok; şimdi!
Sanırım, iklim krizini en belirgin biçimde hissettiğimiz günler, Türkiye’de ve dünyada giderek çok daha sık karşılaştığımız aşırı hava olaylarının yaşandığı dönemde oldu. Ne yazık ki, dünyanın her yerinde, geçmişe oranla daha fazla sel, daha fazla kuraklık, daha fazla fırtına ve daha fazla orman yangını yaşandı. Hepsinin etkileri çok yıkıcı oldu ve hâlâ olumsuz sonuçlarını yaşıyoruz. Oysa bu kaderimiz değil. Mevcut durumu değiştirmek elimizde. Ne yapılması gerektiğini biliyoruz. Bu büyük bir avantaj. İnsan faaliyetlerinden kaynaklanan karbon emisyonu durmalı. Yoksa her yıl atmosfere saldığımız 50 milyar ton karbondioksit ve diğer sera gazları gezegenimizdeki hayatı yok oluşa sürükleyecek. Dünya’yı yaşanabilir tutmanın yolu bu rakamı sıfıra indirmek, atmosferdeki sera gazlarından olabildiğince kurtulmak. Küresel ölçekte yapılan anlaşmalar, görüşmeler, alınan kararlar falan bunu 30 yıl içinde başarmak için.
Ancak devletlerin ve sera gazı üretimine neden olan şirketlerin yöneticileri harekete geçmekte yeterince istekli değil. Bu açıdan bakıldığında, yaşanan tüm felaketlere rağmen 2021, iklim krizini aşma yönünde yeterince başarılı olamadığımız bir dönem olarak anılacak. Gelecekte bunun tekrar etmesine izin vermemeliyiz.
Sözünü ettiğimiz o küresel kararlardan biri geçen ay alındı; daha doğrusu alınmaya çalışıldı. Ancak ne yazık ki ana akım medyada ilerleme olarak duyurulan Glasgow’daki İklim Değişikliği Konferansı’nın sonucu daha çok bir hayâl kırıklığı oldu. Mâlum, Glasgow İklim Anlaşması ile birlikte aşamalı olarak kömür kullanımının azaltılması planlanıyor. İlk kez devletlerin bu konuda anlaşmaya vardığı düşünülürse gülümsememek için neden yok gibi görünebilir. Fakat aslında üzerinde anlaşılması gereken, kömür kullanımının azaltılması değil, ülkelerin kömür ve fosil yakıt sübvansiyonlarını aşamalı olarak sonlandırma taahhüdünde bulunmalarıydı. Öyle olmadı. Gerçi buna bile şükür diyenler var, ancak kabul edelim ki beş farkla yenik olduğunuz maçın sonuna gelmişken farkı dörde indirmeniz sonucu değiştirmeyecektir.
Hayâller, gerçekler, dilekler
Öte yandan, insanız ve biliyoruz ki gidişat ne kadar kötü olursa olsun yaşamayı seçiyoruz. Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair’de dediği gibi, “Biz yine de güleceğiz anlatılan bektaşi fıkrasına”. Üstelik belki insan olmanın gereği, iyileşmeyi hayâl etmeden onu yakalayamıyoruz. O hâlde yeni yıla yaklaşırken isteklerimizi, beklentilerimizi ve iyi dileklerimizi sıralayalım. İzninizle ben başlayayım…
Tüm dünyada yenilenebilir enerjinin yolu açılsın, fosil yakıtlar terkedilsin, bu durum temiz hava şenlikleriyle kutlansın, kutlamalara katılan herkes idari izinli sayılsın.
Açlık altında yaşamlarını sürdüren 45 milyon insanı bu durumdan kurtarmaya yetecek kadar yardım, gelişmiş ülkelerin kasalarından ve doymak bilmez şirketlerin kârlarından toplansın. Bu kurumların ağlayan yöneticileri canlı yayından şifresiz kanallarda izlensin.
Çokuluslu şirketler kendilerini lağvetsin. Akıl almaz kazançlarını çalışanlarına dağıtsın. Çalışanlar maaş bordrolarından kâğıttan uçak yapıp yarıştırsın.
Borsanın ayılarıyla boğaları birbirini yok etsin, tavşanlar diye yeni bir nesil ortaya çıksın.
Korona virüsü bizi terk edip tekrar uyum içinde yaşadığı canlılara dönsün. İnsanlar da tövbe edip artık önlerine gelen her canlıyı yemeyeceklerine dair güvence versin.
İnsan hakları temeli üzerine inşa edilecek bir hukuk anlayışı her toplumsal düzene hâkim olsun. Adalet, Marvel ya da DC Comics kahramanlarının eline kalmasın, güveneceğimiz bir kavram olarak günlük hayatımıza yerleşsin.
Ebeveynler “terbiye edeceğim” diye çocuklarının canına okumaktan vazgeçsin, onları rahat bıraksın.
Okullarda yapılacak tek sınav öğretmenlerin yeterlikleri üzerine olsun. Sınav stresi yaşayan öğretmenlerin emekliliklerine yıpranma payı eklensin.
Uzaylılar gelecekse gelsin.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır