Jeopolitik türbülans: Türkiye’nin açmazları

MDN İstanbul

Türkiye’nin izlediği dış politika ve uyguladığı stratejiler bir uçağın sık aralıklarla hava boşluğuna düşmesi misali sürekli türbülansa giriyor. ABD ve RF’yi dengede tutmayı hedefleyen politikaların sürdürülebilir olamayacağını ve günün birinde tıkanacağını geçmiş yazılarımızda vurgulamıştık. Diplomaside kuraldır, denge politikasını güçlü olan taraf uygular

Siyasi, askeri, ekonomik ve yumuşak güç unsurları bakımından güçlü olmanız şarttır. Aksi durumda güçlü olan taraflarca size bir seçim yapmanız dayatılır. Ne yazık ki Türkiye, jeopolitik türbülansa girmiş görüntüsü veriyor.

Gelinen noktada Türkiye iyice sıkıştı. Kategorik olarak Avrasya ile Atlantik arasında gidip gelen devlet aklı rasyonel hareket etmeyi -şimdilik- bıraktı ve hiç lüzumu yokken bir tercih yapma zorunluluğuna kendisini şartlandırdı. Oysa bu yaklaşım gereksiz bir şartlı refleks.

Türkiye çıkmaz sokağa (cul de sac) girer mi?
Gergin durumlarda kolaya kaçmayı severiz. Yaratıcı ve objektif yaklaşımı askıya alırız. Baskı altında yeni bir hamle yapamaz, ezber bozamaz ve denenmişe yani fabrika ayarlarımıza dönmeyi tercih ederiz. Son dönemde “birilerinin” Türkiye’yi -eskiden olduğu gibi- Atlantik yörüngesinde tutmak için sergilediği aşırı çaba ve motivasyon bu zaafımızın bir yansımasını çağrıştırıyor.

15 Temmuz kalkışması sonrası “gözlerine inen perde kalkan”, Batılı dostlarıyla yaşadığı romantizmi bir kenara koyarak kendine gelebilen; milli çıkarlarına uygun, gerçekçi ve fayda-çıkar temelinde stratejiler izlemeye başlayan Türkiye, aradan geçen üç buçuk yıl sonra başa dönmeye hevesli bir görüntü veriyor. Açıkçası Türkiye makas değişikliğini gündemine alıyor.

Durum gerçekten ilginç, FETÖ elebaşısı ABD’de ikâmetine devam ediyor ve geri verilmiyor. Suriye’de PKK/PYD’yi destekleyen ve Türkiye’ye tercih eden ABD, İsrail’e plase bir Kürt devleti oluşturma projesini gündeminden çıkarmış değil. Doğu Akdeniz’de Yunanistan, GKRY, İsrail ve Mısır tarafından aleyhimize teşkil edilen ekseni destekleyen ABD, dışında tutulduğumuz Doğu Akdeniz Gaz Forumu (DAGF)’na da üye olmak istiyor. ABD, Ege’de Yunanistan’ı cesaretlendiren adımlar atıyor, Ege Denizi’nde Gayri Askeri Statüdeki adaları unsurları ile sıklıkla ziyaret ediyor, yığınak yapıyor. Son dönemde Yunanistan ana karasında ve adalarda stratejik üsler kuruyor. Çanakkale Boğazı’nın dibindeki Dedeağaç’a askeri/ekonomik yatırım üstüne yatırım yapıyor. GKRY’de de üs peşinde koşan ABD; RAND, SSI ve benzeri düşünce kuruluşlarının manipülasyonu ile mesnetsiz darbe söylentilerini körüklüyor, toplum mühendisliğine soyunuyor.

Stratejik devinim böyleyken Suriye özelinde ABD ile işbirliğine gitme telaşını anlamak mümkün değil. Şurası çok açık, ABD ile Suriye özelinde yapılacak işbirliği olsa olsa bizi “cul de sac (çıkmaz sokak)”a götürür. Bu birlikteliğin promosyonu da müteakip aşamada yeni bir Kürt açılımı olur. Ortadoğu’da Kürtlerle büyüme hayali zamanında bizi hendek savaşlarına götürmüştü. Unutmayalım.

Rusya’nın septik bir ruh haline evrilmesi
Güney sınırından yoğun risk altına giren, bekasına yönelik tehdidi iliklerine kadar hisseden Türkiye, 15 Temmuz sonrası bölge merkezli politikalara yönelerek komşuları ile işbirliğine gitmiş ve rahat bir nefes almıştı. Üstelik Astana ve Soçi süreçleri ile pekişen bu dönemde güneyimizde oluşturulmaya çalışılan Kürt koridoruna karşı icra edilen askeri operasyonlarımız muhataplarımız tarafından anlayışla karşılanmıştı.

15 Temmuz sonrası yoğun desteğini gördüğü kadim komşusu Rusya ile işbirliğini ivmelendiren Türkiye; Türk Akımı-2, Akkuyu Nükleer Santrali ve S-400 gibi Batı’nın tepkisini çeken stratejik hamleler yapmış, eksenin kaydığına dair eleştirilere hedef olmuştu. Buna karşın, 40 milyar dolara yaklaşan turizm gelirinde her geçen gün artan Rus payı ve iki ülke arasında gelişen ticaret hacmi eleştirileri perdelemişti.

Ancak Şubat ayında yaşanan gelişmeler her cenahtan kafaların karışmasına neden oldu. Türkiye’nin Libya marjında yaptığı hamleler sonrası Rusya ile yaşadığı gerilim hiç umulmadık sonuçları da beraberinde getirdi, ilişkiler gerildi ve Türkiye, Rusya’nın sinir uçlarını test etmeye başladı.

Olguları sıralayalım. Rusya’nın Hafter sevgisi malûm. Lâkin Sayın Cumhurbaşkanı’nın son Ukrayna ziyareti, Kırım’a yönelik argümanları, Ukrayna’ya yapılacak askeri yardım, Dışişleri Bakanımızın NATO Dışişleri Bakanları toplantısında Gürcistan’ın NATO’ya üyeliğini teşvik eden argümanları ve ansızın gündeme getirilen Kanal İstanbul meselesi Rusya’nın septik bir ruh haline evrilmesine neden oldu. İdlib özelinde verilen karşılıklı sözlerin tutulmaması da cabası…15 Temmuz sonrası Rusya ile tesis edilen karşılıklı saygı ve güven İdlib meselesi sonrası yerini “güven bunalımına” bıraktı.

Aslında Türkiye’yi bağımsız politikalar izlemesi minvalinde teşvik ederek Atlantik fay hattında bir çatlak yaratmayı hedefleyen Rusya, en başından beri Türkiye’ye şüpheyle yaklaşıyor, samimiyetini test ediyordu. Nitekim, Rusların Kasım 2015’de meydana gelen uçak düşürme krizini unuttuklarını sanmak, düpedüz Rusları tanımamak anlamına gelir, not edelim.

Stratejik tercih değişikliğine mi gidiyoruz, yoksa savruluyor muyuz?
Rusya ile gerilen ilişkiler sonrası ABD ve AB’nin bu fırsatı kaçıracağını düşünmek elbette saflık olur. Nitekim NATO’nun Türkiye’yi öven videolu paylaşımı, ABD’nin müttefikimiz Türkiye’nin yanındayız mealindeki sistematik ve hamaset dolu açıklamaları, Merkel’in ve hatta Macron dahil NATO üyesi diğer AB ülkelerinin ittifak dayanışması argümanları eşliğinde Rusya’yı eleştirmeleri birilerini oldukça heyecanlandırdı, esasen 15 Temmuz sonrası izlenen stratejiler ile açıktan çelişti. Stratejik tercih değişikliğine mi gidiyoruz, yoksa savruluyor muyuz? Sorularını sormamıza neden oldu.

Şubat ayında doğrudan Suriye rejimi tarafından İdlib’de yapılan saldırılar sonucu askerlerimiz şehit oldu. Bu elim hadise Suriye kaosunun başladığı günden bu yana ilk kez karşılaştığımız bir durum. Rusya’nın Suriye’deki nüfuzu ve etkinliği göz önüne alındığında; Suriye rejiminin, Rusya’nın desteği olmadan Türk askerine saldıramayacağı aşikâr. Rusya’nın bu cüret patlaması dikkat çekici.
Yaşananlar Türkiye’nin Suriye denklemindeki pozisyonunu daha karmaşık bir hale getirdi. Ne yazık ki Suriye, Türkiye’nin dış politika gündeminden çıkıp, iç politik gündemine dönüştü.

Rusya, Suriye rejiminin Türkiye’ye doğrudan angaje olmasına yol vererek, Türkiye’ye Suriye’de asıl muhatabın kendisi olduğunu hatırlattı. Suriye faturasının her geçen gün Rusya’ya gerek ekonomik gerekse askeri bakımlardan artarak yük olduğu biliniyor. Bu durum sürdürülebilir değil.

SSCB’nin çökmesine neden olan Afganistan travmasını unutmayan ve saplantı haline getiren Rusların, Suriye’de bir an önce çözüm istemelerinin arka planını “Afganistan Fobia” oluşturuyor. Bu zaviyeden bakınca Rusya, Suriye’de son perdenin oynandığı mevcut konjonktürde olabildiğince fazla kazanım elde ederek oyunu sonlandırmak istiyor. Ancak çıkarları Türkiye ile çatışıyor…

Türkiye’nin ABD ve Rusya ile sergilediği baş döndürücü flört
Türkiye’nin durumu da oldukça hassas ve kırılgan. Fırat’ın doğusunda ABD, batısında ise Rusya ile hegemonya mücadelesine girişmek makul, sürdürülebilir ve rasyonel değil. Bu nedenle Türkiye, belirlediği hedeflerine ulaşmada zorlanıyor ve bu duruma koşut olarak partner arayışından vazgeçemiyor. Zira Suriye meselesi tıpkı Rusya gibi Türkiye’yi de yıpratıyor ve devlet kapasitesini vakumluyor.

Türkiye, Rusya ile ABD arasında med-cezirli bir ilişki yaşıyor. Devlet kapasitesi ile orantılı olarak oyun kurmaktan ziyade oyun bozan stratejiler izleyen Türkiye, sonuç odaklı hareket edemiyor, kazan-kazan yapamıyor. Yine de Türkiye, bölgesinde etkin bir aktör. Hâl böyle olunca ne Rusya ne de ABD Türkiye’yi doğrudan karşısına almak istemiyor. Her iki ülke de ortaya çıkan sorun sahalarını soğutmaya ve Türkiye’yi küstürmemeye çalışıyor.

Gerek ABD gerekse Rusya Türkiye’yi kendi tarafında tutmak istiyor. Bu açmazı gören Türkiye ise ABD’ye karşı Rusya, Rusya’ya karşı ABD kartını oynuyor ve bu stratejinin adına denge politikası diyor. Türkiye’nin ABD ve Rusya ile sergilediği bu baş döndürücü flört sürdürülebilir değil.

Meseleye stratejik bakış açısıyla yaklaşmak
Türkiye’nin Suriye’de yüzleştiği bu yeni duruma biraz yukarıdan, daha stratejik bir optikten bakalım. Türkiye’nin jeopolitik açmazları çok, saymakla bitmiyor. Ortadoğu, Karadeniz, Montrö, Ege sorunları ve Yunanistan, Doğu Akdeniz, enerji jeopolitiği, deniz yetki alanlarının paylaşımı, Kıbrıs ve son olarak Libya. Özgül ağırlığı yüksek bu başlıkların her biri Türkiye’nin savunma, güvenlik, dış politika ve ekonomisi ile doğrudan bağlantılı. Her bir başlık diğerine domino etkisi yaratacak potansiyelde.

Bakınız, Türkiye İdlib özelinde Suriye’de meşgul edilmeye çalışılıyor. Enerjisini, bir “kara deliğe” evrilebilecek Suriye’de harcaması hedefleniyor. Bu durumun özellikle Türkiye’nin Libya’da izlediği stratejinin devamında devreye sokulması tesadüf değil. İdlib’e odaklanan ve dikkati dağıtılan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’den tecrit edilmesi ve Doğu Akdeniz enerji jeopolitiğinin dışına itilmesi hedefleniyor. Bu durum hangi aktörleri mutlu eder, iyi tahlil etmek gerekiyor.

Mevcut konjonktürde Türkiye’nin “karadan” bakış zaviyesini terk ederek jeopolitik gerçeklere “deniz” optiğinden bakması gerekiyor. Bunu ısrarla vurguluyoruz. Sebebi çok açık, Türkiye’nin önceliği Doğu Akdeniz’dir. Sıklet merkezi Doğu Akdeniz’de kurulmalıdır. Bu stratejiye koşut olarak misal Karadeniz gerilimden uzak tutulmalı, Türkiye’nin güneyi istikrar bulmalıdır.

Bitmeyen Suriye krizi Türkiye’nin Doğu Akdeniz’e yönelik çıkarlarına erişmesine ayak bağı olmaktadır. Bu nedenle Türkiye, Suriye krizini bir an önce ve hasar almadan çözmelidir. Öte yandan Suriye’deki sıkışmanın Mavi Vatan bağlamında stratejik önem taşıyan Libya’da telafisi güç sonuçlara da neden olabileceği akılda tutulmalıdır.

An itibarı ile Türkiye sert gücü ile muhataplarının karşısında pozisyon almaktadır. Lâkin salt askeri tedbirlerle ayakta kalmaya çalışmak rasyonel bir hareket tarzı değildir. Türkiye diplomasi kartını çok boyutlu kullanabilmelidir. Sahada kazanılan askeri başarılar diplomatik hamlelerle taçlandırılmadıkça kadük kalmaya mahkûmdur.

Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getiren, Batı’nın ellerini ovuşturarak izlediği İdlib sarmalının ne şekilde çözüleceği, şüphesiz Türkiye’nin rotasını belirleyecektir. Strateji en nihayetinde hesap işidir. Bu dönemde ölçülü, dengeli ve istikrarlı hareket edilmelidir.

Türkiye çıkarları istikametinde ilgili tüm aktörlerle iletişim içinde olmalıdır. Rusya ile yaşanan gerilim sonlandırılmalı, güven bunalımı aşılmalıdır. Karşılıklı saygı temelinde bölge merkezli politikalara geri dönülmelidir.

Mart ayı başında Türkiye, Rusya, Almanya ve Fransa liderleri arasında yapılacak görüşmeler gidişata doğrudan etki edecektir. Bilhassa Sayın Cumhurbaşkanı ile Putin’in temasları yaşanan sıkışıklığın aşılmasını sağlayabilecektir.

Devlet aklı stratejik istikrarın sağlanmasını gözetmelidir. Türkiye, İdlib nedeniyle Rusya’yı karşısına almamanın çaresini bulmalıdır. Bu noktada Rusya ve İran da üzerine düşeni yapmalı, Türkiye’nin kırmızı çizgilerini gözetmelidir. Sadece Türkiye’nin taviz vermesini beklemek ve istemek mantıklı bir yaklaşım değildir.

Öte yandan Nisan ayında aktive edilmesi beklenen S-400’lerin Batılı dostlarımızda yarattığı tedirginlik, yaşananların odağını oluşturmaktadır. S-400’lerin kurulumunu durdurmak üzere Türkiye üzerindeki baskıyı iyice artıran ABD, İdlib’den istifade ile Rusya ile Türkiye arasındaki işbirliğini bozmak için son kozlarını güçlü bir şekilde oynamaktadır.

Bu yazının yazıldığı 24 Şubat’ta durum berrak değildi, ama ayak sesleri duyuluyordu.

Bizden söylemesi, ABD’nin Türkiye’ye ansızın Patriot vermesi ve askeri desteğini artırması gibi taktik manevraları gündeme gelebilir. Ayrıca, Libya’da desteklediğimiz Ulusal Mutabakat Hükümeti İçişleri Bakanı Fethi Başağa’nın, “ABD’nin Libya’da askeri üs kurmak istemesi durumunda buna engel olmayacaklarını, zira bu üssün Libya’da istikrarın sağlanmasına katkıda bulunacağını” ifade etmesi de dikkate alınmalıdır. Türkiye’nin bilgisi ve onayı olmadan yapılamayacak bu çıkış ya Rusya’yı Libya’da ABD kartı ile hizaya getirme çabası ya da Libya’daki yalnızlığımızın ABD ile aşılacağının sinyalidir… Bekleyip göreceğiz.

Bunu Paylaşın