“Hazır olmamız gereken en önemli cephe, deniz’’

MDN İstanbul

Amiral (E) Cem Gürdeniz, 21’inci yüzyılda rakip ülkelerin hesaplaşma merkezinin okyanus ve denizler olacağının altını çizerek, donanmaların ateş gücünün ve durumsal farkındalık yeteneklerinin suyun altına yönelmesi gerektiğine dikkat çekiyorKÜDENFOR Kurucu Direktörü Amiral Cem Gürdeniz, KÜDENFOR’UN 19 Eylül 2018 tarihinde icra ettiği “Sualtı Akustiği ve Sonar Teknolojilerinde Güncel Paradigmalar’’ konulu forumun açılışında yaptığı konuşmada şunları söyledi:
Donanmamız Anadolu’da yaşamanın güvencesi; savunma sanayimiz de bu güvencenin omurgasıdır.

Savunma sanayinde, Deniz Kuvvetleri’nin yeri çok önemlidir. Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası maruz kaldığımız ambargo ve harekâtta ortaya çıkan aksaklıklardan en büyük dersi Deniz Kuvvetleri çıkarmış ve Araştırma Merkezi ve Ar-Ge sürecinin tohumlarını etkinlikle atmış, pek çok baskı ve engellemeye rağmen, bu tohumlar meyvelerini vermiştir.
Bu kapsamda MİLGEM’in babası Amiral Özden Örnek’i 29 Nisan 2018 günü kaybetmiş olmanın hüznünü yaşıyoruz. Bugün deniz Ar-Ge’si üstün bir seviyeye gelmişse; MiLGEM’ler mavi vatanda yüzüyorsa ve Pakistan’a ihraç edilecek duruma gelmişse; İ sınıfı fırkateynler kızağa konulmuşsa bu başarıların itici gücünü Özden Örnek’e borçlu olduğumuzu bir kez daha hatırlatıyorum.
Bu kollektif gayretler sonucu Türkiye, yüksek tonajlı ve karmaşık bir suüstü savaş gemisini dizayn ve inşa edebilen az sayıda devletin arasına girebilmiştir. Bu yönü ile savunma sanayimizin amiral gemisinin MİLGEM olduğunu gururla söyleyebilirim.

Türkiye 21’inci yüzyıla çok hızlı girdi. Bu virajda sadece fırsatları değil, aynı zamanda savunma ve güvenliğine yönelik endişeleri de arttı. Türkiye’nin bu konjonktürde en büyük güvencesinin savunma sanayi olduğu bir gerçektir. Avrasya’nın jeopolitik çekim merkezinde, bulunduğumuz yarımada coğrafyası bir deniz devleti olan Türkiye’mizin deniz gücünde duraksamaya dahi izin vermez.

Bugün çevrelendiğimiz her üç deniz alanında ciddi jeopolitik fay hatları ile karşı karşıyayız. Bu fay hatlarının kırılması Türkiye’yi iç hatlar konumunda bırakacaktır. Bu fay hatları içinde özellikle Doğu Akdeniz’de büyük enerji toplandığını eklemeliyim.

Doğu Akdeniz, 21’inci yüzyılda Türk jeopolitiğinin ağırlık merkezi olmaya devam edecektir. Bu kapsamda KKTC’deki askeri varlığımız Doğu Akdeniz jeopolitiğinin en az donanmamız kadar önemli ve vazgeçilmez aktörüdür. KKTC’nin varlığının sonlandırılarak Türk askeri gücünün adadan geri çekilmesinin mevcut konjonktürde jeopolitik intiharla eş değer olacağını da belirtmek isterim.

6 ana sorun sahası sarmalındaki Ege’de, arkasına AB ve ABD’yi alan Yunanistan, ulusal güç ve olanaklarının zayıflığı, ekonomik durumu ve ulusal üretim potansiyelinin olumsuzluklarına rağmen Türkiye ile bir gerginliği göze alabiliyor. Diğer yandan güneyimizde devam eden Irak ve Suriye krizlerinin Doğu Akdeniz’e yansımaları ile deniz çıkışı olan sözde bir Kürt devletinin Türkiye aleyhine yaratacağı yaratacağı jeopolitik sonuçların vahametini tahmin bile edemeyiz.
Saydığım endişe alanlarını gidermenin temel yolu, denizde güçlü ve her an harbe hazır olmaktan geçmektedir. Denizdeki gücün ağırlık merkezinin ise suyun altı olması gerektiğini her zaman vurguladım.

Günümüzde tüm dünyada özellikle deniz kuvvetleri alanında süratli ve kapsamlı bir silahlanma görüyoruz. 4’üncü Sanayi Devrimi’nin dümen suyunda ilerleyen deniz silah sanayi, suüstü ve hava sistemlerinde hiper sonik uçaklardan, dronlara; gezgin füzelerden magnetic rail gun sistemlerine, çok geniş bir spektrumda gelişmesine devam ederken, suyun altında devrimsel nitelikte aynı başarı bir türlü sağlanamıyor. Denizaltı ve mayınların tespiti hala çok zor. Suyun altı taktik ve teknik gizem ve zorluğunu korumaya devam ediyor.

1992 yılında Amerikan Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Frank Kelso şöyle diyordu: “Uzayın derinliklerindeki küçük bir metal parçasını tespit edebiliyoruz, ancak bazen 100 metre dibimizdeki sualtı cismini tespit edemiyoruz.’’
1980’lerde 37 ülkenin denizaltısı varken bugün bu sayı 44’e çıkmıştır. Şunu söyleyebiliriz; Hegemonya el değiştirirken suyun altı 21’inci yüzyılda okyanus ve denizlerdeki hesaplaşmanın merkezi olacaktır.

Bu nedenle silahlanma ve teknolojide paradigma değişikliği için söylenebilecek en önemli husus, donanmaların ateş gücünün ve durumsal farkındalık yeteneklerinin suyun altına yönelmesi olarak özetlenebilir. Su üstünde, kriz ve savaş dönemlerinde gerekli ateş gücü korunurken ve geliştirilirken, donanmaların artık fark yaratacak, oyun değiştirecek kuvvet çarpanlarına olan ihtiyaçları sualtı dünyası ve teknolojilerinden karşılanmaya başlanmıştır.

Türk savunma sanayi de sualtında son 15 yılda büyük başarılara imza atmıştır. Bu ivmenin korunması ve geliştirilmesi geleceğimiz için hayati önemdedir. Gerek tedafüi gerekse taarruzi yeteneklerin donanma gücüne sunulabilmesi gerekir.
Nusret’in 26 mayınının 1915 konjonktürünü alt üst ettiği unutulmamalıdır.
Bu kapsamda 21’inci yüzyılda sürpriz yeteneklere odaklanma hedefinde sualtı alanında ileri donanmalara yetişen değil, modern ve yeteneklerinin sınırı bilinmeyen bir sanayi sahibi olmalıyız. Bu alanda hayal gücümüzü sonuna kadar zorlamalıyız. Sualtı dünyasına hakimiyet, egemenlik ve bağımsızlığımızın en büyük garantilerinden birisidir.
Unutmayın, 2 Mayıs 1982 günü HMS Conqueror’ın klasik torpidoları ile batan Arjantin kruvazörü Belgrano, Falkland Savaşı’nın daha başında Arjantin Donanması’nın sahadan çekilmesine neden olmuştu.

Bu süreçte diğer temel harp alanlarında olduğu gibi sadece eksikliklerimizi tamamlamak veya mevcut bilgiler ışığında tespit edilen harekât ihtiyaçlarını karşılamaktan öte, fark ve sürpriz yaratacak yetenekler üzerine de gitmeliyiz. Bu amaçla üniversiteler, TÜBİTAK ve savunma sanayi iş birliği artırılmalıdır.
Evet tekrar etmek gerekirse Türkiye zor bir döneme giriyor. 21’inci yüzyılda karşılaşacağı jeopolitik tablo içinde koruyacağı çıkarlar ve sorumluluklar artacaktır. Bu durum coğrafyanın, büyüyen bir nüfusun, büyüyen bir ekonominin ve azalan kaynakların bir sonucudur. Diğer yandan dünyada hegemonya el değiştiriyor. Hegemonya el değiştirirken, ciddi fay hatları kırılıyor. Söz konusu kırılmaların etkisi ülkemizde hissediliyor. Demek ki o gelecek zor günlere, her şekilde hazır olmamız lazım.

Bir yarımada devletinde yaşadığımız için, hazır olmamız gereken en önemli cephe, deniz. Çünkü bizim gibi bir ülkenin savunması, denizde başlıyor. Bu cephe içinde su altında fark yaratacak ve sualtında hesaplaşma olduğu zaman Türkiye’nin bekasını sağlayacak yetenekte olmamız gerekiyor. Yani mayınıyla, torpidosuyla, denizaltısıyla ve sualtı tabanlı gözetleme sistemleriyle hazır olmalıyız. Karmaşık yazılımlı milli mayın sistemleri ile torpidolara sahip olurken, deniz tabanlı, sualtı temelli bir durumsal farkındalık sistemi, yani sualtı için bir nevi Uzun Ufuk geliştirilmesi neden düşünülmesin?
Türkiye’de sualtı savunma teknolojileri alanına girmiş, bu alanda entelektüel birikim yapmış kaç kişi var desek karşımıza az sayıda uzman çıkar. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Amerika’ya, İngiltere’ye, Almanya’ya, İtalya’ya ve Fransa’ya gönderilen mühendislerimiz var. Daha sonra bu birikime yurt içi üniversiteler ile devam edildi. Temel mühendislik alanlarında bugün için büyük olanaklarımız varken akustik alanda geçmişimiz kısa. 80’li yıllardan itibaren Deniz Kuvvetlerinin Akustik Mühendisliğine eğilmesi ve yurt dışından eğitim alması bu alandaki ilk girişimlerdir. Bu alanda az sayıda olsa da sivil girişimler de oldu. Örneğin Prof. Dr. Hayrettin Köymen bu alanda yurt dışında yetişen ilk sivil mühendislerimizin başında gelmektedir. DSSS tipi, ikinci nesil sonarların sualtı savunma sisteminde yaratacağı etkilerin önemli olduğunu vurgulayan Köymen’in tezi doğrultusunda akustik alanda sonuç odaklı sinerjik işbirliğini geliştirme zamanı gelmiştir. Yeni inşa edilecek savaş gemilerimizin DSH ve Denizaltı Harbi sensör yeteneklerinde yeni paradigma değişikliği vakit geçirmeden gerçekleştirilmelidir. Bu alanda Savunma Sanayi Başkanlığı, TÜBİTAK, Deniz Kuvvetleri Araştırma Merkezi Komutanlığı, üniversiteler ve Savunma Sanayi firmaları arasında en kısa zamanda bir araya gelmeli, teknoloji transferinin neredeyse çok kısıtlı olduğu DSSS tipi sonra sistemlerinin milli olanaklarla geliştirilmesi için teknolojik seferberlik ilan edilmelidir. Zira bu tip sonralar harekat alanında taktik komutanlara olağanüstü serbestiyet sunacaktır.

Bunu Paylaşın