Hayata saygı Ay’da ve Dünya’da

MDN İstanbul

”Yüz çiçeğe dokunacak / Ve birini bile koparmayacağım”*

Malum, geçen ay müjdeyi aldık: Ay’a gidiyoruz. E, bu durumda milletçe birlik ve beraberlik içinde çalışmamız gerek. Astronotların bir zamanlar üzerinde golf oynadığı (kaybolan top yakın zamanda ayda bulundu; söylendiği gibi uzayın derinliklerine gitmemiş), çöplerini bırakmaktan çekinmediği aya gidince başımız göğe erecek ya (Türkçedeki deyimler bazen ne kadar yerine oturuyor), o halde hazırlıklı olmalıyız. Ayın etkilerine bakabiliriz mesela (kurt adam konusuna girmeden tabii)…

Maureen ve Bridget Boland’ın Bahçıvanlar için Kocakarı İlmi/Bahçıvanın Büyüsü adlı kitaplarında, tohum ekiminin ayın büyüdüğü evrelerde yapılması tavsiye ediliyor. Bir de tohum ekerken cömert olunması gerektiği, “Biri tohum kargasına, biri kara kargaya / Biri ölsün, biri büyüsün diye.” Ve fideler esas yerlerine nakledilecekse onun için de uygun zaman yine ayın büyüdüğü dönemmiş. Bunlar önemli bilgiler! Hele yakında ya insan eliyle yaratılmış vahim sonuçlardan biri olan iklim değişikliği ya da insan bencilliğiyle ortaya çıkmış yoksulluk nedeniyle birçoğumuzun göç etmek zorunda kalacağı (bunu da kırsala gidip “doğaya kaçarak” meşrulaştıracağımız) düşünülürse pek gerekli olacak.

O halde aydan dünyaya inip kırlardaki hayatımıza devam etmek üzere bilgilenelim veya şehir hayatını bırakamadıysak en azından balkonda maydanoz ve nane yetiştirelim (gıda fiyatlarındaki artışa bakılırsa ihtiyaç olacak). Ayrıca unutmayalım, pencere pervazında yetiştirilen nane ve maydanozun sinek, böcek kaçırmaya da faydası var. Hatta sarımsak yemeden önce bunları çiğnerseniz çevrenizdeki eşe dosta bile faydası olur.

Sarımsak demişken… Onlardan yemeden de yararlanmak mümkün. Mesela, gül yetiştiriyorsanız ve yeşil sinekleri güllerden uzak tutmak istiyorsanız her gülün yanına bir diş sarımsak gömmenizin yeterli olacağını duymuş Boland Kardeşler (aklı başında, yetişkin insanlar; yalan söylemek için nedenleri olmasa gerek). Anlatılana göre, gül kökleri toprak vasıtasıyla sarımsaktan bir madde çekiyor ve açıkçası bu madde sineklere pek de iyi gelmiyor. Ve endişeye yer yok, aldığı madde gülün kokusunu etkilemiyor ve sarımsak çiçeklenmediği sürece bulunduğu ortama da koku vermiyor.

Ancak sinek kaçırayım derken arılara zarar vermemek gerek. Dünya için ne kadar değerli oldukları ortaya çıktığından beri, kitaplara, belgesellere konu oldu ama hâlâ farkında olmayanlar var, ne yazık ki. Kocakarı ilmi ise onların nasıl korunacağını bile fısıldamış da teknolojiye boğulurken kadim bilgileri unuttuğumuz için arada kaynayıp gitmiş. Yukarıda söz ettiğim kitapta kovanların güzel kokulu otlarla ovulması öneriliyor, böylece hem temizlik sağlanacağı hem de arıları kovana çekeceği düşünülmüş.

Arıların Bildikleri adlı kitapta ise arıların kovanlarda yaşayıp bal üreten ve ara sıra bizi sokan hayvanlardan çok daha fazla anlamı olduğu anlatılıyor (Yalnız kadim ve ilginç bilgilerle dolu “büyü kitabında” arıların en çok zina edenleri soktuğu yazıyor, bilginiz olsun). Arıların Bildikleri’nde yediğimiz ve yemediğimiz bitkilerin, meyvelerin ve daha nicelerinin arıların varlığına bağlı olduğuna dikkat çekiliyor. Bu kadar değil tabii, kitabın yazarı Thor Hanson bir biyolog ve arıların muhteşem dünyasına bakarak bizim dünyamızın ne kadar muhteşem olabileceğini anlatıyor: Zengin ve heyecan verici bir mikrokozmosa davetiye gibi!

Hanson, arıların hayatımızın daha görünür parçası olduğu eski dönemlerde, Avrupa ve Kuzey Amerika’da, “arılarla paylaşmak” denilen bir geleneğin varlığından söz ediyor. “…insanlar ekinlerin vaziyetinden tutun da ailedeki doğumlara, evliliklere, hastalıklara kadar tüm gelişmelerden kovanlarını da haberdar ederdi. Evde biri ölünce arılar şarkılarla teselli edilir, kovanların üzerine siyah matem örtüleri örtülürdü. Bunun atlanması arıları gücendirebilirdi ve gücenen arıların vakit kaybetmeden toplanıp gideceğini herkes bilirdi.”

Nasıl geliyor kulağınıza? Markette ambalajlı hamburger köfteleri ararken okumuyorsanız hak vereceğinizden eminim (Lafı geçmişken hatırlatayım: Arılar hamburger yapamaz, her şeyi onlardan beklememek lazım). Aslında şaşırmadım, hak vermekte haklısınız, arılarla ilgili fikirler belleğinizin bir yerinde genetik bir bilgi gibi kodlanmış halde saklı. Dahası, Hugh Lofting’in meşhur kahramanı hayvan dostu Doktor Dolittle’ın yapabildiği gibi hayvanlarla karşılıklı konuşamasak bile onlara birçok sırrımızı anlattığımız sır değil. Keza, bitkilerle konuşmanın da eskiden son derece yaygın olduğu biliniyor. Yüzüklerin Efendisi’ndeki ikna edilmesi zor, inatçı, yaşlı ağaçlardan söz etmiyorum; yakın zamanlarda ekinleri, ürünleri için tohumundan fidesine, köklerinden tepelerine dert anlatan dedelerimizden, büyük annelerimizden bahsediyorum. Adamotu sökerken kökün üst kısmına köpek bağlanmasını, bu şekilde kökle birlikte çıkacak şeytanın köpeğe gireceğini iddia edenler de onlar tabii, ama ortaçağdaki din görevlisi versiyonları. Ancak döktükleri dillerle çiçekleri güzelliklerine ikna edip muhteşem görünmelerini sağlayanların da onlar olduğunu unutmayalım ya da dua ederek bitkileri ekenler sadece tanrıya mı sesleniyor dersiniz?.. Hatta o kadar eskiye gitmeye gerek yok, küçük bir anket yapsak, birçoğumuzun annesinin, babasının evdeki çiçekleri sularken, severken onlara hoş sözler söylediği ortaya çıkar sanırım (sadece benimkiler konuşuyor olamaz değil mi?).

Neyse, kısacası, doğadan kopmak sadece beton evlere tıkılıp kalmak, grinin yeşili örtmesi değil, onun içerdiği hayati bilgileri, hayatın kendi varoluşunu unutmak demek aslında. Umarım, bir bitki konuşuyor gibi hissettirmişimdir. Fakat bir bitki ne bilebilir ki diyenler de olabilir. Onlara önerim, önyargılarını cep telefonlarına son indirdikleri oyundan uzağa koymaları, yanlışlıkla oyun da silinmesin (prensip olarak oyun güzeldir, içerik tartışılır).
Daniel Chamovitz, Bitkilerin Bildikleri adlı kitabında bitkilerin zeki olup olmadığı değil, çevrelerinin farkında olup olmadığı sorusunu cevaplamamız gerektiğini söyler. Ve aslında cevaplar, “Evet, bitkiler çevrelerinin farkındadır” (Ama endişe etmeyin, ağacın gövdesinin arkasına saklanmış kaçamak öpücükleri duymaması gerekenlere söylemezler).

Biyolog ve yazar Chamovitz, bitkilerin görsel çevrelerinin farkında olmalarının yanı sıra çevrelerini saran aromaların da farkında olduklarını anlatır ve ekler, “Bitkiler kendilerine dokunulduğunu anlar ve farklı dokunuşları ayırt edebilirler. Yerçekiminin farkındadırlar: Filizlerin yukarı, köklerin aşağı doğru büyümesini sağlamak için şekillerini değiştirebilirler. Geçmişlerinin de farkındadırlar: Geçmişte geçirdikleri enfeksiyonları ve yıpranmalarına neden olan koşulları hatırlar ve bu anılara göre mevcut fizyolojilerini değiştirirler.”

Böyle bilgileri okuduğumuzda “Bak sen, hiç düşünmemiştim” gibi “sâfiyane” tepkiler veriyoruz belki, fakat sanırım bu durum, açıkça bizim ne kadar yanlış eğitildiğimizi gösteriyor. Bitkilere bakışımız da tıpkı doğadaki diğer canlılara bakışımız gibi değişmeli. Değişmeli ki doğayla ilişkimizi tekrar dengeye oturtabilelim, birbirimizi anlayabilelim, ortak bir gelecek yaratabilelim. Yoksa tarifeli seferde 20.23 uzay aracını yakalasak ne yazar, kaçırsak ne yazar…

* Edna St. Vincent Millay’in “Afternoon on a Hill” adlı şiirinden alıntı.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın