Güven kaybolursa…

Gökhan Esin

gokhanesin@marinedealnews.com

Birçok analist 2008 krizinin “Danışman” etiketli firmalara olan güveni yıprattığını söylüyor. Hatırlayalım, sürekli mali denetimde olan Enron, 2001’de yolsuzluk nedeni ile batmıştı; 2009’da Hindistan’ın dev firmalarından Satyam’da milyarlarca dolar buhar olmuştu. Son olarak bu yıl piyasalar “Libor” skandalıyla deprem yaşadı. Hepsi de “Danışman” firmalarca denetleniyordu

Para nedir? Ekonomi derslerinde anlatıldığı gibi, para bir değişim aracıdır. Banknotlar, madeni paralar, üzerlerinde sayıların olduğu bir kağıt parçasından, bir madeni cisimden başka bir şey değildir. Peki,“Para denilen bu değişim araçlarına ne derece güvenebiliriz?” gibi bir soruya acaba nasıl cevap verilebilir. “Devlete güvenilir” mantığından hareket edilirse, paraya da güvenilir sonucuyla karşılaşılır. Paraya güvenilir, çünkü topluluklar, bireyler öyle veya böyle devlete güvenirler. En azından güvenmek gereksinimi duyarlar. Dolayısıyla devlet “Bu banknot 200’dür” derse 200’dür. 100 ya da 50 olamaz. Demek ki; “para” eşittir “güven”, “güven” eşittir toplumun devamı. Özetle asıl olan “Güven”dir ve bu güven kırılırsa, kötü olaylar yaşanabilir.
Ekonomi alanındaki “Güven” konusunda ve güvenle para arasındaki ilişki üzerinde bu kadar söz söylememizin bir nedeni var. İster istemez yakın bir tarihi, 2008’i hatırlıyoruz. Uluslararası derecelendirme kuruluşlarının “A” olarak değerlendirdikleri ülke ekonomileri ile “Danışman” etiketi taşıyan kuruluşların “Güvenlidir” garantisi verdikleri finansal ürünlerin “Ölümcül” olarak nitelenebilecek biçimde alarm verdikleri yıl 2008 idi ve kriz patlamıştı.
2008 öncesinde, daha sonra patlama yaşayacak olan piyasalarda, derecelendirme ya da danışman kuruluşları ihtiyaç duyulan oyunculardı, ama “Piyasa” adı verilen ekonomi lokomotifinin sürücüsü değildi. Bu lokomotifin yakıtı düşük faiz oranlarıydı. Faiz oranları geçmiş yüzyıla nazaran bu derece düşük olmasaydı, fonlar ve de fonlama hareketleri de bu derece rağbet görmezdi. “Piyasa” lokomotifinin çektiği trenin kondüktörleri yatırım bankacıları; akıl veren danışmanlar da lokomotifin yağcılarıydı. Görünüşte tıkır tıkır giden bu trenin yolcuları da yatırımcılardı. Yatırımcılar yolculuktan memnun, trenin hızından emindiler. Ne var ki, sürekli pompalanan “Güven” unsuruyla tren bu kadar yüksek hıza ulaşmasaydı, “2008 Kazası”nın bilançosu da bu derece büyük olmazdı. Peki, bu trenin sürücüsü kimdi? Sorunun cevabını size bırakıyorum…

Ya serden, ya sırdan
vazgeçilecek…

Gerçek olan bir olgu var. 2008 ve öncesinde, fonların çoğunluğu derecelendirme ve danışman kuruluşlarının piyasalardaki enstrümanlara yüksek not vermeleri sayesinde, yani “Riski düşük” dedikleri için bu derece rağbet gördü. Krizle birlikte ne kadar yanılabildikleri ortaya çıkan bu kuruluşlara olan ihtiyaç devam ediyor. Aslında derecelendirme kuruluşları, fonların satın alınması ya da satılması konusunda tavsiyede bulunmaz, fonun kârlılığını ölçmezler. Yaptıkları, alıcı veya satıcıya söz konusu fonun ne kadar riskli olup olmadığı konusunda tavsiyede bulunmaktır. İşte bu nedenle de yatırımcılar hangi fonun getirisinin ne derece riskli olduğunu öğrenmek için bu kuruluşlara başvurmaktadır. Yalnızca yatırımcılar mı? Birçok ülke de yabancı yatırımcıları çekmek için, ekonomilerinin analizlerini bu bağımsız kuruluşlara yaptırmakta, bu analizleri masaya koyarak en uygun koşullarla borç istemekte veya kredi talep etmektedirler. Dahası, birçok firma yeni girişimlerinin risk analizlerini bu kuruluşlara yaptırmaktadır.

Derecelendirenler de
derecelendirilmeli!

Geçtiğimiz dönemde derecelendirme kuruluşlarının hata yapmaları halinde yargılanmaları konusu gündeme oturdu. Bu konuda, o kuruluşların cevabı basitti. “…O günkü göstergeler ışığında yapılan analizler o sonuçları vermişti. Bugün yapsak sonuç değişik çıkacaktır…” Onlara hak vermemek mümkün değil. Aslında yapılan hataların önemli bir nedeni vardı. Uygulanan “Risk modelleri” sadece bir dekat öncesine dayanıyordu, yani finansal modernleşmenin başlangıç dönemine.
Elbette, ekonominin fizik gibi müspet bir ilim olmadığını hatırlamakta yarar var. Örneğin, meteoroloji tahminleri termodinamik hesaplar neticesinde yapılmaktadır. Ekonomik tahminlerde ise birçok parametre ile sosyal bilimler de işin içine girmektedir. Ayrıca verilerin doğruluğu ya da ulaşılabilirliği de ekonomik tahminleri etkileyen diğer faktörlerdir.
Öngörülen sistem ise; Derecelendirme kuruluşlarına hizmetleri karşılığı yapılan ödemeler, yaptıkları derecelendirmelerinin doğruluğu ölçüsünde yapılsa… Böylece analizlerindeki doğruluk oranı yüksek olan firmaların kârlılığı diğerlerine göre daha yüksek olacaktır. Bu olgu bir anlamda derecelendirme kuruluşlarının da derecelendirildiği anlamına gelecektir. Doğal olarak kâr etmek isteyen derecelendirme kuruluşları arasındaki rekabet yatırım dünyasını da daha olumlu etkileyecektir. Hatta, artan rekabet ile kuruluşlar derecelendirme için daha farklı metotlar keşfetmek için çalışmalarına ağırlık verecek, bir diğer deyişle, bu kuruluşlar da derecelendirilmiş olacaktır.

“Onlar çocuklarımızın
geleceğini belirliyor…”

Derecelendirme ve danışman kuruluşlarının varlıkları önemli, ama Yunanistan Başbakanı Papandreou’nun söylediklerini de unutmamamız gerekiyor. “…derecelendirme kuruluşları ülkemizin kaderini çiziyor ve çocuklarımızın geleceğini belirliyor…” Bu ifadenin, düşük notlar ile yabancı yatırımcıların Yunanistan’dan uzaklaşacağı varsayımı ile oluşan bir tepki olduğunu düşünüyorum. Ne var ki kimileri için krizin “fırsat” ile aynı anlamda olduğunu da unutmamak gerekir.
Özetle; derecelendirme ve danışman kuruluşlarının değerlendirmelerinin ülkelerin veya sektörlerin gelişimi ve büyümesine ışık tuttuğunu düşünüyorum. Bu arada, denizcilik sektörü dahil, birçok yatırımın bu yorumlar baz alınarak yapıldığını da hatırlatmak isterim. Tablo karamsar görünebilir. Çünkü yazımın başında da ifade ettiğim gibi; toplum, ekonomi, yatırımlar bu güvene dayanıyor. Tarihin güven kaybı yaşanan toplumlar, ekonomiler ile ilgili yazdıkları hiçbir zaman hoş olmamıştır. 2008 krizinin çalı yangını gibi büyümesinin bir nedeninin de kaybolan güven olduğunu söylersek pek de yanlış bir tespit yapmış olmayız… Hepinize iyi bir sonbahar diliyorum…

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
gokhanesin@marinedealnews.com