Gürcistan krizi ve değişen dengeler

Gökhan Esin

gokhanesin@marinedealnews.com

Gürcistan-Rusya Savaşı, uluslararası ilişkilerde güç ve stratejik çıkarın önemini tekrardan göstermekle kalmıyor, aynı zamanda Soğuk Savaş sonrası değişen uluslararası konjonktürü net bir şekilde ortaya koymak açısından da büyük önem taşıyor. Her şeyden önce Rusya bu savaşla Amerika, Avrupa Birliği ve NATO’ya kendisinin geleneksel etki alanında güçlü bir bölgesel hegemon olduğunu açıkça göstermiş oldu. Bu bağlamda Rusya’da da Sovyetler Birliği’nin dağılmasını takiben yaşanan belirsizliklerle dolu geçiş döneminin sonunun da habercisi oldu. Belki daha da önemlisi, AB ve NATO üyeliğinde ısrarlı Gürcistan’ın, Batı’nın desteğine güvenerek Rusya’ya meydan okumasının büyük zararla geri tepmesiyle Ukrayna gibi Rusya ve Batı’nın etki alanı mücadelesinin parçası olan devletlere de, Rusya’nın kolayca göz ardı edilemeyeceğine dair net bir mesaj verilmiş oldu. Gürcü-Rus Savaşı, hem AB’nin hem de NATO’nun derin bölünmüşlüğünü tekrar gözler önüne serdi. Ortadoğu ve Afganistan’daki savaşlardan yorgun Amerika’nın, İran krizinde Rusya’yı karşısına almayı tetikleyecek bir girişimden kaçınacağı açıktı. Her ne kadar Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy arabuluculuk göreviyle Avrupa’yı ön plana çıkarmaya çalışmış olsa da, AB’nin bölgesel krizlerde ne kadar zayıf olduğu da bir kez daha ortaya çıktı.

Gürcü-Rus Savaşı aslında ABD ve Rusya arasında bölgesel hegemonya için verilen mücadelenin bir parçası

Fransa ve Almanya başta olmak üzere eski AB üye ülkelerinin büyük bir kısmı krizi “nötr” politikalarla aşma hususunda diretseler de başta Polonya olmak üzere yeni üye ülkelerin çoğu Rusya’ya karşı ciddi yaptırımların uygulanması gerektiğini savunuyor. Eski üyeler, sorunun Rusya ve ABD arasında olduğunu ve birliğin taraf tutmaması gerektiğini ileri sürerken, başta Çekler ve Polonyalılar olmak üzere yeni üyeler Rusya’nın tüm komşu ülkelerin dış politikalarını ve ekonomilerini kontrol altına almayı hedefleyen bir politika yürüttüğüne inanıyor. Halihazırda AB bütünlük sağlayabilse bile, Rusya’ya karşı alabileceği önlemler kısıtlı. Bu esasen ABD ve Rusya arasında bölgesel hegemonya için verilen mücadelenin bir parçası ve AB bunda marjinal bir aktör. Burada Avrupa’nın üzerine düşen, genişleme politikasını tekrar gözden geçirmek. Avrupa Anayasası’nın rafa kalkmasını takiben hazırlanan Lizbon Antlaşması’nın da İrlanda referandumuna takılması, Avrupa Birliği’ndeki genişleme yorgunluğunu artırıyor. Kurumsal ve mali reformdan yoksun bir Avrupa, yeni üye ülkelere de sıcak bakmıyor. Oysa Gürcistan krizi, Doğu Avrupa genişlemesinin Avrupa’nın stratejik güvenliği için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Genişleme yorgunu bir Avrupa’nın komşuluk bölgesinde etkin olması beklenemez. Dolayısıyla bu krizle beraber orta ve uzun vadede Ukrayna ve Türkiye gibi bölge ülkelerinin tam üyeliğinin değeri daha iyi anlaşılabilir. AB’nin enerji güvenliğine ilişkin kaygılarının bu krizle beraber artmasından ve bununla ilişkili olarak Türkiye’nin stratejik öneminin de daha belirgin bir biçimde ortaya çıkmasından bahsedilebilir. Ancak artan stratejik önemin başarılı bir dış politikaya dönüştürülmesinin en önemli anahtarını Rusya ve ABD arası denge politikasının yürütülmesi oluşturuyor. Türkiye’nin yakın dönemde en çok sıkıntı çekeceği dış politika ekseninin de bu olduğunu söylemek mümkün.

Bunu Paylaşın
gokhanesin@marinedealnews.com