Güç kullanımının meşruluğu (jus ad bellum)

MDN İstanbul

Türkiye ile Yunanistan-GKRY ikilisi arasında Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının paylaşımı odaklı yaşanan anlaşmazlıklar bölgede tansiyonu artırdı. Türkiye’nin geri adım atmayarak sert gücünü sahaya sürmesine, Yunanistan da benzer şekilde karşılık verdi.

Savaş gemilerinin denizde çattığı ve sıcak çatışmanın ayak seslerinin duyulmaya başlandığı Doğu Akdeniz kısa sürede küresel ilgi merkezi haline geldi.

Bu süreçte olası bir krize karşı hazırlık yaptığı anlaşılan Yunanistan’ın donanmasını sahaya sürebilmesi dikkat çekti. Türkiye, 21 Temmuz’da müzakereyi önceleyen bir tutum sergilemiş, Almanya’nın arabuluculuğuna itibar ederek bölgedeki araştırma faaliyetlerini ertelemişti. Buna karşın Yunanistan’ın her zamanki gibi samimiyetsiz, ikircikli ve güven vermeyen bir tutum takındığı ve askeri gücünü hazırladığı görüldü.

Öte yandan cüretini şaşırtıcı bir şekilde zorlayan Yunanistan’ın donanmasını denizde faal olarak tutabilmesi konunun uzmanlarının dikkatinden kaçmadı. Her iki ülke donanması Doğu Akdeniz’de dayanıklılık (endurance) savaşına girişti. Siyaseten de hamle üstünlüğünü elde etmeye çalışan Yunanistan’ın ABD’nin yönlendirme ve güdümünde Mısır ile Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Sınırlandırma Antlaşması akdetmesi Türkiye’yi iyice provoke etti. Merkel’i zor duruma sokan Yunanistan’ın, verilen ev ödevlerini kusursuz yaptığı görüldü.

Yunanistan’ın izlediği cüretkâr lakin hukuk dışı ve mesnetsiz stratejinin arka planı kısa sürede açığa çıktı. Fransa’nın desteğini alan, bölge içi ve bölge dışı diğer aktörleri Türkiye karşısında aynı çizgide konumlandırmaya çalışan Yunanistan, çok katmanlı ve geniş yelpazeli bir blok teşkil etmeyi hedefledi.

İki NATO üyesi ülke donanmasının Doğu Akdeniz’de karşı karşıya gelmesi ve yaşanan gerginliğin istenmeyen bir silahlı çatışmaya dönüşme ihtimali, NATO’nun ara buluculuğunda -şimdilik- sönümlendi. Almanya’nın diplomatik girişimlerinin etkili olduğunu da belirtelim.

Meydana gelen gelişmeler bizim zaviyemizden bakıldığında hiç de şaşırtıcı değil. Yaklaşık iki yıldır Doğu Akdeniz’e temas ediyor ve olası varyasyonları, ihtimalleri gündeme getiriyoruz. Doğu Akdeniz’de çıkarı olan küresel güçlerin Türkiye’yi bölgeden tecrit etmek için Yunanistan’ı bir kaldıraç olarak kullandıklarını ısrarla vurguluyoruz.

Türkiye’nin evrilen dünya düzeninde bağımsız ve milli çıkarlarını önceleyen hamleler yapmasının, Irak, Suriye, Libya ve Doğu Akdeniz’de geri adım atmamasının emperyalist aktörlerin tepkisini çektiğine ısrarla temas ediyoruz. Doğu Akdeniz’de muhatabımız olmadığını dile getirdiğimiz Yunanistan ile dikkatimizin dağıtıldığını ve oyalatıldığımızı sıklıkla paylaştık.

Nitekim Yunanistan mevcut devlet kapasitesi ve özgül ağırlığı itibarı ile Türkiye’ye denk bir aktör değil. Kurulduğu günden beri Türkiye’ye karşı tek bir savaş kazanmamış lakin her dönem maşa olarak kullanılmış Yunanistan’ın vekil (proxy) bir devlet olduğu bir kez daha tüm çıplaklığı ile görüldü. Dış politikası ABD tarafından şekillendirilen, savunma ve güvenlik politikaları ise artık Fransa’nın güdümünde belirlenen Yunanistan’ın yeni dünya düzeninde misyonu şüphesiz Türkiye’yi frenlemek olacak. Ekonomik olarak iyi durumda olmayan Yunanistan’ın verilen destek karşısında Fransa’dan savaş uçağı ve gemi alacağını hatırlatalım. Aylardır Fransa’nın Yunanistan’a bu satışları dayattığını paylaştık ve yanılmadık.

Türkiye, Yunanistan ile oyalanırken ne yazık ki çevremizde yaşanan önemli gelişmeleri ıskalıyoruz. Örneğin Libya’da koşulsuz destek verdiğimiz Sarrac devre dışı kalmak üzere. Libya’da inisiyatifi ve mevcut kazanımlarımızı kaybetme noktasına doğru ilerliyoruz. Arap ülkelerinin İsrail politikalarında değişikliğe gitmeleri ve İsrail ile peşi sıra normalleşme eğilimine girmeleri de aleyhimize. Filistin’i savunan tek ülke konumuna gelmemiz ise traji komik bir durum.

Arap dünyasının İsrail’i tehdit olmaktan çıkarma gayretleri, Türkiye ile İran’ı yeni tehdit haline getirme potansiyelini işaret ediyor. Türk düşmanlığı karşısında anlayış birliği sergileyecek İsrail ve Arap ülkelerini göreceğimiz günler yaklaşıyor gibi… Arap hamlesi Türk ve Pers birlikteliğini tetikleyebilir.

Irak ve Suriye’de de işlerin yolunda gitmediğini görüyoruz. Türkiye’ye karşı çok boyutlu hasmane politikalar izleyen Fransa, Lübnan’dan sonra Irak ve Suriye’de de aktif bir görüntü sergiliyor. Şimdilik olmak kaydıyla Türkiye’yi gözeten ve sesini fazla yükseltmeyen Rusya’nın da güven vermeyen hamleler yaptığına ve Türkiye’den taviz koparmaya çalıştığına şahit oluyoruz. Şüphesiz İdlip özelinde yaşanacak gelişmeler iki ülke ilişkilerinin istikametini belirleyecek. Bu arada Lavrov’un GKRY ziyareti de ülke gündemine fazla yansımadı. ABD’nin GKRY’ye yerleşme gayretlerini açıktan eleştiren Lavrov’un bu çıkışı yakın gelecekte GKRY’nin Rusya ile ABD arasında yeni bir güç mücadelesine evrileceğinin işaretlerini veriyor.

Türkiye’nin kendi gücüne dayanması elbette önemli. Lakin gücümüzün sınırlarını, kapasitesini iyi bilmeliyiz. Sürekli olarak sert gücümüze dayanmak sürdürülebilir bir strateji değil. Sert gücünüz ile yumuşak gücünüzü senkronize kullanmalısınız. Zira stratejinin gereği bu. Aksi takdirde uluslararası hukukta var olan Güç Kullanımının Meşruluğu (jus ad bellum) ilkesini lehinize kotaramazsınız. Salt askeri tedbirler size başarı getirmez, içinde bulunduğumuz konjonktürde kısmi avantaj sağlar. Oyun kuramaz ama belki bozarsınız. Bu dönemde Türkiye’nin ihtiyacı olan milli çıkarlarına koşut olarak diplomatik hamleler yapabilmesidir.

Donanma gücümüz ile sahada gerekeni yaptık. Covid döneminde dahi bahriye leventlerinin görevlerini özveriyle yaptıklarına tanık olduk. Ve sözüm ona diplomasiye fırsat vermek adına donanmamızı şimdilik geri çektik. Artık devletimizin özgül ağırlığını ölçme ve tartma zamanı geldi. Sahada artık diplomatlar olacak. Bakalım masada ne kadar dayanıklı, tutarlı ve ilkeli hareket edebileceğiz. Taviz vermemeyi umuyoruz. Verilen onca emek heba olmamalı.

Doğu Akdeniz’e, deniz meselelerine kalem kaldıran ve konuyu iyi kötü bilen herkes Türkiye’nin bölgede tek başına bu uzun soluklu maratonu kaldıramayacağı konusunda mutabık. Tüm paydaşların konu Doğu Akdeniz olunca aynı düzlemde -artık- buluşmaları sevindirici ve önemli… Konuyu irdeleyen herkesin önerileri de artık yekpare hale geldi. Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölge ilan edelim, komşularla arayı düzeltelim vb…

İyi hoş ama an itibarıyla Türk dış politikası müşkül durumda ve yapayalnız. Suriye, İsrail, Libya ve Mısır’da büyükelçimiz yok, devlet olarak bu ülkelerde yokuz. Lübnan, BAE, Bahreyn ve Suudi Arabistan ile gerilim halindeyiz. Yunanistan, Fransa ve Almanya ile ilişkilerimiz gergin. Ermenistan bile fırsat bu fırsat kıvamına evrildi. ABD ile yapısal ve ciddi sorunlar var. AB ile ilişkilerimiz ise hiç de iç açıcı değil.

Bakınız Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Avrupa Birliği’nin durumuna yönelik yaptığı yıllık konuşmasında Doğu Akdeniz’de yapılan sondaj çalışmaları ile ilgili olarak Türkiye’yi “komşularına gözdağı verme girişimleri” konusunda uyardı. “Türkiye önemli bir komşu ülke ve bu hep böyle olacak. Coğrafi olarak yakınız ancak aramızdaki mesafe giderek büyüyor” açıklamasını yapan Von der Leyen devamla, “Evet Türkiye bazı sorunların yaşandığı bir bölgede bulunuyor. Milyonlarca göçmene ev sahipliği yapıyor, bunun için önemli ölçüde ekonomik yardımda bulunuyoruz. Ancak hiçbir şey komşularına gözdağı verme girişimlerini haklı çıkaramaz” açıklaması ile AB’nin Türkiye perspektifini gayet açık ve net bir şekilde özetledi.

Kıbrıs ve Yunanistan’a koşulsuz ve hukuk dışı AB desteğini bir kez daha yineleyen Von der Leyen’in, “Bölgede tansiyonun düşmesi her iki tarafın çıkarlarını karşılayacak. Yapmamız gereken tek şey, tek taraflı kararlardan kaçınmak böylece müzakerelerin yeniden başlamasını sağlamak. Kalıcı çözümler ve istikrara giden tek yol budur” açıklamasının altını çizmekte yarar var.

Von der Leyen’in argümanlarını AB Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Borrel’in “Eski İmparatorluklar geri dönüyor, Türkiye, Rusya ve Çin yükseliyor” mealindeki açıklamasıyla birlikte okumakta yarar var. Artık hayâl haline gelen AB’ye üye olma hedefini bir tarafa koyarsak, AB’nin yeni Türkiye politikasının ülkemizi Rusya ve Çin ile eş tutmaya başladığı sonucuna varabiliriz. Görmek istemeyen romantik gözlere duyurulur.

Son tahlilde Katar’a dikkat çekmekte yarar var. An itibarı ile yegâne müttefikimiz görüntüsü veren Katar’ın son dönemde ABD ile ivmelenen ilişkisi göze çarpıyor. ABD’de seçimler öncesi İsrail’in bekasını gözeten popülist hamleleri peşi sıra uygulayan ve iç kamuoyuna oynayan Trump’ın, Katar’ı da İsrail ile barışan ülkeler bloğuna eklemek istediği görülüyor. NATO ile imtiyazlı ortak yapılmak istenen Katar’ın takip edilmesinde yarar var. Zira her an ülkemizi boşa düşürebilir.

Eylül ayının son haftasında ABD ordusunun en yeni kolu olan ve 2019 yılında Trump tarafından kurulan ABD Uzay Kuvvetlerinin, ülke dışındaki ilk birliğini Katar’daki El Udeid Hava Üssü’ne konuşlandırdığını hatırlatarak yazımızı bitirelim. Sahi bu hamle kime mesaj?

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın