Tedbiri elden bırakmayalım…

Gökhan Esin

gokhanesin@marinedealnews.com
Ekonominin düzelmeye başladığı algısı 2000’lerin başında yaşadığımız çılgınlığı tekrar ateşleyebilir mi? 2008’deki krize ilerlerken itici güç “başkalarının parası” yani kredilerle fazla fazla gemi siparişi vermekti. Ekonomi iyi olduğundan, artan borcun yaratacağı etki gözden kaçıyordu. Akan kredi muslukları güven yaratıyordu. 2014’te denizciliğin yükselişe geçeceği beklentisi, sektörün evvelden tecrübe ettiği tedbirsiz hareket etme hatasını tekrarlatabilir mi?

Yeni inşa edilen yüksek hacimli ve düşük yakıt tüketimli gemiler 2008 krizinden beridir gündemde. Bu gemiler yukarıda belirttiğim iki özellik nedeniyle bir hayli rağbet görüyor. Dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus var… Eğer yeni inşa talebini tetikleyen birincil faktör yakıt maliyetleri ise, yük trafiğine yönelik pazar şartları ister istemez ikinci plana itilmiş demektir. Yani yük pazarının durumu göz ardı edilmiş ve gemilere olan talep hesaplanmamıştır. Bu meseleye daha evvelki yazılarımda pek çok defa değinmiştim, o nedenle detaylarına girmeyeceğim.
2014 yılında yakıt sarfiyatı düşük, çevreci gemilere olan rağbetin artması makul de, finans gücü nereden gelecek? Basit, Avrupa ekonomisi bu halde devam eder ise, Asya bankaları bir adım öne çıkacaktır. Fakat beklenti bu yönde değil!

İyimser beklentiler
spekülasyon yaratabilir.
ABD ekonomisi iyileşmekte, hatta Avrupa bölgesi gelişiyor bile denebilir. Çin’deki büyüme yavaşlasa da durmadı! Bu arada, IMF gelişmekte olan ülkelerin 2014’te daha iyi bir performans sergileyeceğini tahmin ediyor. Bunlar sevindirici haberler…
Avrupa’da yaşanan ekonomik bunalım 2014’te düzelmeye başlar ise, bu durum Avrupa bankalarını tekrar sahneye çıkacaktır. Spekülasyonun, yani gemi fiyatlarındaki artış beklentisinin başlangıç noktası da bu! Böyle bir durumda, yukarı çıkma potansiyeli yüksek bir dönemi kimse kaçırmak istemeyecektir, yani “spekülasyon” doğal şekilde teşvik edilebilir. Peki sonra?
Japon ekonomisi güzel bir
örnek.
1980’li yılların sonunda Japon ekonomisi göz kamaştıran bir hale gelmişti, hatta Japonya’nın dünyanın en büyük ekonomisi olması bekleniyordu.  Hal böyle iken, 1990’lı yıllarda ekonomi büyük bir durgunluk içine girdi ve işsizlik yükseldi. Çünkü 2’inci Dünya Savaşı sonrasında yaşadığı ekonomik başarı büyük ölçüde, oluşturulan yeni banka sistemi sayesinde krediler daha kolay şekilde verilmesine bağlı idi. Kredi alınabilmesi keyfiyeti, ekonomik kaynakların verimsiz projelere yatırılmasına ve geri ödenmesi şüpheli kredilerin alınmasına yol açmıştı. Sonuç, 1992’de başlayan uzun vadeli ekonomik durgunluk oldu.

Kötümserlikten,
iyimserliğe olan yolculuk
2008’deki Finans Krizini hatırlarsak, sağlam finansal yapıların zamanla kırılgan finansal yapılara dönüştüğünü söyleyebiliriz, tıpkı 1990’lı yılların Japonya’sı gibi. Bu durum, yaşanan “konjonktür dalgası”nın izlediği seyir boyunca yatırımcının ve tüketicinin beklentilerdeki değişimden kaynaklanıyor.
Şüpheli kredilerin yol açtığı dalganın dip kısmında, hem beklenen, hem de gerçekleşen karlar düşüktür. Ancak, dip noktadan çıkarken karlar yükselmeye başlar, ama beklentiler hala kötümserdir. Yani ekonominin dibe vurmasının belleklerde bıraktığı karamsarlık sürmektedir. Bu yüzdendir ki, borçlanma daha ihtiyatlı olur. Ekonominin dipten çıkmaya başlamasıyla birlikte ise, karlar artar; kötümserlik yerini iyimserliğe bırakır.

İyimserlikten, yine
kötümserliğe…
Bu yepyeni iyimser dönemin başında, kaynaklar rasyonel yatırım kararları tarafından yönlendirilir. Yani mantık öndedir. Ancak sonraki aşamalarda spekülatif aşırılıklar çoğalır. Kazanma hırsı ve çıkarcı davranışlar, bu aşırılıkların gerisinde yatan en önemli nedendir. İhtiyatlı firmalar bile rakiplerinin gerisinde kalmamak için borçlanarak bu yarışa katılırlar. Daha geleneksel ve ılımlı borç yapıları yerini irrasyonel aşırı borçluluğa bırakır. Bu süreç finansal bir balonun oluşmasına neden olur. Bu arada eldeki likit varlıkların oranı düşerken, kısa vadeli borçların oranı da artar. Sonuçta koruyucu enstrümanların yerini spekülatif birimler alır. Kısa vadeli istikrarsız finansman biçimi, çoğu firma için bir yaşam tarzına dönüşür ve hikâye “finans krizi” olarak adlandırılarak (yeniden başa dönmek üzere) sonlanır!
Konjonktür Dalgalanması olarak adlandırılan bu hipotez, işletmeleri yatırımdan soğutmalı mı? Elbette hayır. Ancak, tedbirli yatırım, riskteki değeri daha az olan yatırım ön plana çıkmalıdır. Dikkat edilmesi gereken, özgüveni yükselten faktörlerle, öngörüsel doğruluğun negatif korelasyon (ilişki) içinde olduğudur. Diğer bir deyişle, eğer uçuk tahminler yapılıyorsa, tahminin doğruluğundan emin olunmamalıdır. 2008 krizini unutmamak gerekir… Kişisel değerlendirmelere fazla inanılan bu dönemde, belirsizliğe rağmen, yayınlanan temel değerlerin düşeceği umulmadı. Hatta, bu baz değerlere fazlasıyla güvenildi. İşte bu yaklaşım tedbirli yatırımdan uzaklaşmayı beraberinde getirir. Herkese iyi yıllar dilerim…

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
gokhanesin@marinedealnews.com