Merkez Bankası’nın yol haritası nedir?

Gökhan Esin

gokhanesin@marinedealnews.com

Kasım ayı başında dolarda yaşanan yükseliş ekonominin ana gündemine oturdu. Kimileri “spekülatif” derken, diğerleri “olması gereken gerçek değer” olarak tanımladı bu durumu. Tarafların uzlaştığı tek nokta; yaşanan ani yükseliş ve düşüşlerin iş dünyasının psikolojisini bozduğudur. Çünkü belirsizlik kimsenin istemediği bir süreç. İnsanoğlu kötü haber bile olsa gerçeği duymak ister, belirsizlikten kaçar. Kurt puslu havayı sever misali, spekülatörlerse belirsizlik ortamını ister.

Merkez Bankası alternatif adımlar atıyor
Okuduğunuz yazıyı Kasım’ın 3’üncü haftası kaleme aldığım dönemde piyasada alıcı-satıcı dengesi kuvvetli bir şekilde duruyordu. Bunun ana sebeplerinden birisi kasım başında yaşanan kur ve faiz hareketinin spekülatif olduğunu düşünen Merkez Bankası’nın meseleyi para politikasıyla çözemeyeceğini anlaması ve alternatif silahlar kullanmaya başlamasıdır. Ne gibi?

Şubat 2018’e kadar vadesi dolacak olan ihracat ve döviz kazandırıcı hizmetler reeskont kredi ödemelerinde dolar kurunu 3,7 Türk Lirası’na sabitledi. Ayrıca, rezerv opsiyonu mekanizması kapsamında döviz imkân oranı üst sınırı yüzde 60’tan yüzde 55’e düşürdü. Bu son hamle ile piyasadan 5,3 milyar Türk Lirası çekip, yaklaşık 1,4 milyar dolar sunmuş oldu.

Bu iki hamleden sonra kasım ortasında esas silahını çekti ve piyasada “NDF” olarak bilinen vadeli işlemler anlaşmalarına taraf olmaya başlayacağını açıkladı. Bu şekilde hem spekülatif alımları azaltacak, hem de reel sektörün kur riskini sınırlayacak.

İyi de vadeli işlemlere taraf olmaktaki amacı nedir?
Genel olarak dış ticaret şirketlerinin, kur riskini hafifletmek amacıyla bankalarla yaptıkları kur sabitleme anlaşması sonunda, bankalar şirketlerden aldıkları bu riski Londra piyasasına taşır. Diğer bir deyişle, bankalar, Londra piyasasından dolar alır, TL satar. Londra piyasası da bankalardan aldığı TL ile tekrar dolar alır ve tabiatıyla dolara olan talep bir hayli artar. Çifte katlanır!! 

Merkez Bankası, doların bu şekilde ani artışlara maruz kalmasını istemiyor. Haklı da!! Bu sebeple, kurun, vadeli işlem ile belirlenen vadede daha yüksek bir seviyede olması durumunda oluşacak zararı karşılamaya hazır olduğunu söyledi. Zararı TL cinsinden ödeyeceği için de döviz rezervleri de kayıp yaşamayacak. 

Bilmeyenler için sistemi kısaca anlatmak gerekirse; TL uzlaşmalı vadeli işlemin vade sonunda kur üzerinde uzlaşılan seviyeden daha yüksek olursa, Merkez Bankası aradaki farkı yani zararı TL olarak ödeyecek. Düşük olması halindeyse bankalar, yani karşı taraf, Merkez Bankası’na ödeme yapacak. 

Merkez Bankası faiz artışı yapmayacak mı?
Merkez Bankası’nın bu hamlesi ile ortaya çıkan sonuç şu; faiz artırımı yapılmayacak, döviz rezervini azaltmadan dövize müdahale edilecek. Kanımca spekülatif hareketler bakımından bir yere kadar işe yarayabilir. Ama yurtdışı haber akışı olumsuz yönde ilerlerse kifayetsiz kalabilir. Dış haberlere yönelik zafiyetimiz olduğunu nereden biliyorum? Basit! Piyasa neyi fiyatlıyor? Kasım başında 1 yıllık swap faizi yüzde 14’e kadar çıktı. Aynı dönemde Merkez Bankası fonlaması yüzde 12 seviyesindeydi. Yani 200 baz puan altında. Bundan önceki aylarda bu fark çok düşüktü. Neden swap faizi farkı arttı? Çünkü bir süre önce, Suriye ve Kuzey Irak’a askeri hareket gündeme düştü. AB liderler toplantısı öncesinde ilişkilerde yeni gerginlik oluşabileceği beklentisi başladı. Açıklanan Orta Vadeli Program esnasında bütçe açığının yükseleceği, mali disiplinin bozulmaya gidebileceği görüldü. Unutmadan… Bir gece ansızın ABD ile vize krizi patlak verdi. Tüm bunlar olurken, Merkez Bankası PPK toplantısında faiz oranlarını sabit tutmayı tercih etti. Akabinde, ekim ayı enflasyonu yüzde 12’ye dayandı. Zarrab davasına ilişkin bir yığın hikâye yazıldı. Tüm bu haber akışı ülke risk primini artırdı ve swap faizi yukarı fırladı.

Büyüme de enflasyonun tuzu biberi oldu!
Orta Vadeli Programda açıklandığı gibi Türkiye yüksek büyüme oranı yakalamak istiyor. Ama bu yolda ilerlerken potansiyelinin üzerine çıkıyor. Bu da kırılganlığı artırıyor. Şöyle izah edelim; eğer büyüme oranı potansiyelin üzerine çıkarsa ekonomide talep fazlası olur. Bu da enflasyonu azdırır. Zaten şu sıra yaşanan da bu!! Oluşan talep fazlasının hangi seviyede enflasyonu körüklediğini bilirseniz, doğru zamanda müdahale edebilirsiniz. Enflasyondan korunursunuz. Her ne kadar liderler bu fikre katılmasa dahi müdahale edebileceğiniz en güçlü araç faizdir.

Daha geniş şekilde açıklayalım; Türkiye genelde yüzde 4-yüzde 4.5 aralığında büyüdü yani potansiyeli yüzde 4 seviyesinde! Orta Vadeli Programda açıklanan hedeflere göre 2017 ve ötesindeki büyüme hedefleri potansiyelin +1 puan üzerinde. Kısacası, talep fazlası var ve bu da enflasyonist ortam yaratıyor. Peki, enflasyonist ortamın faizlere etkisi ne seviyede? Son 4-5 ay boyunca Merkez Bankası faiz ortalaması yüzde 12 seviyesinde. Ama durum 4-5 ay öncesine göre çok farklı. Kasım başında bir kur şoku yaşandı, ekim enflasyonu yüzde 12’ye dayandı. Dolayısıyla, 4-5 ay evvel enflasyon oranının üzerindeki faiz oranı enflasyon ile eşitlendi. Sıkı dediğimiz para politikası gevşemiş oldu.

Peki, gidişat nasıl?
Şu anki pozisyona göre ülkede potansiyelinin üstünde bir iç talep var. Bunu yüksek büyüme oranından anlayabiliyoruz. Bu durum, talep fazlası demektir ve enflasyon yaratır. Artan döviz kurunun yarattığı maliyet enflasyonunu da eklersek, yükselen enflasyon, yüksek faiz olarak geri dönecek diyebiliriz. Eğer faiz yükselirse, iç talebi vurur. İşte bu sarmaldan dolayı enflasyon yaratan büyüme (yani çift haneli enflasyon) ekonomistler için büyük bir soru işaretidir. Dolayısıyla, faizi artırmadan doların düşürülmesi, yani Merkez Bankası’nın alternatif yöntemleri en uygun yöntem gibi görünüyor.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın
gokhanesin@marinedealnews.com