DOSYA: GELECEĞİN DENİZ SİSTEMLERİ

MDN İstanbul

Yok ötesi gizlilik için süper güçler savaşı!

Jeopolitiğin gölgesinde yaşanan her değişim biraz iyot kokar. Tarih sayfaları defalarca tuzlu sularla yıkanmıştır. Dünya siyasi tarihiyle ilgilenen uzmanlar, denizlere hakimiyetin egemenlik değişimi üzerindeki etkisini göz ardı etmemiş, stratejik önemde görüp bu alanda nesiller boyu kafa yormuştur. Bu bilince sahip olanlar hakimiyet gücünü türlü gelişim içinde sürdürürken, denize kıyısı olup ona sırtını dönen uluslarsa her daim acı bir tecrübe ile sınanmaktan geri duramamışlardır. Tuzlu suyla kaynaşamayan milletler denizlerden gelen türlü zenginliğin uzağında kaldıkları gibi tehlikeninse her daim kucağında olmuşlardır. ‘Denizlere hakim olan cihana hakim olur’, uzunluğu hiç mühim değil şayet denize kıyısı varsa; ezcümle o devlet için ‘Savunma Denizde Başlar!’

Denizlerin uluslararası siyaset üzerindeki etkisi; Amiral Mahan ile politik dünyanın gözleri önüne serilmişken, bugün egemenlik yolu “Mahanizm” doktrininden geçmez denilebilir mi? Dün kadar yakın bir tarihte sahne alan Çin, Thayer Mahan ve Theodore Roosevelt birlikteliğinin dünya üzerinde ne anlama geldiğini belki de en erken kavrayan devletlerden biri. Dolayısıyla gelişen ekonomilerinin yanına bir de donanma eklemek için geri durmadılar ve kaybettikleri zamana karşın hızla yol almaya devam ettiler. Diğer taraftaysa ABD, dünya jandarmalığını kimseye bırakmayacağını 7 denizde yaptığı somut hamlelerle dünya kamuoyuna göstermekten geri durmuyor. Bu planlı hamleler; yeni platformları, ileri teknolojileri ve yeni teknolojik tahminleri de beraberinde getiriyor ve süreç yine kendi devinimi içinde şekilleniyor.

Unutmamak gerek: Geçmiş ve ati arasında denizler üzerinden sağlam köprü kurabilenler, bu stratejik ve tarihi önemdeki güçlü bağı hiç bırakmayanlar; gerek ticari gerekse askeri anlamda geleceklerinden daha emin yol alacak olanlardır.

Deniz dünyası önümüzdeki dönemde nasıl şekillenecek? Devletler tehdit algılamalarını nasıl yönetecekler? Atlantik-Avrasya çekişmesi yeni stratejik silahlanma sürecinin başlangıcı mı olacak? Türkiye ve Donanmamız bu platformda kendini nerede görüyor? Dünya Siyaseti donanmaların yapılarını nasıl etkileyecek? Dünya denizlerinde kaç platform daha yüzecek? Kaç uçak gemisi, denizaltı ve kaç korvet daha tuzlu sularla buluşacak? Çin Donanması platform sayısı ile ABD’yle yarışabilecek mi? Hangi yetenek alanları ‘oyun değiştirici’ olacak: Yönlendirilmiş enerji silahları mı, siber yetenekler mi, insansız araçlar mı, sürü şeklinde yapılacak insansız araç saldırıları mı? Donanmalar suyun üstüne mi yatırım yapmalı, suyun altına mı? Gizliliğini koruyan sualtı efsanesi, insansız dronlar sayesinde tarih olacak mı? 4. Sanayi Devrimi donanmaları nasıl etkileyecek? Robotik teknolojiler hangi alanlarda kullanılabilir? Peki, Taktik Resim sualtından tesis edilebilir mi? Sensörler mi, silahlar mı? Önümüzdeki dönemin tekne dizayn ve yapıları nasıl şekillenecek? Hangi ana tahrik sistemleri vazgeçilmez olacak? Hangi malzemeler fark yaratacak? İnsan, tüm bu teknolojik gelişime sahip gemilerin neresinde görev alacak? Ar-ge ve teknolojik öngörü süreçleri nasıl yönetilecek? Yılların sorunu bu noktada karşımıza çıkıyor: Yetenek tabanlı bir süreç yönetimi mi, yoksa platform tabanlı bir yönetim şekli mi? Hayal gücümüzü ve teknik imkanlarımızı güç birliği yaparak kullanabiliyor muyuz? Gücümüzü ve finansımızı doğru yönetebiliyor muyuz?

Bunun gibi onlarca soruya sizler için cevap aramaya çalıştık. Kalemi değerli yetkin isimlerin katkısıyla oluşan ‘Geleceğin Deniz Sistemleri’ dosyamız okyanusta bir damla olsa da gayemiz doğacak fikri tartışmalarla Cumhuriyet Donanmamızın düşün dünyasına bir katre değer katabilmek…


21’inci yüzyılda nasıl bir Donanma?

Amiral (E) Cem Gürdeniz: Cumhuriyet Donanması Soğuk Savaş sonrasında “Mavi Vatan’’dan yani deniz yetki alanlarımızdan ‘’Açık Denizlere Doğru” dönüşü olmayan stratejik bir yönelişe geçmiş ve donanmanın ilgi ve etki alanı mavi vatan sınırlarının çok dışına çıkmıştır
Cumhuriyet Donanması’nın savaş zamanı varlık nedeni, Türkiye’nin dış tehditlere karşı deniz tarafı savunmasını sağlamaktır.  Barış zamanı görevi devlet güvenliğine katkı, denizlerdeki hak ve çıkarların korunması ve denizlerimizin ulusal yararımıza uygun olarak kullanılmasını sağlamaktır. Bu amaca yönelik olarak donanma, deniz yetki ve ilgi alanlarındaki hak ve çıkarlarımızı, caydırarak ve gerektiğinde güç kullanarak korumak ve geliştirmekle yükümlüdür. Bu görevleri başta askeri güç olmak üzere ulusal gücün diğer unsurları ile eşgüdüm ve iş birliği içinde; gerektiğinde bütünleşik ve müşterek olarak yapabilmelidir.

Cumhuriyet Donanması Soğuk Savaş sonrasında “Mavi Vatan’’dan yani deniz yetki alanlarımızdan ‘’Açık Denizlere Doğru” dönüşü olmayan stratejik bir yönelişe geçmiştir. Bu yönelişe göre donanmanın ilgi ve etki alanı mavi vatan sınırlarının çok dışına çıkmıştır. Küreselleşme sürecinin yarattığı etkileşim, Türk ekonomisinin G-20 üyeliğini sağlayacak çapta büyümesi, ilgi alanlarımızı Hint ve Atlas Okyanuslarına genişletmiştir. 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde jeopolitik çekim merkezi artık Avrasya’dır. Bu merkezin yaygın milletleri arasında Türklerin önemli bir yeri vardır. Türk dünyasında en gelişmiş denizci gelenek ve birikim şüphesiz Türkiye’ye aittir. Dünya güç dengelerinde tektonik değişimlerin yaşandığı günümüzde Türkiye, son 70 yıldır bağlı olduğu Atlantik sistemin yanı sıra akraba toplulukların mevcut olduğu Avrasya ekseninde de önemli iş birliği fırsatları yakalamıştır. Rusya ile ekonomik alanın yanı sıra, savunma iş birliği de sürerken Çin ile Tek Kuşak Tek Yol (OBOR) projesi başta olmak üzere büyük çaplı karşılıklı destek ve iş birliği projeleri devam etmektedir.

Söz konusu yeni durum donanmanın varlık periferisini, Ege, Karadeniz ve Akdeniz’in dışında başta Hint Okyanusu olmak üzere, özellikle Türk dünyasındaki dost ve müttefiklerimize,  Türk deniz ticaretine, uzak deniz balıkçılığımıza ve deniz çıkarlarımıza tehdit ya da risklerin oluşacağı “her yere” taşıma aşamasına gelmiştir.

Donanma geçmişte olduğu gibi gelecekte de, kısa ve uzun süreli konvansiyonel savaş, caydırarak politik hedeflere erişim, ganbot diplomasisi, kriz menejmanı, sınırlı güç kullanımı,  gerek ulusal ve gerekse uluslararası boyutta insani yardım ve barışı destek harekâtlarına iştirak görevlerini icra ederek ulusal gücün en esnek ve ekonomik güç araçlarından biri olacaktır.

Cumhuriyet Donanması, güvenlik ve savunma denklemi içinde diğer kuvvetlerle ve gerektiğinde dost ve müttefikler ile yakın ve uzak alanlara güç intikal ettirebilmelidir. Bu yaklaşım asla hegemonik bir yaklaşım olarak görülmemelidir. Türk ticari çıkarlarının korunması ve vatandaşlarımızın gerektiğinde askeri harekât ile tahliye edilmesi görevlerini yapabilmek için sınırlı da olsa güç intikal yeteneğine ihtiyacımız olacaktır.  Donanmanız ayrıca hava kuvvetlerinin havada yakıt ikmali yaparak erişebileceği azami yarıçap içindeki seçilmiş deniz alanlarında, deniz kontrolü tesis ve idame edebilmeli, üstün bir deniz gücüne karşı etkin “sea denial” (denizlerin serbestçe kullanımını engelleme) uygulayabilmelidir. Türk ekonomisinin bel kemiği olan deniz ulaştırmamızı güneyde Malakka ve Hürmüz Boğaz’larından, batıda Atlantik Okyanusu’nda Cebelitarık yaklaşma sularından itibaren deniz güvenliğini ilgilendiren  her tip risk ve tehditlere karşı etkinlikle koruyabilmelidir.

Konvansiyonel tehditlere karşı yetenek geliştirmenin yanı sıra, özellikle 11 Eylül sonrası dönemde öne çıkan ve günümüzde hegemonyanın da baskı aracı olarak kullandığı asimetrik risk ve tehditlere cevap verebilecek yeteneklerin geliştirilmesine devam edilmelidir. Özellikle deprem kuşağında bulunan ülkemiz başta doğal afetlerde ve insani yardım harekâtları olmak üzere, vatandaşlarımız ile dost ve müttefik ülke vatandaşlarının tahliye ve afet yardım ihtiyaçlarına cevap verebilecek yeteneklerin geliştirilmesi ve dengeli bir kuvvet yapısının muhafazası önem ve öncelik kazanmıştır.

İlk milli gemimiz olan TCG Heybeliada korvetinde örneklendiği üzere, artık kendi savaş gemisini yapabilen Cumhuriyet Donanması, savunmanın bu en pahalı yatırımını ve yeteneğini katma değer üretmek üzere sivil sektörle iş birliğini artırarak ulusların denizcileşme sürecindeki en önemli lokomotif sektörü olan gemi inşa sektörüne taze kan vermeye devam etmelidir. Türkiye, denizaltılar dâhil, her tip savaş gemisini ulusal olanak ve yetenekler ile inşa etmelidir.  Bu yüzyıl ve gelecek yüzyıllarda Cumhuriyet Donanması’nın gücü ve yeteneği, Türk Savunma Sanayi’nin yeteneğinin bir yansıması olacaktır. Askeri tersaneler ve onarım kuruluşları, özellikle savaş gemilerine özgü sensör ve silah sistemleri başta olmak üzere, Donanma’nın bakım ve onarım faaliyetlerini yerine getirmeye devam etmelidir. Diğer taraftan, askeri tersanelerimiz, özel uzmanlık ve kritik teknolojilere sahip olmayı gerektiren fırkateyn, korvet, hücumbot ve denizaltı gibi suüstü platformlarının prototip tasarım ve inşa faaliyetlerinde rehber kurum olmayı ve bu alanlarda özel sektöre “know how” transferi yapmayı sürdürmelidir.

Deniz silah, sensör ve komuta kontrol sistemlerinde AR-GE faaliyetlerinde Cumhuriyet Donanması’nın öncülüğü her zaman olduğu gibi devam etmelidir. Bu faaliyetlerde ulusal katkı payının azami olduğu savaş yönetim sistemleri ile insansız araçlar ve silah sistemlerinin geliştirilmesi hedeflenmelidir. Gelişmiş donanmaların sahip olduğu kritik teknoloji alanlarından olan güdümlü mermi ve torpido gibi stratejik önemdeki silahların milli olarak geliştirilmesi hedeflenmelidir. Bu kapsamda ateş gücü AR-GE projeleri sensör ve komuta kontrol projelerinin önünde olmalıdır.

Diğer taraftan, Cumhuriyet Donanması’nın AR-GE’ye ve özellikle silah ve özgün denizaltı inşa projeleri ile marjinal faydası yüksek ve kuvvet çarpanı özelliği taşıyan insansız suüstü ve sualtı araçlarının geliştirilmesi gibi seçilmiş (niche) yetenek alanlarına yönelmesi kaçınılmaz olacaktır.

Gelecekte, donanma kuvvet yapısının oluşumunda özellikle sualtı ortamının kıyı sular (littoral) stratejisinde öne çıktığı göz ardı edilmemelidir. Günümüzde en gelişmiş deniz kuvvetleri dahi sualtı ortamını kullanan denizaltı ve mayın silahı gibi tehditlere karşı yetersiz kalmaktadır.

Günümüz donanmalarında kıyı sular için hücumbot,  havadan bağımsız tahrikli/dizel denizaltı,  suüstü harbi (ASUW) helikopteri,  özel harp birlikleri (SAT/SAS),  süratli amfibi deniz araçları, DSH  (ASW) helikopterleri, deniz karakol uçağı, insansız suüstü, sualtı ve hava araçları ile mayın ve mayın karşı tedbirleri silah ve sistemleri öne çıkarken; Açık deniz stratejisinin dikte ettiği kuvvet yapısı, hafif uçak gemisi, fırkateyn, denizaltı, lojistik destek gemisi, çok maksatlı amfibi hücum gemisi ya da havuzlu helikopter gemisi- LHD (LPD/LHD), deniz karakol uçağı, insansız hava araçları ve ASUW/ASW helikopterini öne çıkarmaktadır.

Bu çerçevede ayrıca, Cumhuriyet Donanması’nın balistik füze savunma görevi ile donatılması da, içinde bulunduğumuz balistik füze yayılmasının yoğun yaşandığı bir dönemde, artık bir seçenek değil, zorunluluk haline gelmektedir.

Türk savunma bütçesinde yüzde 16-17’lik bir oran ile en düşük paya sahip olan Cumhuriyet Donanması, geçmişte olduğu gibi modernizasyon harcamamaları ile cari harcamalar arasında idame edilebilir bir dengeyi sağlayarak bütçesini en etkin kullanan kurumların başında olmayı sürdürmelidir.

Donanma, harbe hazırlık seviyesini maliyet etkin bir şekilde en üst düzeyde tutarken, harekât ihtiyaçlarını karşılayabilecek teknolojik gelişmeleri yakından takip etmeli ve sürekli kendini yenileyebilen bir kuvvet yapısı geliştirmek için, kaynakların etkin, ekonomik, yaratıcı ve verimli kullanımını hedeflemelidir.

Donanma,Türkiye’nin stratejik deniz ulaştırması ve kuvvet intikal yeteneğini desteklemelidir. Amfibi ve lojistik destek gemileri, deniz piyade ve kara unsurlarının intikal ettirilmesi ve ileride konuşlandırılması yeteneğini sunabilmelidir.

Diğer taraftan, Cumhuriyet Donanması, ülkenin ekonomik çıkarları, uluslararası bağlantı ve yükümlülükleri paralelinde açık denizlere yönelik bir kuvvettir. Bu maksatla uzak deniz alanlarında görev yapacak, başta fırkateynler olmak üzere, muharip unsurlarını destekleyebilecek yeterli sayıda, açık deniz lojistik destek platformlarına sahip olmalıdır.

Donanma’nın başarısı büyük oranda üs ve limanlarda desteklenmesine bağlıdır. Bu nedenle üs ve limanlarımızın güvenlikleri artırılırken, özellikle doğu Karadeniz’de yeni bir üssün geliştirilmesine devam edilmelidir. Ayrıca Arap Denizi, Kızıldeniz, Basra Körfezi, Adriyatik Denizi ve Kuzey Afrika’da mevcut dost ve müttefik ülkeler ile ikili antlaşmalar vasıtasıyla geçici/kalıcı üslenme olanaklarının sağlanması hayata geçirilmelidir. 

21’inci yüzyılda bilginin etkin yönetimi komuta kontrol etkinliklerinin başarısını doğrudan etkilemektedir. Bilgi çağının gereklerine uygun olarak, karar üstünlüğüne ulaşmak maksadıyla, donanma “bilgi-merkezli” bir kurum olmayı hedeflemelidir.

Bilgi çağında donanmanın komuta kontrol süreçlerine hizmet edecek yeteneklerinin temel hedefi, “Ağ Destekli Yeteneklere” (ADY) dayanarak “bilgi üstünlüğü”nün sağlanması ve bunun muharebe üstünlüğüne dönüştürülmesi olmalıdır. Bu çerçevede Cumhuriyet Donanması gelecekte hava kuvvetleri ile birlikte ulusal bir GPS sistemi ile donatılmalı mevcut askeri uydu bilişim yetenekleri geliştirilmelidir.

Denizde durumsal farkındalık kapsamında; Donanma, deniz yetki ve ilgi alanlarında, her tip yüzer unsuru kesintisiz olarak ve her hava şartında tespit ve teşhis edebilmelidir. Bu kapsamda, sahip olduğu ve olacağı suüstü ve sualtı platformları, deniz karakol uçakları ve “Uzun Ufuk” Gözetleme Sistemi ile Türk Silahlı Kuvvetleri çapında müşterek durumsal farkındalığın oluşturulmasına katkı sağlamaya devam etmelidir. Ayrıca mayın avlama gemileri yetenekleri, insansız sualtı araçları ve sualtı akustik/optik sensör dizinleri vasıtasıyla sualtı durumsal farkındalığının yanı sıra suüstü taktik durumsal farkındalığına da katkı sağlayabilmelidir.

Her etkin donanmanın ardında iyi işleyen bir lojistik sistemin olması gerçeğinden hareketle, donanmanın lojistik altyapısı geçmişte olduğu gibi uluslararası normlar, standartlar ve birlikte-çalışabilirlik ilkelerine uygun olarak geliştirilmeli, platform, sistem ve cihazların yaşam çevrimi boyunca desteğini sağlayabilecek Entegre Lojistik Destek (ELD) anlayışının donanmaya savaş gemisi inşa edecek özel sektör tersaneleri tarafından uygulanması sağlanmalıdır.

Lojistik sistem içinde verimli olmayan bakım, onarım, su nakliyatı, akaryakıt sevkiyatı, iaşe, sağlık gibi faaliyet alanlarında azami ölçüde özel sektörden mal ve hizmet alımına gidilmesi düşünülmelidir.

Şüphesiz güçlü bir donanmanın olmazsa olmazı, yetişmiş insan gücüdür. Eğitime yapılan yatırımın geri dönüşü en yüksek yatırım olmasından hareketle, donanmanın tüm eğitim merkezleri ve okullarında bilim ve teknolojinin gerektirdiği bilgi ve beceriler ile donatılmış, Atatürk ilke ve devrimlerine gönülden bağlı, denizciliği tutku ile seven ve Cumhuriyet Donanması mensubu olmaktan gurur duyan, meslektaşlarına sarsılmaz bir inançla bağlı,  iyi ahlaklı, sağlam karakterli, fikren ve bedenen gelişmiş, güçlü kişilikli, ve inisiyatif sahibi personel yetiştirmeye devam edilmelidir.

Personelimizin inisiyatif sahibi ve lider temelli yetişmesi sağlanmalı bu kapsamda merkeziyetçilikten çok, adem-i merkeziyetçi yönetime yatkın bir şekilde yetiştirilmeleri sağlanmalıdır. Deniz tarihi, merkeziyetçi donanmaların kayıpları, adem-i merkeziyetçi donanmaların zaferleri ile doludur. Bu kapsamda savaş gemilerimizde genç subaylara sorumluluk verilmeli, görev alanlarında gerekli esneklik sağlanmalı ve fikirleri alınmalıdır.

“İyi denizci, denizde yetişir” prensibinden hareketle, tüm okullarda gemicilik eğitimleri ile başta yelken ve yüzme olmak üzere su sporlarına önem verilmelidir. Bu kapsamda en kısa zamanda yelkenli okul gemisine sahip olmak hedeflenmelidir.

Türkiye Avrasya’da jeostratejik bir aktördür. Dünya tarihinin büyük bir bölümünün yazıldığı coğrafya Avrasya’dır. Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 75’inin yaşadığı; dünya kara kitlesinin yüzde 37’sinin kapsandığı; dünya ekonomisinin yüzde 60 hâsılasının üretildiği; dünya enerji rezervlerinin yüzde 75’inin bulunduğu Avrasya’nın en kritik bölgesinde bulunan Türkiye, böylesine kritik bir coğrafyada yaşamanın hem ödülünü hem de bedelini yaşamış tarihi bir mirasa sahiptir. Gerek ödülünü alırken, gerekse bedelini öderken belirleyici temel faktör daima donanma, dolayısıyla jeopolitik periferisindeki denizlere hâkimiyetinin derecesi olmuştur. Donanma olduğunda güven ve gönenç, donanma olmadığında çöküş ve işgaller yaşanmıştır. Anadolu’daki son Türk devletinin geleceği; tarihinde olduğu gibi, denizlerdedir. 21’inci yüzyılda da denizlerde olacaktır. Yaşadığımız ve sonsuza dek yaşayacağımız coğrafyada deniz gücünde değil gerilemeye, duraksamaya dahi tahammül yoktur. Türkiye’nin 21’inci yüzyılda güvenlik ve refahı denizler ve denizcileşme ile iç içe olacaktır. Türkiye’nin devleti ve milleti ile denizcileşmesi, pek çok yönü ile güvenliğinin de gereğidir. Bu çerçevede denizcileşme ile jeopolitik farkındalık arasındaki ayrılmaz bağı da göz önünde tutmamız gerekir. Türkler, Cumhuriyet döneminde Anadolu’nun deniz jeopolitiğinin gereksinimlerini geçmişle kıyaslanmayacak derecede benimsemiştir.

Bu kapsamda, ulusal egemenlik ve bağımsızlığın kaçınılmaz bir gereksinimi olan jeopolitik farkındalığın, aslında denizcileşmeden bile önemli olduğuna vurgu gerekir. Zira deniz jeopolitiğinde onarılamayan yaralar alındığında, gelecek nesillerin faydalanacağı deniz yaşam alanı kısıtlanacak ve gelecek kuşaklar denizcileşse bile, bu darlığının bedelini ödemek zorunda kalacaktır.

Bu nedenle Türk Boğazları, Karadeniz ve Montreux dengesi, KKTC’de ikinci donanma etkisi yaratan Türk varlığı, Ege ve Doğu Akdeniz’de ilan edilmemiş kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgelerimiz ve Kardak benzeri egemenliği anlaşmalarla Yunanistan’a devredilmemiş coğrafi formasyonların varlığı, deniz jeopolitiğimizin değişmez ana eksenleri olmaya devam etmelidir. Şüphesiz, Ege’de karasuları genişliğinin, çıkarlarımız aleyhinde mevcut açık deniz alanlarını kısıtlayacak her türlü opsiyonda genişletilmesi de Anadolu jeopolitiğinin hassas noktası olmaya devam edecektir.

Bir deniz ülkesi olan Türkiye’nin, donanmasının geçmişte olduğu gibi gelecekte de dış politika ve güvenlik politikalarının bir enstrümanı olarak kullanımına devam edilecektir. Bu, canlı bir sistem olan devletin, kendini savunma ve çıkarlarını koruma içgüdüsünün kaçınılmaz sonucu olacaktır.

21’inci yüzyılın gerektirdiği yetenek ve teknolojiye sahip, dünyanın bütün okyanus ve denizlerinde harekât yapma yeteneğinde gücünün temelini ulusal sanayiden alan, bir donanmaya sahip olmak bir seçenek değil jeopolitik bir zorunluluktur. Bu kapsamda 21’inci yüzyılda Cumhuriyet Donanması, karmaşık bir jeopolitik ortamda yaşamanın zorluğunun bilincinde, caydırıcı niteliğini her durumda koruyabilmelidir.

Anadolu coğrafyası ve tarihinden aldığı dersler ışığında daima aydınlığa yönelmiş ve Cumhuriyet Donanma’sında somutlaşmış Türkiye’nin denizci yüzünün başarısı, denizcilik gücüne hayat veren diğer tüm alanlara ve tüm Anadolu’ya yansımalıdır. O zaman Türkiye daha müreffeh ve daha güvenli olacaktır.

Oyunu değiştirecek teknolojik yol haritaları

ARMERKOM Eski Komutanı Albay (E) Mustafa Civelek: Geleceğin Deniz Savaş Sistemleri yeteneklerinin ihtiyaçlar yönünde, etkinlikle ve milli imkanlar ile geliştirilmesini sağlamak için, bir başlangıç çalışması olarak bu makaleyi hazırladı
Bu yazı, geleceğin Deniz Savaş Sistemleri alanında oyunu değiştirecek teknolojilere (İng. Game Changers) ilişkin olarak bugünden doğru kestirimlerde bulunabilmek amacıyla bir başlangıç çalışması olarak hazırlandı.

Özellikle halen batı bloğunda sürdürülmekte olan benzer çalışmalar hakkında kısa bir inceleme yaparak, bu çalışmalara referansla ülkemizde yürütülen benzer faaliyetlerin (yetenek yol haritalarının belirlenmesi, tanımlanması ve gerçekleştirilmeleri bakımlarından) yerinin konumlanabilmesi, etkinliğinin değerlendirilebilmesi için okurların zihinlerinde sadece istendik bir merak uyandırmak hedeflendi. Amaç; ülkemizdeki benzer çalışmaların gelişmiş ülkelere göre nerede olduğunu somut ölçüler ile ortaya koymak değildir.

Öncelikle; ülkemizde bu konuda karşılaşılan kısıtlar her ne ise bu kısıtları aşmak üzere ihtiyaç olabileceği değerlendirilen iyileştirmeler için, konuyla ilintili tüm paydaşların ortak aklının etkinlikle kullanabilmesi için somut bir yaklaşımın müzakereye açılabilmesi gereklidir.

Oyun değiştiren teknoloji

Bir problem sahasına uygulandığında, taraflar arasındaki güç dengesini radikal olarak değiştiren bir teknoloji veya teknolojiler grubudur. (Fitzgerald B., Sayler K. ve Brimley S., 2013, p. 11). Aynı kaynağa göre bu teknolojilerin iki temel özelliği vardır. Bunlardan ilki, bu tür bir teknolojinin kullanımı; tüm aktörlerin politikalarını, doktrinlerini ve organizasyonlarını anında modası geçmiş hale getirir (bu yönüyle yıkıcıdır). İkinci özellik ise, hüküm süren kuramsal çerçeveden, değerler dizisinden (İng., Paradigm) tamamen ayrı ve yeni bir yol çizmesi olarak ifade edilmiştir.

Oyun değiştiren teknolojiler bugünkü hayallerin dışından çıkabileceği gibi bugün var olan ancak oyun değiştirici olarak görülmeyen alanlardan da çıkabilir. Bu ifadeyi birkaç örnekle güçlendirmek faydalı olacaktır.

İnsansız araçlar gerçek operasyonlarda kullanıma girdiğinde kendilerinden beklenen etkiler yaygın olarak görülmediler. Başka bir deyişle ilk kullanımları oyunun kurallarını değiştirmedi. Oyunun kuralları bu platformların geniş bir spektrumda taşımaya başladıkları faydalı yükler gelişince değişti. Özellikle insansız araçlar silah platformları olmaya başlaması ile birlikte bu noktaya ulaşıldı demek çok yanlış olmayacaktır. Bugün için insansız araçlar özelinde oyunun kuralları tam ve açık olarak tanımlandı ve kullanım kavramları oturdu diyebilir miyiz? Hayır. Mümkün değil. Ne kurallar ne de standartlar ne de iş modelleri oluştu demek mümkün değil. Şimdiye kadar oluşanlar ise yakında yeniden yıkılmak durumundadır. Neden mi? Çünkü yeni bir değerler dizisi geldi. Artık insansız araçların sürü (İng.,Swarm) halinde kullanımı gündemimizi meşgul ediyor.

Referans verilen rapora göre (Fitzgerald B., Sayler K. ve Brimley S., 2013) II’nci Dünya Savaşı sonrasında teknolojik üstünlüğün, ABD askeri stratejisinin ayrılmaz bir parçası olduğuna dikkat çekilmekte ve savunma alanında araştırma, geliştirmeye ayrılan payların azalmasının yanlış olacağı ifade edilmektedir.

Raporda geleceğin oyun değiştirici teknolojilerine örnek oluşturmak üzere aşağıdaki liste sunulmuştur:

– Eklemeli üretim,

– İnsansız sistemler,

– Yönlendirilmiş enerji,

– İnsan performans değiştiricileri ve

– Siber yetenekler.     

Askeri Yetenek:

ABD Savunma Bakanlığınca “belirli bir muharebe amacına ulaşabilmek için gereken yeterlik” olarak tanımlanmış ve dört ana bileşenden söz edilmiştir. Bu bileşenler Kuvvet Yapısı, Modernizasyon, Hazırlık Seviyesi ve İdamedir.

Avustralya Savunma Bakanlığınca “belirli bir harekat ortamında arzu edilen etkiye ulaşabilmek için gereken yeterlik” olarak tanımlanmıştır.

İngiltere Savunma Bakanlığınca “Arzu edilen harekat sonucunu veya etkisini oluşturabilmek için gereken sürekli yeterliktir”. Askeri yetenek tehditten, fiziksel ortamdan ve ittifak katkısından etkilenir. Müşterek komutanlar tarafından yetenek paketleri halinde uyarlanarak kullanılan kuvvet unsurlarından oluşur. Kuvvet unsurlarından her birisi sekiz farklı gelişime açık alan içerir. Bu alanlar; eğitim, malzeme, personel, bilgi, lojistik, altyapı, teşkilat, konseptler ve doktrinlerdir.  Başka bir ifade ile tek başına malzemenin yeteneği oluşturmasının imkansız olduğu, malzemenin anılan sekiz alan ile birlikte bir anlam taşıdığı ifade edilmektedir.

RAND düşünce kuruluşu dökümanlarında askeri yetenek “ulusal gücün çıktı seviyesi” olarak tanımlanmıştır. Askeri organizasyonlar ülkenin stratejik kaynaklarını alarak onları savaşma yeteneğine dönüştürürler. 

Farklı bakış açıları

Avrupa açık kaynaklarında fazla veri bulunmamaktadır. Ancak Mayıs 2016’da İngiltere’de düzenlenen “Deniz Savaş Sistemleri Konferansı’nda” uygulanan bir anketin sonuçları Avrupa’da konuya ilişkin yapılan çalışmalar ve yol haritaları bakımlarından önemli ipuçları sunmaktadır.

Bahse konu ankete katılan 300’den fazla katılımcının yarıya yakını savunma sanayi çalışanları, üçte biri askeri kanat geriye kalanları ise savunmaya ilişkin kamu kurumlarında görevli personel, akademik personel ve savunma sanayi medyasının temsilcilerinden oluşmaktadır. Ankette 3 soru sorulmuştur:

İlk soru, “Gelecekte Deniz Savaş Sistemleri alanında oyun değiştirici teknolojilerin uygulama alanları nelerdir?” sorusuna katılımcılar ilgili grafikte gösterilen yanıtları vermişlerdir.

Birden fazla seçeneğin yanıt olarak sunulmasına izin verilen ankette ilk soruya alınan yanıtlardan elde edilen ve önemli olduğu değerlendirilen sonuçlar şöyle sıralanmıştır:

– Deniz harbinde oyunun kurallarını değiştirecek en önemli alan olarak sualtı insansız araçları görülmektedir.

– Bu öngörü gelecekte deniz harplerinin kaderinin suyun altında belirleneceği tezlerini desteklemektedir.

– Katılımcıların yaklaşık yarısı hem açık sistemleri hem de yönlendirilmiş enerji silahlarını geleceğin kritik teknoloji alanlarında görmektedirler.

– Güdümlü merilerin toplardan daha önemli olmaya devam edeceği öngörülmektedir. Bu değerlendirme akıllı ve ucuz top mermileri mi yoksa pahalı güdümlü mermiler mi sorusunu soran karar vericiler için önemli bir ipucu olabilir.

– Sensörler alanında sualtı sensörlerinin daha büyük önem taşıyacağını ifade eden katılımcılar aslında sualtının önemini vurgulamaya devam etmektedirler.

İkinci soru, “Önünüzdeki 10 yılda öncelikli Deniz Savaş Sistemleri nelerdir?” sorusuna katılımcılar ilgili grafikte gösterilen yanıtları vermişlerdir.

Yine birden fazla seçeneğin yanıt olarak sunulmasına izin verilen ankette ikinci soruya alınan yanıtlardan elde edilen ve önemli olduğu değerlendirilen sonuçlar şöyle sıralanmıştır:

– Keşif Gözetleme Sistemleri ile Siber Savunma Sistemleri öncelikli alanlar olarak öngörülmüştür.

– İnsansız Sistemler ve Elektronik Harp Sistemleri de yakın ve orta vadede gündemdeki yerlerini korumaya devam edeceklerdir.

– Haberleşme sistemlerinin öneminin özellikle ağ destekli yetenekler nedeniyle artacağı değerlendirilmiştir.

– Topların geliştirilmesinin en az öncelik olması beklenilmekteyken top atış kontrol sistemlerinde hatırı sayılır çalışmalar yapılacağı değerlendirilmiştir. Bunu özellikle akıllı mühimmatlar ve balistik hesaplamalarının güncellenmesi için atış kontrol sistemlerinin adapte edilmesi veya yeniden geliştirilmesi gibi yorumlamak yerinde olacaktır.

Anketin son sorusu, “Deniz Savaş Sistemleri modernizasyonlarının önündeki engeller nelerdir?” sorusuna katılımcılar ilgili grafikte gösterilen yanıtları vermişlerdir.

Ankette son soruya alınan yanıtlardan elde edilen ve önemli olduğu değerlendirilen sonuçlar şöyle sıralanmıştır:

– Bütçe kısıtları her türlü modernizasyon kararında olduğu gibi açık ara en önemli engel olarak görülmektedir. Modernizasyon stratejilerinin etkinliği, yöntemlerinin doğruluğu, süreleri ve süreçlerinin sorgulanması yerine ankete katılanlar tarafından basitçe bütçe kısıtları en önemli etken olarak ifade edildiği değerlendirilmektedir.

– Teknolojideki hızlı gelişmeler, modernizasyon ve tedarik süreçlerindeki bürokratik yavaşlıklar nedeniyle demodelik de temel bir engel olarak karşımıza çıkmaktadır. Burada enteresan bir problem ile karşılaşıyoruz. Biz demodeliğe çare olarak modernizasyon tasarlıyoruz ancak onu gerçekleştirene kadar tanımlanan yeni sistem de demode kalıyor. Bu durum içinden çıkılmaz bir sorun sahasını işaret etmektedir. Hem bürokratik süreçlerin etkinliği irdelenmelidir hem de tanımlama ve tedarik yöntemlerindeki usuller gözden geçirilmelidir.

– Önemli bir başka kısıt alanı ise modernize edilen ve edilecek sistemlerin mevcut ve edinilecek sistemler ile birlikte çalışabilirlik sorunlarıdır. Toplam olarak sistem tedarikleri ve geliştirme süreçleri merkezi olarak yönetilmedikleri sürece aşılabilecek bir sorun sahası değildir. Çok basit birkaç soru ile bu sorunun daha iyi irdelenmesini sağlamalıyız. Lütfen tüm savunma projelerinde kaç farklı çeşit işletim sistemi kullanıldığını inceleyiniz. Halen kullanımda bulunan veri link sistemlerinin çeşitliliğini ve sözleşmelerinin sayısını ve birbirleri ile uyumluluk konusunda harcanan çabaları ve gelinen noktayı irdeleyiniz.

– Yönlendirme eksikliği konusunun da dikkatle irdelenmesi gereken bir alan olduğu ankete katılanlar tarafından işaret edilmiştir.

ABD açık kaynaklarında konuyla ilgili olarak çok fazla veri bulunmaktadır. Bu konuda ABD Deniz Araştırma Merkezi Komutanlığı tarafından 2015 yılında yayınlanan “ABD Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Bilim ve Teknoloji Stratejisi Dokümanı” çalışmamız için en resmi ve doyurucu kaynak olarak seçilmiştir. Belirtilen kaynak dökümanda ABD Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın Bilim ve Teknoloji Stratejisi; önemli bilimsel araştırma, yenilikçi teknoloji ve yetkin insan gücü portföyüne dengeli yatırım yaparak, yakından uzun döneme belirleyici deniz yeteneklerini keşfetmek, geliştirmek ve sunmaktır. Kullanılan ARGE fonu toplam Deniz Kuvvetleri bütçesinin yüzde 10’unun üzerindedir (16 Milyar Dolar).

Aynı döküman aşağıda listelenen uygulama alanlarını gelecekte oyunun kurallarını değiştirecek yetenek alanları olarak listelemektedir:

– Muharebe sahasına kesintisiz erişim,

– Otonom insanız sistemler,

– Elektromanyetik harp,

– Özel birlikler ve asimetrik harp,

– Bilgi üstünlüğü ve siber savunma,

– Platform tasarımı ve idame,

– Güç ve enerji,

– Kuvvet intikali ve bütünleşik savunma.

NATO:

NATO’nun yetenek geliştirme ve planlama konusunda çalışan geniş bir kadrosu ve bu süreci tanımlayan bir döküman seti mevcuttur. Çalışmamız kapsamında NATO’nun askeri yapısının, kuvvetlerinin, yeteneklerinin ve doktrinlerinin dönüşüm sürecini yürüten İttifak Dönüşüm Komutanlığı’nın (ACT) 2015 yılında yayınlamış olduğu Gelecek İttifak Harekatları Çerçevesi (Framework for Future Alliance Operations) (NATO ACT, 2015) dökümanından istifade edilmiştir.

NATO 2030 ve sonrasında sahip olmayı hedeflediği askeri yeteneklerini öncelikle aşağıda listelenen yedi başlık altında toplamıştır:

– Hazırlık n Kuvvet Aktarımı

– Vuruş  Gücü n İdame

– Komuta Kontrol

– Kuvvet Koruma

– Bilgi Yönetimi

Bu yedi yetenek hedefinde belirtilen dönemde olması muhtemel  oyun değiştirici teknolojilerin odak alanları ise aşağıda sunulan başlıklar ile tanımlanmıştır:

– Gelişmiş Atış Gücü

– Gelişmiş Elektromanyetik Koruma ve Destek

– Otonom ve İnsansız Sistemler ile Angajman

– Yeni Nesil Ağ Destekli Komuta Kontrol Sistemleri

– İleri Karar Destek ve Bilgi İşleme Sistemleri

– A2/AD Karşı Tedbirleri

– Siber Savunma

– Yönlendirilmiş Enerji

– Eklemeli Üretim

– Sürü Odaklı Sistemler

“Ana Vatanda Güvende Olmak İçin Denizde Güçlü Olmak; Dünyada Söz Sahibi Olmak İçin Tüm Denizlerde Var Olmak” hedefleri ile yayınlanan Türk Deniz Kuvvetleri Strateji Dokümanına göre (Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, 2015) öncelikli olarak göz önünde bulunduracağı yetenek hedefleri ile bunlar için ihtiyaç duyulabilecek teknolojiler aşağıda sunulmuştur:

– Geniş Alan Keşif Gözetleme

– Sensör Ağları

– Yönlendirilmiş Enerji Silahları

– Elektromanyetik Savunma

– İnsansız Sistemlerin Tekil, Takım ve Sürüler Halinde Kullanılması

– Yeni Nesil Sonar Sistem ve Suitleri

– Siber Savunma

– Ağ Destekli Sistemler

– Sürpriz Tesirli Silahlar

Ortak paydalar

Farklı coğrafyalar ve bakış açılarına göre ülke ve ittifaklar tarafından yapılmakta olan çalışmalar sonucunda (yararlanılmış olan açık kaynak dokümanlarındaki bilgiler ile kısıtlı olarak) tüm bakış açılarında ortak olan beş önemli askeri yetenek/yetenek ve ilgili olabilecek teknoloji alanı tespit edilmiştir. Bu alanlar kısaca müteakip paragraflarda özetlenmiştir.

Otonom insansız araçlar tüm bakış açılarında ortak olarak görülen en yaygın kesişim kümesini oluşturmaktadır.

Farklı tanım ve ifadeler ile yazılmış olsa da, tüm harekât ortamlarında tanımlanmış askeri resmin tesis ve idamesi, muhaberenin kesintisiz tesis ve idamesi ile muharebe sahasına tam hakimiyet önemli görülen bir başka ortak alandır.

Önemli bir başka ortak alan silah teknolojileridir. Deniz Muharebe Sahasına Kesintisiz Erişim, Toplar ve Güdümlü Silahlar, Gelişmiş Ateş Gücü gibi ifadeler altında yer alan bu çalışmalar farklı ihtiyaç hedefleri ile  oldukça kapalı sürdürülen bir yetenek alanıdır.

Yönlendirilmiş enerji silahları ve bunlardan korunma alanı bir diğer yaygın çalışma alanıdır. Bu alan konvansiyel diğer silah çalışmalarından farklı bir başlık altında ayrı yetenek grupları tarafından sürdürülmekte ve ele alınmaktadır.

Son olarak çok geniş bir ortak çalışma alanı olarak da bilgi güvenliği ve siber teknolojiler alanı ortak bir yetenek alanı olarak ortaya çıkmaktadır.

Oyun değiştirici teknolojileri ortaya çıkartan farklı bakış açılarındaki ortak paydalar çok dikkat çekicidir. Bu durumda doğal etkileşimler dışında ihtiyaçların ortaklığı, bilinen teknolojik kısıtlar, kaynak optimizasyonu gibi birçok faktör olabilir. Ancak burada önemli olan bu alanlarda geliştirilecek yeteneğin önce geliştirenler lehine kuvvet çarpanı olacağıdır. Sürpriz teknolojilerin kendisinden çok ihtiyaç anında elde bulundurulması önem arz edecektir. Bu teknolojinin uygulanacağı problem sahasında askeri yetenek tanımı bölümünde de değinilen “Komutanlar tarafından yetenek paketleri halinde uyarlanarak kullanılan kuvvet unsurlarının her birisinde (eğitim, malzeme, personel, bilgi, lojistik, altyapı, teşkilat, konseptler ve doktrinler) ulaşılan seviyenin önemi çok büyük olacaktır. Başka bir ifade ile tek başına malzemenin yeteneği oluşturmasının imkansız olduğu, malzemenin bu sekiz alan ile birlikte bir anlam taşıdığının farkına varılması kritiktir.

Sonuç olarak; bizi ne kısıtlıyor?

Bu noktadan sonra yapılması gereken iki önemli çalışma vardır:

– Doğru işleri yapıyor muyuz? Dünya üzerinde yapılmakta olan çalışmalara ve bu çalışmaların etkinliği ve çapı ile Ülkemizde yürütülen çalışmaların ihtiyaçlarımız ile orantılı olarak çapı yeterli midir? Ulaştığımız seviye nerededir? Bu çalışma alanında yazar kendini yetkili görmediğinden değerlendirmeleri okura ve görevli kurumlara bırakmayı tercih etmektedir.

– İşleri doğru yapıyor muyuz? Çalışma boyunca değinilen yetenek alanlarında ve bunlar ile ilgili teknolojilere (görevli kurumlar tarafından belirlenecek ihtiyaçlara uygun olarak) erişebilmek üzere izlenmesi gereken çalışma yöntemi ne olmalıdır? Bu çalışmaların etkinliğinde Ülkemizde karşılaştığımız kısıtlar nelerdir?

İkinci sorunun yanıtlarının verilebilmesi ve çözüm yöntemlerine ilişkin önerilerin doğru olarak belirlenebilmesi için öncelikle aşağıda listelenen gelişimimizi yavaşlatan veya durduran kısıtlarımızın iyi anlaşılması ve bu kısıtların çözümü hakkında izlenecek yöntemlerin ilgili tüm paydaşların mutabakatı ile belirlenebilmesine ihtiyaç vardır.    

– Savunma sektörü (Kurumlar ve Sanayi) tarafından geliştirilen yeteneklerin edinilmesi yerine, ihtiyaç duyulan yeteneklerin sektör tarafından geliştirilmesi sağlanmalıdır.

– İhtiyaç duyulan Deniz Savaş Sistemleri Yeteneklerimizin platform inşa projeleri ile birlikte geliştirilmesi yerine, platformlardan çok önce geliştirilmesi sağlanmalıdır.

– Geliştirilmiş en iyi yetenek yerine, henüz geliştirilmemiş,
sürpriz etkisi yaratacak yeteneklere sahip olunması için yöntem geliştirilmelidir.   

Bu üç sorun sahasının iyi irdelenmesi neticesinde elde edilecek bulguların çözüm yöntemleri konusunda mutabakat zeminleri aramak çok daha etkin ve kolay olacaktır.

AR-GE (Uygulamalı veya Temel) çalışmalarında hedeflerin belirli hale gelmesi önceliklerin bulunması ve kaynak kullanımı etkinliği için vazgeçilmez bir unsurdur. Sözü edilen hedeflerin tanımlı, onaylı ve tanınan bir hale getirilebilmesi için, yukarıda sıralanan üç temel sorun sahasına ilişkin çözüm kümelerini oluşturmak için bu başlangıç çalışmasını takip eden ilave inceleme ve çalışmalara ihtiyaç vardır. En önemlisi de bu çalışmaların ortak bir platformda kurgulanması ve sentetik zaman kısıtlarından uzak olacak şekilde gerçekleştirilmesi uygun olacaktır.

Geleceğin suüstü harp gemileri
Albay (E) Erhan Şensoy: Her ne kadar tekne dizaynları belirli harekât ihtiyaçlarının bir sonucu olarak ortaya çıksa da “Independence” veya “Freedom” sınıfı fırkateynlerde olduğu gibi aynı ihtiyacı farklı dizaynlarla karşılamak mümkün olabilmektedir
1960’ların başında ABD Donanması’nda hizmete giren ve o zamana göre en modern gemilerden olan “Charles F. Adams” sınıfı muhriplerde görev yapan bir subaydan, 2010’lu yıllarda suüstü harbi gemilerinin nasıl olacağına ilişkin fikirlerini söylemesi istendiğinde,  “Zumwalt” sınıfı bir destroyere veya “Independence” sınıfı firkateyne yakın tariflerde bulunabilir miydi? Bunu tahmin etmek güç.

Ancak komuta kontrol sistemleri ve silahları bir yana ne “Zumwalt”ın eski zırhlılara benzer ne de “Independence” sınıfının katamaran tekne yapılarını tahmin etmenin pek de kolay olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Bu kapsamda geleceğin harp gemilerinin tekne yapılarıyla da ilgili olarak birçok fütürist tasarım hayal edilebilir.

Bu nedenle geleceğin harp gemilerinin şeklinin veya tekne yapısının nasıl olacağından çok imkan ve kabiliyet bakımından ne tür sistemlere ve özelliklere sahip olacağı üzerinde durmak daha uygun olacaktır.

Bir harp gemisinin tedarikine ilişkin geleceğe dönük planlama yapılırken tekne yapısından sahip olunacak imkan ve kabiliyetlere kadar her türlü özellik harekat ihtiyaçları doğrultusunda belirlenir. Harekât ihtiyaçları belirlenirken birçok husus dikkate alınır, ancak bunların en önemlileri şunlardır:

– Harekât icra edilecek coğrafi bölge veya muhtemel çatışma alanları,

– Muhtemel muhasımın imkân kabiliyetleri/tehdit,

– Gelişen teknoloji.

İşte bu 3 husus gelecekteki harp gemilerinin imkan kabiliyetlerinin de nasıl olacağını belirleyecektir.

Doğu Akdeniz, Körfez Bölgesi, Güney ve Doğu Çin Denizi gibi bölgelerdeki jeopolitik ve siyasi gelişmeler dikkate alındığında gelecekteki deniz harekâtının daha ziyade kıyıya yakın veya kısıtlı deniz sahalarında icra edileceği gerçeği ön plana çıkmaktadır.

Dolayısıyla bu tür deniz alanlarında harekât icra edecek gemiler için gizlilik, sürat, manevra kabiliyeti, çok yönlülük (birden çok harekât nev’ini icra edebilme), nispeten küçük boyut gibi özellikler önem arz edecektir.

Gizliliğe ilişkin olarak günümüzde gemilerin gürültü, ısı, radarda görünürlük gibi fiziki işaretlerini azaltıcı teknolojiler halen kullanımdadır ve gelecekte de kullanılacaktır. Ancak teknolojik gelişmelere paralel olarak bu tür gizlilik sağlayan sistemlere ilişkin kullanılan teknolojiler farklılaşacak ve etkinlikleri artacaktır.

Gaz türbini veya dizel ana tahrik sistemi ile entegre indüksiyon motorları, yakıt pilleri gibi elektrikli tahrik sistemlerini içeren “hibrid” sistemler geleceğin harp gemilerinde yaygın olarak kullanılacaktır. Bu husus makinelerden dolayı oluşan gemi gürültüsünü asgari seviyeye indirgeyecektir.

Ayrıca elektrik motorlarında süper iletkenlerin kullanılması ve “Entegre Güç Yönetim” sistemleri sayesinde yakıt tüketiminde olduğu kadar gemi sistemlerinin elektrik tüketiminde de verimlilik artışı sağlanacaktır. Ayrıca bu tür sistemler sayesinde arıza veya hasar durumunda sistem ve cihazlara alternatif yollardan elektrik beslemesi otomatik olarak yapılabilecektir.

IR spektrumda (MWIR/LWIR) gemi izini düşürmeye yönelik olarak geminin tüm yüzeylerinde gerek geminin kendi ürettiği gerekse güneşten dolayı oluşan ısıyı kontrol edecek ve arka plan ısısına göre ayarlayacak nano sıvıların kullanıldığı “akıllı aktif soğutma sistemleri” kullanılacaktır.    

Geminin radar izini azaltacak eğimli ve köşeli yapılar ile elektromanyetik enerjiyi emen boya ve materyaller yerine, gemiye çarparak geri dönen radar sinyallerini bozarak işe yaramaz hale getirecek negatif yansıtma özelliğine sahip “metamateryaller” kullanılacaktır. Yani bir çeşit görünmezlik kalkanı oluşturulabilecektir.

Gemilerin radar kesit alanını (RCS) düşürmek ve tespitini zorlaştırmak maksatlarıyla yarı dalabilen tekne yapıları da çözümlerden birisi olacaktır. Ayrıca yine bu kapsamda tekne inşasında karbon fiber kullanımı yaygınlaşacaktır.

Geminin duruş gücüne ilişkin bu tür gelişmelere ilave olarak vuruş gücüne ilişkin muhtemel gelişmeler ile ilgili konuları ise şu şekilde özetleyebiliriz.

Ana batarya toplarda uzun menzilli güdümlü mühimmat kullanımı ön plana çıkacaktır. Süratleri sesin 5 katını aşan hipersonik satıhdan-satıha/havaya güdümlü mermiler kullanıma girecektir. Bu tür güdümlü mermilere karşı savunmada klasik anlamdaki “hardkill” ve “softkill” yöntemler yetersiz kalacaktır.  Bu husus özgün tespit ve takip radarları ile çapı daha büyük nokta savunma silahlarının geliştirilmesine sebebiyet verecektir.

Satıhtan satha/havaya atılan güdümlü mermilerdeki diğer bir önemli gelişme hedef seçme ve hedefi arayıp bulma konularında gerektiğinde merminin bağımsız hareket edebilir hale gelmesi olacaktır.

Elektromanyetik top ve lazer silahlarının yaygınlaşması da geleceğin harp gemilerinde top sistemleri kapsamındaki en önemli gelişme olacaktır.

Silahlı ve silahsız insansız hava araçlarının (İHA) kullanımı yaygınlaşacaktır. Çok sayıda küçük İHA’nın kullanıldığı ve  “sürü saldırısı” olarak adlandırılabilecek taktikler muhasımın sistemlerini yanıltmak veya doyuma ulaştırmak maksadıyla kullanılacaktır. İnsansız araçlar Denizaltı Savunma Harbi anlayışını da değiştirecektir. Gemilerden atılacak sonoboy benzeri fakat hareketli ve farklı tespit sistemlerine sahip amfibik özellikli (hava-sualtı ortamı) insansız araçlar hem birbirleriyle hem de ana gemiyle veya hava vasıtasıyla optik-ışın tabanlı sistemler vasıtasıyla haberleşerek denizaltının tespitinde büyük rol oynayacaklardır.

Siber uzayı da kapsayacak şekilde tüm elektromanyetik spektrumu etkinlikle kullanacak ve aynı zamanda muhasımın kullanmasını engelleyecek “Elektronik ve Siber Harp” sistemleri kullanıma girecektir. Bu sistemler değişen duruma göre anlık olarak muhabere ve radar sistemlerinin emisyon yönetimini destekleyeceklerdir. Bu kapsamda çok bantlı, değişken polarite ve modülasyonlu, çok fonksiyonlu radarlar kullanımda olacaktır. LED, lazer vb. ışık kaynağı kullanan optik-ışın temelli iletişim sistemleri (free space optics) gerektiğinde özellikle U/VHF menzilde radyo-frekansa alternatif muhabere ortamı olarak kullanılacaktır.

Görselliği ve algıyı artıran, süratli reaksiyona imkan sağlayan 3 boyutlu hologram konsollar Savaş Harekât Merkezlerinin vaz geçilmezi olacaktır.

Komuta-kontrol ve muhabere kapsamındaki tüm bu gelişmeler ağ merkezli harekâta da katkı sağlayarak, gelecekteki harekatın müşterek bir ağın içerisinde birçok alternatif bağlantı noktaları olan alt ağlar şeklinde gerçekleştirilmesini olanaklı hale getirecektir.

Tüm bu gelişmelere paralel olarak gemilerdeki mürettebat sayısında büyük çapta azalma yaşanacaktır. Ancak, insana olan ihtiyaç hiçbir zaman ortadan kalkmayacaktır. Çünkü geleceğin harp gemilerinde olması beklenen bu kadar ileri teknolojik gelişmeye rağmen başta seyir ile ilgili olmak üzere bazı klasik/analog sistem ve cihazların gemilerde yedek sistem olarak kullanımına geri dönülmesi de önemli bir yenilik olacaktır. 

Yukarıda bahsedilen ve halen deneme aşamasında olan “metamateryal”, “optik-ışın tabanlı muhabere”, “amfibik özellikli İHA” gibi bazı uygulamalardan başarılı sonuçlar alınmaktadır. Dolayısıyla son 30 yılda teknolojide yaşanan baş döndürücü gelişmeler dikkate alındığında şu an için bazıları bize bilim-kurgu gibi gelen bu gelişmelerin önümüzdeki 50 yıl içerisinde gerçekleşeceğini ve yaygınlaşacağını söylemek pek de hayalcilik olmayacaktır.

‘Denizde iki tip gemi vardır, denizaltılar ve hedefleri’
ASELSAN Askeri Danışmanı Albay (E)Cem Günaydın: Suüstü gemilerinin barış dönemleri için varlığı ve önemi yadsınamayacak olsa da, gelişen teknolojiler karşısındaki zayıflıkları harp döneminde harekât alanında planlamacıları zorlayacaktır
Daily Mail gazetesinde verilen haberde bir Song sınıfı Çin denizaltısının 26 Ekim 2006 tarihinde Pasifikte icra edilen bir tatbikat esnasında USS Kitty Hawk uçak gemisi yakınında satha çıkarak kendini gösterdiği ve bunun Amerikan-Rus uzay yarışında Sputnik’in uzaya gönderilmesi benzer şekilde Amerikalılarda şok etkisi yaptığı belirtmiştir.

Mart 2015’te icra edilen bir tatbikatta ise, USS Theodore Roosevelt’in bulunduğu Uçak Gemisi Grubu 12’nin savunma hatları 30 yaşında Fransız Denizaltısı Sapphire tarafından delinmiş ve denizaltı USS Roosevelt’e başarılı bir simule torpido atışı gerçekleştirmiştir.

Bahse konu denizaltıların teknolojilerinin eskiliği göz önüne alındığında, yukarıda anlatılan olaylar bize günümüzde küresel güçlerin en önemli politik ve askeri enstrümanı olan uçak gemisi gruplarının bekasının sualtından ciddi şekilde tehdit edildiğini göstermektedir.

Suüstü gemilerinin barış dönemleri için varlığı ve önemi yadsınamayacak olsa da, gelişen teknolojiler karşısındaki zayıflıkları harp döneminde harekât alanında planlamacıları zorlayacaktır.

Bu nedenle geleceğin deniz harplerinde sonucun sualtı tarafından belirleneceği ve ‘’oyun değiştiren” unsurların denizaltılar olacağını söylemek kesinlikle yanlış olmayacaktır.

Tabii ki silah teknolojilerinin özünde olan tedbir-karşı tedbir sarmalında sualtına (denizaltına) yönelik tespit ve angajman teknolojilerinde önemli gelişmeler olacaktır. Ancak denizaltıların modern harp sahnesine girip deniz savaşlarının doğasını değiştirdiği Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana sürdürdükleri taktik avantaj yine denizaltılar lehine devam edecektir.

Bugün itibari ile sessizlikleri muazzam artırılmış, sensör ve silah menzilleri yüzlerce deniz milinin üzerine çıkarılmış (kıtalararası balistik silahlar ayrı bir çalışma konusudur), durumsal farkındalığı sualtından sağlayabilen günümüz denizaltıları bulundukları bölgede deniz harekâtının nasıl şekilleneceğine karar veren en büyük kuvvet çarpanı olmaya devam etmektedirler.

Dün ve bugün için bu kadar net olan bahse konu resim gelecekte denizaltı harbi ve teknolojileri ve denizaltı harbinin etkinliği açısından nasıl şekillenecektir?

Geleceğin deniz harbinin ağ merkezli ve bilgi yoğun bir ortamda gerçekleşeceği, harekât sahasının kaotik bir yapıya sahip olacağı ve gizlilik avantajına sahip unsurların özel bir mücadele alanı yaratacağı öngörülmektedir. Bir ağ yapısı ile bağlanmış otonom yeteneklere sahip, içerisinde insanlı ve insansız araçların oluşturacağı araçlar ile DSH’nin (Denizaltı Savunma Harbi) platform-yoğun durumdan sensör-zengin yapıya evrileceği öngörülmektedir.

Tabiatından anlaşılacağı üzere denizaltıların temel avantajı olan gizliliği ve bunun korunma gerekliliği gelecekte de önemini artırarak devam edecektir.

Bugün ve yakın gelecekte sualtı tespit vasıtalarının merkezinde akustik teknolojiler durmaktadır. Sualtı tespit vasıtalarında radikal ve yeni bir çözüm üretilmedikçe mevcut teknolojik gelişmeler denizaltılar lehine olmaya devam edecektir. Isıl, manyetik, ışık ve basınç değerlerinin kullanılarak tespit yöntemleri henüz bir denizaltıyı değil emniyetli mesafelerinden bin yardalar gibi yakın mesafelerden dahi tespit edebilecek olgunluğa erişememiştir. Kısa ve orta vadede de bu konuda umut verici bir gelişme beklenmemektedir.

DSH bakış açısından “Geçmişte denizaltılar denizlerde saklanmanın lüksünü yaşadılar, ancak gelecekte hiçbir denizaltının kaçamayacağı o denizler ağ yapısı ile donatılmış dronlar ile dolacaktır”  iddiası denizaltının tespit riskinin arttığını işaret etse de, denizaltılar için özellikle akustik tespit vasıtalarına karşı gizliliğini devam ettirecek aktif ve pasif iz yönetimi araçlarının geliştirilmesi ön plana çıkmış ve bu alanda önemli çalışmalar başlatılmıştır.

Bu kapsamda, pasif önlemler olarak akustik sönümlendirici kaplama teknolojileri üzerinde ciddi çalışmalar ve uygulamalar mevcuttur. Bilhassa aktif sonar sinyallerinin sönümlendirilmesi açısından önem arz eden bu pasif yönteme ilaveten gemi içi gürültülerin alçak frekans sonarlar tarafından uzak mesafelerden tespitini önlemek maksatlı iç malzemeler (sistem ve cihazların gemi bağlantı elemanları) geliştirilmiş ve uygulanmıştır. Bunlara ilaveten nispeten yeni bir konu olan aktif sönümlendirme üzerinde ciddi bir gizlilik perdesi olmasına karşın çeşitli kaynaklar bu konuda da ciddi düşünce ve çalışmalar olduğu yönünde bilgi vermektedir.

Bu kapsamda, Amerikan Deniz Gücü ve Güç Nakli alt komitesine yapılan bir sunumda pasif sonarlara karşı kulaklıklarda kullanılan ses sönümlendirme (Noise Cancellation) benzer şekilde iç gürültülerin azaltılabileceği ve aktif sonarlar içinse denizaltı gemisi ve ona bağlı sualtı vasıtaları EW benzeri bir yaklaşım ile kaynağın karıştırılabileceği belirtilmiştir.

Benzer şekilde Izvestia gazetesinde yer alan bir habere göre Rus denizaltılarının tüm dış yüzeylerinin piezoceramik kaplamalar tranducer (alıcı verici akustik sensör) haline getirilecek, bu yapılar gelen düşman sonar sinyallerinin tespit, analiz edecek ve karıştıracaktır. Bu sayede düşman sonarlarının tespit imkânı yok edilecektir.

Son olarak Kraliyet bahriyesinin Astude sınıfı denizaltıları bünyesine monteli 39.000 akustik eleman ile sonar sinyallerinin sönümlendirerek tespitin minimize edileceğinden bahsetmektedir.

Üç küresel deniz gücünün denizaltıların gizliliği üzerine benzer çalışmaları, geleceğin akustik teknolojiler açısından yoğun bir mücadele alanı olacağını işaret etmektedir.

Geleceğin denizaltı harbi nasıl şekillenecek;

Pek muhtemel ki gelecekteki ağ merkezli muhabere ve komuta kontrol sistemleri, geleceğin denizaltılarını müstakil harekât unsurlarından geniş bir bölge için komuta kontrol gemileri haline evirecektir. Buna bağlı olarak denizaltı gemileri günümüz sorumluluk alanların birkaç katı alanları kontrol edebilecek, kıyı harekâtlarındaki bireysel rolü azalırken organik ve inorganik unsurlarla kıyılardan açık denizlere kadar kontrolü sağlayabilecektir.

Uzun vadede denizaltı gemileri insanlı-insansız sualtı, suüstü ve hava harekât unsurlarını bünyesinde barındırabilecek, bahse konu unsurları harekât bölgelerine gönderecek ve harekât sonrasında ihtiyaca göre tekrar bünyesine alabilecek kabiliyet ve büyüklükte olacaktır. Bu büyüklük ve stratejik önemde bir unsur doğal olarak düşman tesir menzillerinin dışında emniyetli alanlarda üst düzey pasif ve aktif savunma mekanizmaları ile donatılmış olacaktır.

Sensör: Bugünün yapılarından farklı olarak, geleceğin denizaltılarının kendi üzerindeki sensörlere ilaveten sualtı, suüstü ve hava alanlarını izleyecek direkt veya bir ağ yapısı üzerinde denizaltıya bağlı sensörleri kullanacaktır. Bu tekrar kullanılabilen veya sarf edilebilen uzaktan kontrollü sensörler ana denizaltı gemilerinin hem sorumluluk alanlarındaki taktik resmin çıkarılması hem de gerekli angajmanlara hedef bilgisinin kesintisiz sağlanması acısından vazgeçilmez olacaktır. Ana denizaltı gemileri için özellikle akustik alanda giyilebilir sensör teknolojileri ile tüm denizaltı gemisi yüzeylerinin sensör olarak çalışabilecek hale getirilmesi pek muhtemeldir. Bugün için çok yüksek işlemci kapasite ihtiyacı nedeniyle uzak gözüken bu teknoloji, geleceğin işlemci yetenekleri ile daha uzak mesafelerden daha hassas tespitlere imkân tanıyacaktır.

Silah: Ana denizaltı gemileri çok uzak mesafelerden sualtı, suüstü ve kara hedeflerine yüksek hassasiyetli hücumlar geliştirebilecek torpido ve G\M silahlara sahip olacaktır. Torpidonun yüksek tahrip gücü ve gizliliği gelecekte de torpido silahının önemini korumasını sağlayacaktır, tabii ki çok daha gelişmiş yetenekler ile. Bahse konu torpidolar görev bölgesine önceden gönderilebilecek ve angajmana kadar sensörleri ile ana gemiye destek sağlayan yapılarda olacaktır. Bu torpidolar ana gemiden ya da uzaktan kontrol edilen insanlı-insansız sualtı vasıtalarından atılabilecektir. Tabii ki ana denizaltının bekası için aktif pasif savunma silah ve sistemleri ana denizaltının vazgeçilmez donanımı olacaktır.

Tahrik: Geleceğin tahrik sistemi enerji depolama ve rejenerasyon yeteneklerin gelişmesine bağlı olacaktır. Burada gizlilik ve görev süresi en önemli etken olacağı için, daha etkin enerji depolama imkânları geliştirilmediği takdirde gelişmiş nükleer tahrik, denizaltı gemileri için gözde tahrik sistemi olmaya devam edecektir.

Robotik Teknolojiler: Geleceğin harp sahasında ana denizaltı gemisinin gözü, kulağı ve elleri bütün sorumluluk sahasına yayılmış insansız sualtı, suüstü ve hava vasıtaları olacaktır. Bahse konu unsurlar gelişmiş sensörleri, algoritmaları ve tüm sahaya yayılmış etkin ağ yapısı sayesinde ana denizaltı gemisinin, risklerin minimize edildiği bir mesafeden tüm harekâtı kontrol etmesine imkan sağlayacaklardır. Burada sarf edilebilir dronlar ana gemide üretilebilecek, gelişmiş enerji depolama ve rejenerasyon yöntemleri ile çok uzun süreler görev etkinliğini idame ettirebileceklerdir. Ana denizaltıların organik yapısında yer alacak daha büyük boyutlu sualtı vasıtaları gelişmiş menzil ve sensör yetenekleri ile ana denizaltıyı riske atmadan düşman harekât sahalarında ve kıyı bölgelerinde görev yapabilecek, sahip oldukları silahlar ile denizaltı sürpriz imha yeteneklerini düşmanın kalbine kadar taşıyabilecektir. İnsan zafiyetlerinden bağımsız olmaları bu araçları yorulmaz ve korkusuz birer savaşçı yapacaktır. Ayrıca insan ihtiyaçları için ayrılmış alanlara gerek duyulmayacağı için daha küçük boyutlarda daha etkin görevler icra edilebilecektir.

Haberleşme: Tüm bu kurgunun etkin bir haberleşme ağına olan vazgeçilmez ihtiyacı bütün bir sahanın gelişmiş EM ve akustik bir ağ ile kapsanmasını gerekli kılmaktadır. Bu sayede taktik resmin temini, paylaşımı ve verilen görevlerin icrası mümkün olabilecektir.

Tüm bunlar bir arada değerlendirildiğinde üç teknolojik gelişmenin geleceğin denizaltı harbi açısından ön planda olacağı öngörülebilir. Birincisi ve vazgeçilmez olanı denizaltı gemisinin bekasını dolayısıyla denizaltı harekâtının başarısını direkt etkileyen iz yönetimi ve akustik görünmezlik olacaktır. Bunun kadar önemli ikinci husus ise robotik teknolojiler ile harekât sahasının boyutları ve etkinliğinin artırılmasıdır. Son olarak bütün bu sistemi birbirine kesintisiz bağlayabilecek bir bilgi ağı vazgeçilmez olacaktır.

Sonuç olarak Birinci Dünya Savaşı’nın denizaltı harbi ile bugün icra edilen arasında görülen muazzam fark, günümüz ile 2050 sonrası denizaltı harbi arasında da görülecektir. Yine de iki husus değişmeyecektir. Birincisi, nitelikli denizaltıcı personele olan ihtiyacın hiçbir zaman ortadan kalkmayacağı, ikincisi ise “Denizde iki tip gemi vardır, denizaltılar ve hedefleri” deyişi olacaktır.

Suüstü platformları dizaynında stratejik hedeflerin etkisi
İstanbul Tersanesi Planlama Grup Yöneticisi Zafer Ispartalı: Dünya denizlerindeki ilgi ve menfaat alanlarının doğru tespit edilebilmesi suüstü platformlarının en önemli dizayn kriterlerinin belirlenmesinde yol gösterici olmaktadır
Washington Post gazetesinde yayınlanan bir makale deniz alanları için başka bir çalışma alanını daha hatırlattı. “Balık savaşları yaklaşıyor” başlığı aslında her şeyi özetliyor. Dünyada 1 milyar insanın ana besin kaynağının deniz ürünleri olduğu ve tüm diğer ülkelere oranla vatandaşları 2 kat daha fazla deniz ürünü tüketen ve 14 milyon kayıtlı balıkçısı olan Çin tehdidi göz önüne alındığında dünya denizlerinin sahne olacağı başlıkların aslında gelecekte ne kadar daha önem kazanacağı çok daha iyi anlaşılmaktadır.

Bu kapsamda geleceği iyi okuyan ülkeler, deniz ilgi alanları ile ilgili yapılanmalarında tüm başlıkları kapsayan çözümler üretmek için çalışmalar yapmaktadır.

Gemi inşasında en önemli maliyet kalemi aslında platformun inşası ve envantere alınması değil, ömür devri boyunca ihtiyaç duyacağı idame maliyetleridir. Bu kapsamda ihtiyaç duyulacak platforma ait görev tanımlarının en başında çok iyi yapılması gerekmektedir. Bu nedenle belki de askeri gemi inşa projelerinin en önemli safhası ihtiyacın tüm detayları ile belirlendiği Harekât İhtiyaç Dökümanının hazırlanması olarak karşımıza çıkmaktadır.

Verilen görevleri icra edecek platformların dizayn ve inşasına etki edecek diğer parametreler üzerindeki detayların belirlenmesi gerekmektedir. Seyir sıası, personel sayısı, maksimum sürat, manevra kabiliyetleri, savaş yükü, gemi izleri, idame maliyetleri gibi isterlerin belirlenmesi geminin tahrik ve sevk sistemlerinin hesaplanmasında, gemi formunun belirlenmesinde, genel dizayn detaylarının tespit edilmesinde, gemi içi sistem/cihaz ve yaşam mahalleri yerleşimlerinin belirlendiği donatım dizaynının temellerinin belirlenmesinde ana etkenler olarak değerlendirilmektedir.

Örneğin münhasır ekonomik bölgeler üzerinde gerekli güvenlik önlemlerini almak ve bölgedeki tüm faaliyetleri etkin bir şekilde kontrol edebilmek için tüm donanmaların Açık Deniz Karakol Gemisi (OPV – Offshore Patrol Vessel) konseptine yöneldiğini görmek gerekmektedir. Açık kaynaklardan yapılacak araştırmalar ile şu an hizmette olan platform sayısı ile bu platformların markette gördüğü talebi analiz etmek çok kolay olacaktır.

OPV konseptine yakından bakarsak  bu platformları; dizayn ve inşa maliyeti düşük, boyutları itibari ile hücumbot-korvet arası bir konsepte oturan, özellikle münhasır ekonomik bölgelerin kapladığı alanlar göz önüne alındığında kıyıdan 200 mil uzaklığa kadar operasyonlara uygun, fazla silah yükü olmayan, helikopter indirme/kaldırma kabiliyeti olan ancak konuşlandırmak için hangarı olmayan, ani müdahale maksatlı en az 2-3 adet RHIB (Rigid Hull Inflatable Boat) Bota sahip, modüler görev paketleri için uygun boş alanlarla donatılmış, netice olarak fiyat/performans açısından çok etkin bir aralıkta bulunan platformlar olarak değerlendirebiliriz. Bu nedenle özellikle ucuz ve etkili çözümler olması nedeniyle hem yakın kıyı savunma hem de açık deniz tipi karakol gemileri olarak son yıllarda popülerliği giderek artan platformlar olarak markette yerlerini almış durumdadır. Ayrıca modüler görev paketleri için ayrılan alanların otonom sualtı cihazları, insani yardım paketleri, sualtı sörvey ekipmanları için kullanılabiliyor olması da platformlara çok geniş bir görev esnekliği sağlamaktadır.

Ülkelerin değişen konjonktürel durumlara göre geliştirmiş oldukları stratejilerin dünya denizlerinde dolaşan askeri suüstü platformlarının dizaynlarına doğrudan etki ettiğini söylemek hiç de yanlış olmayacaktır. Bundan 10-15 sene öncesine gidildiğinde OPV konseptinden söz edilmezken tüm donanmaların ağırlıklı olarak yöneldiği konseptin korvet-fırkateyn aralığında platformlar olduğunu görürüz. Ama artık bu çözüm maliyet etkin olarak görülmemektedir. Burada sadece ABD diğer ülkelere göre izlediği politikalarda farklılık göstermektedir. Çok eskiden beri dünya denizlerini kendisinin en önemli hamle alanı olarak gören ABD uzun yıllardır özellikle kıtalararası balistik füze imkanı dahil olmak üzere çok ağır silah gücüne sahip,  hava savunma harbi fırkateynleri inşa ederek dünya denizlerinde gezdirmektedir. Ancak son yıllarda ABD’li uzmanlar da münhasır ekonomik bölge faaliyetlerinin öneminin farkına varmış ve kendi özgün dizaynları olan LCS (Littoral Combat Ship) programını başlatmışlardır. 52 gemilik programın bugün 10’uncu gemisi hizmete girmiş durumdadır. En önemli özellikleri farklı görev paketlerinin konuşlandırılabilmesi olan bu gemiler hizmete girmelerine müteakip hem ABD kıyılarında hem de ABD’nin önemli menfaatlerinin bulunduğu Asya-Pasifik ülkelerinde konuşlandırılmaktadır.

Bugün artık dünya deniz ticaret yolları üzerinde söz sahibi olmak için ise dünyanın tüm deniz alanlarında görev yapabilecek platformların dizayn ve inşasına başlamış durumdadır. Bu konuda ABD Donanması’nın üstünlüğü artık sorgulanır duruma gelmiştir. Her ne kadar sahip olmuş olduğu Arleigh Burke sınıfı destroyerlerini modernize ederek ve yeni ekipmanlar ekleyerek programa devam etseler de İngiltere, Fransa, İtalya, Çin, Rusya, Almanya gibi ülkeler de artık benzer özellikte hava savunma harbi fırkateynlerini dünya denizlerinde dolaştırmak için çalışmalar yapmaktadır. ABD Donanması da bu üstünlüğünü devam ettirmek için çok yenilikçi bir forma ve yüksek teknolojili yeni nesil silahlara sahip Zumwalt (DDG1000) Programını başlatmış olsa da beklenenin üstünde inşa ve idame maliyetleri nedeniyle projenin 3 gemide kesilmesi kararı verilmiştir.

Son yıllarda geliştirilen yeni dizaynları incelediğimizde özellikle “Hava Savunma Harbi Fırkateyni” olarak sınıflandırılan bir suüstü platformu konsepti önümüze çıkmaktadır. Bu sınıflandırmanın amacı özellikle hava savunma harbi kabiliyetlerinin çok üstün olmasından kaynaklanmaktadır. Bununla beraber gemide hem suüstü hem de denizaltı harbi için de çok etkin bir silah ve sensör gücü bulunmaktadır. Bazı ülkelerde bu konseptin tam karşılığı olmasa da “Çok Maksatlı Fırkateyn” sınıflandırması yapıldığı da görülebilir. Bu platformların tamamı sahip oldukları yetenekler ile dünyanın tüm denizlerinde münferiden görev yapabilecek şekilde dizayn ve inşa edilmişlerdir. Amerikan Zumwalt ve Arleigh Burke, İngiliz Type 26 Global Combat Ship, Rus Project 23560E, Alman F125 Sachsen, Fransız-İtalyan ortaklığı FREMM, Çin 052C ve 052D programları hemen hemen benzer yeteneklerle donatılmış dizayn ve inşa projeleridir. Bu gemilerden bazıları halihazırda görev yapmakta olup bazıları ise dünya denizleri ile ancak 2020 yılından itibaren buluşacak platformlardır.

Tüm dünya deniz alanlarında operasyon yapmayı hedefleyen bu platformların dizaynları incelendiğinde tekne formları olarak klasik bir suüstü platformu yapısı tercih edildiği görülmektedir. Tabi bu konuda ABD Donanmasına ait Zumwalt (DDG1000) Sınıfı Destroyerleri kesinlikle özel bir yere koymak gerekmektedir. Hem tekne hem de üst bina dizaynına getirdikleri inovatif yaklaşımla özellikle radar kesit alanı konusunda sağlamış oldukları etkinlik gerçekten incelenmeye değer. Ancak programın tamamında yaşanan maliyet baskısı nedeniyle bu platformdan dünya denizlerinde sadece 3 adet görebileceğiz.

Hava savunma harbi fırkateyn konseptinde klasik bir tekne formu tercih edilse de ilk anda dikkat çeken en önemli yenilikçi tercih sevk sistemlerinde görülmektedir. Bu gemilerin neredeyse tamamı artık elektrikli ya da hibrid sevk sistemleri ile donatılmış olarak inşa edilmektedir.  Bu sevk sistemlerinin yakıt tüketiminde getirmiş olduğu iyileştirme gemilerin seyir sıalarının da iyileşmesini sağlamaktadır. Ayrıca özellikle elektrik motorları ile yapılan seyirlerde akustik iz değerlerinde sağlanan iyileşme ve platformun ömür devri boyunca bakım işletme maliyetlerinin klasik sevk sistemlerine göre düşük olması da bu sevk sisteminin tercih edilmesinde önemli bir rol oynamaktadır.

Gemi İnşa Sektörü Endüstri 4.0’a hazır
GİSBİR Yönetim Kurulu Başkanı Murat Kıran, gemi inşa sanayinde yaşanan teknolojik gelişmeleri MarineDeal News okurları için değerlendirdi
– Türk gemi inşa sanayinin üretim ve tecrübeleri ile doğru orantılı öne çıkan somut yeteneklerimiz, yerli ve yabancı üreticilere sunduğumuz “büyük kolaylıklar” nelerdir, tüm bileşenleriyle paylaşabilir misiniz?

2008 yılında girilen ekonomik kriz neticesinde gemi inşa sektöründe azalan talep daralmasından asgari etkilenmemizdeki en önemli nedenlerden biri büyük ölçekli seri üretim yapmamış olmamızdır. Bu krizle dünya ölçeğinde azalan gemi inşa talebi, Türk gemi inşa sanayinin niş diye tabir ettiğimiz özel nitelikli gemilere yönelmesine yol açmıştır. Bu gemiler, özel maksatlara yönelik teknolojileri üzerinde barındıran ve ağırlıklı olarak know how gerektiren gemilerdir. Örnek vermek gerekirse; açık deniz destek gemileri, enerji gemileri, balık taşıma gemileri, dizel elektrik tahrikli feribotlardan bahsedebiliriz.

Halen tersanelerimizde üretilmekte olan bu tip niş gemilerin inşasında nitelikli mühendislik gücümüz ve kabul edilebilir maliyet ve kalitedeki işgücümüz ile zamanında gemi teslimlerimiz ön plana çıkmaktadır. Günümüz itibariyle gemi inşa sanayinde direkt olarak 30 bin kişi istihdam edilmesine karşın yan sanayi ile birlikte istihdam edilenler de göz önüne alındığında 150 bin rakamına ulaşmaktadır. Bugün itibariyle gemi inşada azalan talep, devletimizin destekleriyle özel sektöre ihaleler yoluyla tevdi edilen savunma sanayi projeleri ve tersanelerimizin bakım onarıma yönelmesiyle dengelenmeye çalışılmaktadır.

– SSM Projeleri kapsamında belli özel sektör tersaneleri için yeni ve kârlı fırsatlar yaratıldı. Bu tecrübeyi uzun soluklu yaşatabilmek için önerileriniz nelerdir?

Savunma sanayi projelerinin özel sektör tersaneleri tarafından gerçekleştirilmesi, mevcut kriz döneminde tersanelerimizde bulunan atıl kapasitenin değerlendirilmesinin yanı sıra bizim için çok önemli olan tecrübeli işgücümüzün de korunmasına katkıda bulunmuştur. Tersaneciliği bilen işçisinden mühendisine kadar işgücünün sürekliliğinin sağlanması gelecek kuşaklar için çok büyük önem arz etmektedir. Bu işgücünün bir kere kaybedilmesi halinde tekrar ihtiyaç duyulduğunda yerine konması mümkün değildir. Başka alanlara yönelen bu işgücü ileride tekrar bu meşakkatli alana dönmek istememektedir. Askeri gemi projelerinde tersanelerimiz yeni ve zorlu standartlarla karşılaşmışlardır. Ancak, yapılan ve başarıyla Deniz Kuvvetlerimize teslim edilen projelerden görülmektedir ki tersanelerimiz bu süreci başarıyla geçmiş ve askeri alandaki kabiliyetlerini artırmıştır. Bugün dünyada kendi askeri gemilerini milli olarak dizayn eden ve yerli olarak üretebilen on beş ülkeden birisi olmanın gururunu yaşamaktayız. Askeri alanda iş yapan özel sektör tersanelerinin bu alanda başarılarını devam ettirebilmesi gerçekleştirmiş oldukları projelerin dost ve müttefik ülkelere ihraç edilmesi ile mümkün olabilecektir. Savunma sanayi ürünleri, katma değeri çok yüksek ürünlerdir. 3.000 tonluk niş ticari bir gemiyi 10-20 milyon ABD Doları fiyata satabilirken, bu rakam askeri gemi olduğu takdirde 50-300 milyon ABD Doları arasında bir miktara satılabilmektedir. 2023 ihracat hedeflerimize ulaşmada, askeri ürünlerin ihracatında başarılı olduğumuz takdirde büyük katkı sağlanacağı inancındayız. Bu konuda devlet büyüklerimizin, dış temsilciliklerimizin, ticari ve askeri ataşelerimizin savunma sanayinin ihracına yönelik katkıları önem arz etmektedir. Bu saydıklarımın rehberliğinde tersanelerimizin pazarlama faaliyetlerine çok büyük ağırlık vermesi gerekmektedir. Dünyada bu konuda ihracatta başarılı olmuş ülkelere baktığımızda, katma değeri oldukça yüksek olan ve pahalı olan bu ürünlerin ihracatında ikili ilişkilerin yanı sıra, devletlerin sağladığı uzun vadeli finansman kolaylıklarının da pazarlamada ön plana çıktığını görmekteyiz. Bu konunun milli bir konu olarak değerlendirilmesinde fayda mütalaa etmekteyim.

– Gemi inşa sanayinde pazar payında liderliği elinde bulunduran Uzak Doğu ülkelerinin bizim için örnek alınacak alanları nelerdir? Bu ülkeler ile hangi alanlarda iş birliği yapılabilir?

Çin ve Güneydoğu Asya ülkelerinin mass production (tek tipten çok adet) gemi inşa konusunda lider konumunda olduğu bir gerçektir. Bunun nedenlerini sayacak olursak; işçilik ücretlerinin düşük olması, buna bağlı olarak büyük tonajlı gemileri inşa etmeleri, seri üretime yönelmeleri ve gemi inşada yüksek oranda devlet desteği (sübvansiyon) sağlanmasını sayabiliriz. Türk gemi inşa sanayi olarak işçilik maliyetlerimiz Çin ve Güneydoğu Asya ülkelerinden daha yüksek olmakla birlikte Avrupa’ya göre göreceli olarak düşüktür, kalite olarak Avrupa üretim kalitesinde ve Avrupa standartlarında ürünleri kullanarak üretim yapmaktayız. Bu ülkelerle rekabet edebilmek için daha önce bahsettiğim gibi niş diye tabir ettiğimiz özel yetenekli ve katma değeri yüksek gemilerin inşasına ağırlık veriyoruz. Büyük ölçekli gemi inşa programı yürüten Çin ve Güneydoğu Asya ülkeleri krizden en fazla etkilenen ülkelerdir. Buralarda birçok tersane kapanmak zorunda kalmıştır. Bizim tersanelerimiz ise nispeten daha küçük olup kriz süresince esnek stratejileri izleyerek hayatlarını idame ettirebilmiş, bu kapsamda yerli savunma sanayi projeleri bir can simidi olduğu gibi tersanelerimizin bakım onarım faaliyetlerine de katkı sağlamıştır. Bunların dışında 2016 yılı sonunda ASEF’e ( Asya Gemi İnşa Federasyonu’na) üye olarak onların faaliyetlerini ve gemi inşa sektörünü yakından izleme olanağına da kavuştuk. Hedefimiz; lokasyon, kaliteli işçilik ve bilgi birikimimizi kullanarak gemi inşada lider olan firmalar da dahil olmak üzere dünyada gemi inşada söz sahibi olan yatırımcıların dikkatini ülkemize çekerek Türkiye’de yatırım yapmalarını sağlamaktır.

– 50 bin dwt altı gemi üretiminde rekabetimizi olumsuz etkileyen unsurları ve izlememiz gereken yol haritası hakkında bilgi verebilir misiniz?

Gemi inşa sektöründe krizin uzun sürmesi ve halen devam etmekte olması nedeniyle,  daha önceleri büyük tonajlı gemilere ağırlık veren lider ülkeler 2008 yılında dünya ölçeğinde birinci olduğumuz kimyasal tankerler gibi küçük tonajlı gemi inşasına da girmekte ve bizimle rekabet etmektedir. Çin ve Güneydoğu Asya devletlerinin kendi tersaneleri için sağlamış olduğu sübvansiyon ve uzun süreli finansman olanaklarıyla rekabet edebilmemiz ancak ve ancak tersanelerimize dünyayla eşit rekabet edebilme olanakları sağlamakla olabilecektir. Bunun çözümü olarak da ilk aşamada tersanelerimizin gemi inşada uzun vadeli finansmanının güçlendirilmesi çalışmalarını yapmaktayız. Milli emlak kira sözleşmelerinin süresinin 49 yıla çıkması bankalar nezdinde finansmanın güçlendirilmesi açısından olumlu katkı sağlamıştır. Ayrıca Türk Eximbank’ın tersanelerimiz için ihracata yönelik uzun vadeli finansman sağlama çalışmaları da devam etmektedir.

– Dünyada kriz dönemlerinde tersaneler birleşme yoluna giderken Türkiye’de bu yolun seçilmemesinini sebepleri nelerdir?

Türk gemi inşa sanayinde tersanelerin birleşmesi, diğer deyimle konsolidasyona gitmesi bu kriz ortamında sermaye birikimi açısından olumlu bir hal tarzı olarak değerlendirilebilir. Ancak, bunun belirli bir yönlendirmeyle ve birleşecek olan tersanelerin menfaatine olacak şekilde gönüllülük esasıyla yapılması önem arz etmektedir. Ben şahsen bunun savunma sanayi projesi olan ve büyük miktarda finansman gerektiren MİLGEM Projesi için bazı özel sektör tersanelerimizin bir araya gelip teklif vermesini bu konuda bir başlangıç olarak değerlendirmekteyim. Gemi inşa sektöründe ticari siparişlerin artmasıyla bu yönde bir eğilimin başlayabileceğini düşünüyorum. Zira bildiğiniz gibi büyük ölçekli siparişlerin karşılanması büyük finansman ve sermaye desteğini gerektirmektedir. Şu anda ticari siparişlerin düşük olması ve alt yüklenicilerle çalışılması nedenleriyle tersanecilerimizi daha kolay bir yol olarak küçülme ve mevcut varlığını idame ettirme yoluna yöneltmektedir. Gemi inşa sektörünün dünya ölçeğinde yükselişe geçmesiyle birlikte tersanecilerimizin beklentilerinin artacağını, bu anlamda pastadan daha fazla pay alabilmek için konsolidasyona varan işbirliklerine gidebileceklerini değerlendirmekteyim.

– Medyada Endüstri 4.0 ve etkileri üzerine birçok tartışma ve söyleşi yer almaktadır. Siz Endüstri 4.0’ın gemi inşa sanayinin geleceğine olan etkilerini nasıl değerlendirirsiniz? Bu anlamda somut ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?

Endüstri 4.0’ı kendi sektörümüz için kısaca tarif etmek gerekirse, akıllı fabrika yani akıllı tersanedir. Bu anlamda seri üretimle ancak bu hedefe nihai olarak ulaşılabilir. Takdir edersiniz ki gemi inşa gibi ölçeği büyük ve emek yoğun bir ağır sanayiyi ihtiva eden sanayilerde seri şekilde üretim yapabilmek büyük miktarda ve sürekli sipariş almaya bağlıdır. Bu kriz döneminde bu tür siparişler almak hiçbir gemi inşa ülkesi için kolay değildir. Kaldı ki başlangıçtan itibaren niş diye tabir ettiğimiz özel yetenekli gemi inşasına yöneldiğimiz için otomasyondan belirli bir seviyeye kadar faydalanmakta ve özel nitelikli gemileri birkaç adede kadar inşa etmekteyiz. Ülkemizin istihdam durumu da dikkate alındığında teknoloji ve emek kullanımı arasında sağladığımız dengeyi koruyarak ülkemizin istihdamına da önemli katkı sağladığımızı değerlendirmekteyim. Tabii ki ileride aynı tipte çok gemi siparişi almamız ve dünya ölçeğindeki rekabetin bizi buna zorlaması halinde emek yoğun yapıdan otomasyon yoğun yapıya doğru geçeceğimiz gerçeğini de göz ardı edemeyiz.

Savunma Sanayinde deniz kural ve teknolojilerin gelişimi
Türk Loydu Başkanı Cem Melikoğlu: Savunma Sanayimize Türk Loydu tarafından verilen hizmetler içinde belki de en önemlisi askeri gemilerde yeni dizayn ve inşa kuralların oluşturulmasıdır
Cumhuriyet döneminde milli savaş gemisi inşası konusunda çok ciddi atılımlar yapıldıysada netice alıcı en önemli ilerleme Savunma Sanayi Müsteşarlığı tesisi ve Milli Gemi “Milgem” projesinin hayata geçirilmesidir. Bu atılımın en önemli ayaklarından birisi de özel sektör sanayicilerinin askeri gemi inşa kabiliyetlerinin geliştirilmesiydi. Türk Loydu olarak özel sektörde inşa edilen ilk askeri gemi olan TCG Yarbay Kudret Güngör gemisinin Sedef Tersanesi’nde 1996 yılında klaslanması ile başlayan bu sürecin her aşamasında başarıyla ve gururla yer aldık.

Bugün muharip gemiler, helikopter taşıma gemileri, karakol botları, çıkarma gemileri, özel maksatlı gemiler (denizaltı kurtarma gemisi, kurtarma yedekleme gemileri), denizde ikmal gemileri, askeri tankerler, eğitim botları gibi çok geniş bir yelpazede gemiler; özel tersanelerde milli dizaynla, ciddi yerli katkı payı ile Türk Loydu gözetimi altında üretilebiliyorsa bu son 20 yılda uygulanan başarılı milli savunma politikalarının güzel bir sonucudur.

Türk Deniz Kuvvetleri’nin filosu özel sektör tersanelerinde yenilenmesi konusunda; kontrol ve gözetleme alanlarında güvenilecek kurum olarak milli klaslama kuruluşu olan Türk Loydu’nun seçilmesi çok stratejik ve doğru bir karardı. Türk Loydu 1962 yılında kurulduğundan beri artan bir ivme ile hem kurallarını oluşturuyor, hem tecrübe birikimi sağlıyor, hem de performansını artırıyor. 1962 yılında çok sınırlı kadro ve bütçe ile kurulan Türk Loydu bugün 150’yi aşkın uzman teknik personeli, özgün kuralları, oluşturmaya başladığı yurtdışı hizmet ofisleri ile güvenilir, bağımsız, uzman bir kuruluş olarak Türk Savunma Sanayinin ve Türk Deniz Kuvvetleri’nin hizmetindedir.

Bugüne kadar 100’ün üzerinde askeri gemi klaslayan Türk Loydu,  hem Naval Ship Classification Association (NSCA) hem International Naval Safety Association (INSA) kuruluşlarının önemli birer üyesidir.

Savunma Sanayimize Türk Loydu tarafından verilen hizmetler içinde belki de en önemlisi askeri gemilerde yeni dizayn ve inşa kuralların oluşturulması olmuştur.

Genel olarak bakarsak, Türk Loydu, “Kural Geliştirme” faaliyetlerini Deniz Sektörü altında ayrı bir bölüm olarak özenle sürdürmektedir. Üniversitelerle, akademik uzmanlarla uluslararası literatürleri inceleyerek çalışmalar yapmakta, sektörel uzmanlar, akademisyenler ve son kullanıcılardan aldığı desteklerle kurduğu Teknik komitelerle çalışmaları değerlendirmekte ve sonuç olarak denizciliğimizin gelişmesini sağlayan bir çok yeni kural yayınlamakta veya mevcutları güncellemektedir. Örnek vermek gerekirse Türk Loydu’nun yakın geçmişte  yayınladığı “Gaz ya da Diğer Düşük Parlama Noktalı Yakıt Kullanan Gemilerin Klaslanması için Kurallar” , “Balast Suyu Yönetim Sistemlerinin Gemiye Teçhizi ile İlgili Kurallar” ve “Açık Deniz Destek Gemileri Kuralları” sayılabilir. Ayrıca uluslararası yayınlar izlenerek elde edilen yeni teknolojiler ve bakış açılarının ülkemizde kullanımını sağlamak için birçok klaslama ve sörvey kuralları yayınlanmıştır. Mevcut kurallar gelişen teknolojik ilerlemelerle uyumlu olarak sürekli güncellenmektedir.  Kendinizi çağa uydurmazsanız rekabet edemezsiniz, geri kalırsınız. Uluslararası kurallardaki değişimler, standartlardaki değişimler ve sektörden gelen geri beslemeler doğrultusunda yılda iki kez ana kurallarını Türkçe ve İngilizce olarak güncelleyen Türk Loydu, geçtiğimiz yıl bazıları doğrudan bazıları da dolaylı olarak savunma sanayimizle ilgili olan aşağıda listelenmiş kuralların güncellenmesini gerçekleştirmiştir.

– Askeri Gemilere Ait Kurallar, Klaslama ve Sörveyler

– Askeri Gemilere Ait Kurallar, Tekne Yapısı ve Donanımı

– Askeri Gemilere Ait Kurallar, Sevk Tesisleri

– Askeri Gemilere Ait Kurallar, Elektrik

– Askeri Gemilere Ait Kurallar, Otomasyon

– Askeri Gemilere Ait Kurallar, Gemi İşletim Tesisleri ve Yardımcı Sistemler

– Sualtı Tekneleri

– Tekne Yapım Kuralları

– Malzeme Kuralları

– Tekne Yapımında Kaynak Kuralları

– Makina Kuralları

– Elektrik Kuralları

– Yüksek Hızlı Tekneler

– Kimyasal Madde Tankerleri

– Yatların Yapımı ve Klaslanmasına İlişkin Kurallar

– Sıvılaştırılmış Gaz Tankerleri

– Havalandırma  Kuralları

– Kutup Klaslı Gemilerin Yapımı ile İlgili Kurallar

– 500 GRT Altı Gemiler için Ön Kurallar

– Kaldırma Donanımları İçin Yapım ve Sörvey Kuralları

– Çok Noktalı Bağlama Sistemleri ile İlgili Kurallar

– Çevre Koruma Sistemleri ile İlgili Esaslar

Kural geliştirme işlemleri doğal olarak çok yoğun ar-ge çalışması ve derin mühendislik tecrübesi gerektirmektedir. Türk Loydu, teknik gelişmeleri endüstriye uyarlamak amaçlı bir yan şirketi olan “TL Teknik Ar-ge ve Tasarım Şirketi” üzerinden gerekli teknik desteği ve araştırma çalışmaları sağlayarak uluslararası kurallardaki değişimleri, yeni teknolojileri ve elbette dolayısıyla Türk Loydu kurallarındaki güncelleme ve değişimleri ilgili sektörlere çeşitli bültenlerle duyurmaktadır.

Araştırma ve Geliştirme faaliyetlerine hızla devam eden Türk Loydu, kuralların alt yapı ile ilgili çalışmalarına devam etmekle birlikte, Avrupa Birliği Erasmus+ kapsamında NEOCOL (Navigational Equipment Oriented Colregs Training) projesini,  proje yöneticisi olarak uluslararası kurumlarla başarıyla sürdürmektedir.

Türk Loydu, savunma sanayinde çok önemli bir diğer kuruluş olan Aselsan ile birlikte  ECDIS projesinde,  Dinamik Konumlandırma gibi  ekipmanlarının Aselsan tarafından geliştirilmesi ve geliştirilen ekipmanların Türk Loydu tarafından kontrolü kapsamında çalışmalar yapmaktadır. Uluslararası pazarlarda etkinliğimizi arttıracağını düşündüğümüz ECDIS projesi başarıyla devam etmektedir.

Teknolojik birçok önemli buluş, gelişme, inovasyonlar bilindiği üzere, genelde savunma sanayi ihtiyaçlarından doğmuştur.  Ülkemizin savunma sanayinde yakaladığı bu güzel gelişim temposunun hızlanarak devamı, çok önemli yeni buluş ve icatların açık bir habercisidir. Artık Türkiye olarak kendi teknolojimizi, kendi standartlarımızı ve kurallarımızı geliştirmeye başladık. Savunma sanayinde ilerlemiş, güçlü, kendi teknolojik gelişmelerini sağlamış bir Türkiye, dünyanın ihtiyaç duyduğu denge merkezini oluşturacak 21. Yüzyıla yön veren ülke olacaktır.

 

Bunu Paylaşın