Türkiye’nin saçaklarında asılı duran Orta Doğu tarih boyunca ulus tanımına uyan şekliyle devlet kuramamış insanlar topluluğunun günümüzde yapay sınırlar ile devletler hâline gelmiş şeklidir. Bu bölgede İlk çağlardan beri kurulan devletlerin günümüz anlayışı ile bağdaşmayan yapısal konumları uzun ömürlü olmamıştır. Günümüze kalan sadece bir kültür mirası bir oluşum bırakmışlardır. Gerçek anlamda Roma İmparatorluğu ile bölge bir eyalet idaresi ile şekillendi. Kadim toplulukların yerini göçler ve istilalar ile zaman içinde İslâm imparatorluğunun resmî dili haricinde ulus olma niteliğinde bir oluşum oluşmadı. Müslümanlığın ümmet anlayışı bu bölgede bir ulus yaratmak yerine aynı din ve dil ile çıkarlar üzerine kurulan büyük topluluk/aşiretlerin oluştuğu bir coğrafya olmuştu. Dolayısıyla güçlü devletlerin himayesine girmiş ve yönetilmişlerdir. Osmanlı Türk İmparatorluğu da başlangıçtaki Türk ulus niteliğini halifeliğin alınması ile ümmet anlayışına dönüşmüş ve kurucu unsur Türk geri plana atılmıştır. Ancak Mustafa Kemal Atatürk’ün yeniden Türk ulusunu öne çıkarması ile Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu ile çizgileri açık bir şekilde ayrılmıştır. Petrol çıkana kadar emperyalist devletler bu bölge ile uğraşmamışlar ancak özellikle petrolün bulunması bu bölgede emperyalist ülkelerin çıkarlarına hizmet edecek ve bir yerde de köprü başı olacak bölge arayışına geçmişlerdir. Fransa’nın başını çektiği emperyalist imparatorluklar İlk yer olarak Beyrut/Lübnan seçmişlerdir. Bu bölge Hristiyan nüfusun yeterli olmaması Osmanlı Türk İmparatorluğu’nda bir ayrılıkçı durum yaratmamıştır. Ancak asıl plan bu dönemde başlamıştır. Kadim tarihte var olan Yahudiler Antik çağda krallık kurmuş bu din devleti sözde vaat edilmiş toprakların ele geçirilmesi amacıyla Orta Doğu toprakları üzerinde toprak alımlarına başlamıştır. Gerçekte bu iş başlarken Filistin bölgesinde 9 bin Yahudi bulunmaktaydı. II. Abdülhamid döneminde toprak satışı, Mısır’ın İngiliz yönetimine dolaylı geçmesi ve Orta Doğu’yu kontrol eden Kıbrıs Adası’nın kiralanması bu planın başlangıç ayakları olarak görülebilir. 1’inci Dünya Savaşı’nın ülkelere verdiği ekonomik yıkımlar, toparlanma dönemlerinde Orta Doğu emperyalist ülkelerin bir mandası olarak kalmıştır. 2’nci Dünya Savaşı sonucu her şeyi değiştirmiş ve Orta Doğu’nun jandarmalığı Yahudilere verilmesi kararı ile Arap ülkeleri zaman içinde rejim değişikliği ve savaşlar ile zayıflatılmıştır. Bu durum emperyalist ülkeler ve yeni üye ABD’nin gayretleri ile hiç hakkı olmadığı hâlde bölge Yahudi nüfusu ile doldurularak İsrail devleti kurdurulmuştur.
İsrail devletinin varlığını kabul etmeyen Orta Doğu ülkeleri SSCB’nin desteği ile birçok savaşlar yapsa da ulus kavramı olmayan din ve baskı rejimli devletler başarılı olamamışlardır.
Günümüze gelirsek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir ulus devlettir. Kadim bir geçmişten gelen bir yapıya sahiptir. Çevremizdeki ülkelerin düşüncelerine bakalım. Hepsinin bir hayâli var. “Büyük Ermenistan”, “Büyük Yunanistan” ve Suriye! Ve “Büyük İsrail”. “Vaat edilmiş topraklar”. Hayâl güzeldir. Bizi yaratan Tanrı niye sadece Yahudilere vaat etmiş acaba bu toprakları!
Tarih boyunca Anadolu toprakları (arkeolojik bulgularla ispatlanıyor) hiçbir dönem kurulan koloni/ticaret devletleri hariç Helen olmamış. Ama büyük Yunanistan içinde gösteriliyor. Ya Suriye acaba tarihin hangi safhasında var olmuş da bizden toprak istiyor. Irak, Ürdün, Lübnan, Suudi Arabistan, Yemen ve birkaç tane olan Körfez ülkeleri yapay sınırlarla devlet hâline getirilmiş aşiretler. Egemenlik sınırları bir İngiliz ve Fransız subayının kalemle çizdiği devlet hâline getirilen topluluklar. Ve yine sınırları İngilizler tarafından şekillendirilmiş, dünyanın her yerinden getirtilen bir insan topluluğu ile bir İsrail. İsrail dâhil Ortadoğu ülkeleri şunu çok iyi bilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti Türkler tarafından kanla acı diyetler ödenerek kuruldu. Kalemle cetvelle onun bunun itelemesi ile kurulmadı. Bunu asla unutmayın. Siz yine hayâl kurun. Acaba kurduğunuz hayâle nüfusunuz ve gücünüz yeterli mi… Ama burada önemli olan Türkiye’nin de bir hayâli olmalı. Bu neden yok? Onların okullarında bu hayâlli konular işlenirken bizde olmaması sorgulanmalıdır. Gerçeğe dönersek Türkiye’ye tehdit Rusya, ABD ve onun işbirlikçi müttefikleridir. İsrail, Yunanistan tek başına tehdit olamaz. Bölgede büyük küçük santranç oyunları var. Oyun oyuncular arasında gidip gelmektedir. Artık oyun son aşamada, piyonunu yanlış oynayan kaybedecektir. İsrail Dışişleri Bakanı Gıdeon SAAR verdiği demeçte özetle şu cümleleri kullanmıştı. “Ülkesinin bölgede azınlık olduğunu bölgedeki diğer azınlıklar ile örneğin Kürtlerle işbirliği içinde ve hatta müttefik olmayı düşünmeliyiz, zulüm gördükleri İran ve Türkiye’deki Kürtlere siyasi ve askerî yardımlarda bulunmalıyız.” İsrail bu cümleleri tek başına söyleyemez, ABD tarafından taşeron olarak kullanılmaktadır. O yüzden piyonu dikkatli sürmeliyiz. İsrail’in terör saldırıları yapay devlet Lübnan ki orda da azınlıklarla da ilgileniyorlar, sonra Suriye ve bir süre sonra da İran bir şekilde saf dışı bırakılacaktır. Ve asıl önemli olanı da uygun zaman ve ortamda Türkiye’yi parçalama aşamasına gelinmesidir. ABD’nin oluşturduğu PYD İsrail ileri karakolu olarak Irak, İran ve Suriye üzerinden de Türkiye’ye karşı harekât üssüdür. Bölgede Türkiye asla PYD’nin sözde bir devlet kurmasına ve Akdeniz’e çıkmasına müsaade etmemelidir. Mutlaka Suriye ile diplomatik bağlantıların kurularak PYD’ye karşı ortak hareket etme durumundadır. Haritaya baktığınızda bu net görülmektedir. Bugünlerde askerî bütünlüğünü ABD tarafından sağlanan bu terör örgütü artık devlet kurma aşamasındadır. Piyonu çok defa düşünerek 3/5 hamle ötesini görerek oynamalıyız. Durum aslında vahim. Asıl hedef su, doğalgaz ve petroldür. Hazar Denizi’nde 9 trilyon metreküp doğalgaz, 50 milyon varil petrol, Karadeniz’de hidrokarbon rezervleri ve tüm Orta Doğu’ya yetecek kadar su kaynaklarının Türkiye’de olması önemlidir. Nedense sözde Kürt haritasının içinde gösterilme çabası da ilginçtir! Dikkat edilen bir husus da bu sözde haritanın yine sözde müttefiklerimizin yönlendirilmesiyle belli yıllar içinde büyümesi gözden kaçırılmamalıdır. Türkiye’deki su havzaları ve Suriye üzerinden denize açılma bu haritanın içine alınmıştır. Türkiye’nin sahil kenti olan Mersin ve Adana düzenli Kürt göçmen alması tesadüfi değildir. Bu yetmemiş gibi Hatay başta olmak üzere Güneydoğu Anadolu’da Arap nüfusun çoğalması da cabasıdır. İlerde bir plebisit yapıldığında kullanılmak üzere göçler yapılmaktadır.
Türkiye artık millî hedeflerini belirleyip bunları özellikle gençlerimize anlatmalıdır. O zaman piyonlarımızı daha bilinçli oynarız. Bu hedefe ulaşmak için Milli Güç unsurlarını yeniden bu hedeflere yönelik geliştirmelidir. Kriz ve olaylara göre hareket etme yerine millî hedeflerimizi koruyacak ve ulusal çıkarlarımız doğrultusunda planlar geliştirilmelidir. Öncelikle Atatürk’ün de belirtiği gibi önce iç cephede barış sağlamak zorundayız. Eğer iç cephemiz huzurluysa bu cephenin uzantıları olan terör örgütleri içte ve dışta yok olmaya mahkûmdur. Türkiye iç cephesini ulusal bütünlüğü içinde sağlamlaştırmalıdır. Ekonomik istikrar iç barış için en önemli unsurdur. Öncelikli yurt içi millî hedefimiz bu olmalıdır. İşte millî hedeflerin önemi burada ortaya çıkıyor. Atatürk Türk ulusuna milli hedeflerini göstermiştir. Türk dünyası ile sosyal, ekonomik ve kültürel yönden bütünleşmesi önemi haizdir. Bu bir güçtür. Oluştuğunda dünya siyasetinde denge oluşturacak 3’üncü süper güç durumunda olacaktır. Milli hedefler ne kadar büyük ve günümüzde erişilmesi olanaksız bile görünse de hep büyük düşünmek zorundayız çünkü Türkiye büyük ve kadim bir devlettir. Büyük düşünmeye örnek olarak Yunanistan’ı takdir ile görmekteyiz. İngiliz ve Fransız desteği ile kurulan Yunanistan 1831 yani kuruluşundan 2 yıl sonra “megali idea” düşüncesini ortaya koymuş ve bu hedeflere ulaşmak siyasetini yönlendirmiş ve halkını eğitmiştir. Zaman içinde hayâl gibi olan hedeflerini elde edebilme durumuna bile gelmiştir. 1922 ve 1974 hezimetine rağmen bu fikrinden vazgeçmemektedir çünkü yaşaması için halkını ve ona destek veren ülkeleri kandırması gereklidir. Kendi başına yaşama olanağından yoksun olan bu ülke gerçekçi olmayan ama devamlı gündemde tutarak yanlışları doğru kabul ettirmiş ve kendisi de buna inanarak ‘megali idea’ya inanmıştır.
Tekrar günümüze gelirsek, Türkiye’nin güneyinde oluşturulmasına çalışılan sözde yapay bir Kürt devleti Akdeniz’e açılıp lojistik desteğini emniyete alma girişimlerini engelleyemezsek, dolaylı olarak, İsrail ile bir şekilde sınırdaş ülke olacağız. Ve İsrail ile arkasındaki güçler İran’la sınır komşusu olacaktır. İsrail’in asıl hedefi “vaat edilmiş topraklar” değil yukarıda belirttiğim gibi Orta Doğu petrol ve Hazar Denizi’nin doğalgaz rezervlerini Batı lehine ele geçirmektir. Bu gerçekleşirse artık Orta Doğu’nun yeni jandarması İsrail olacaktır. İşte o zaman İsrail bize tehdit olur. Çünkü bölgede etnik ve mezhepsel kalkışmayı çok daha rahat yapma olanağı olacaktır. Ürdün’ün doğusu ve Suriye üzerinden Davit koridorunu açarak YPG terör örgütü ile birleşmek ve Türkiye’yi güneyden kuşatmak niyetindedir. Bu durumda tehdit çok yakınımızda var olacaktır. İsrail’e bu imkânların oluşumu planlı olarak 1948 yılından itibaren başlatılmıştır. Geçmiş olayları bir hatırlayalım, Mısır’ın saf dışı bırakılması, güçsüz bir Suriye oluşması, Irak’ın parçalanması, Suudi Arabistan’ın tacı korumak amacıyla ABD askerlerine üs vererek kimliğinden uzaklaşması.
Sonuç olarak bölgede Jandarma İsrail’in taşeronu yeni bir sözde Kürt devletinin yaratılmaya başlanması Türkiye için tehdittir. Ne pahasına olursa olsun cetvelle çizilmiş bu sınırlar içindeki devletçiklerin toprak bütünlüğünün korunması Türkiye yönünden önemlidir. Bu dönemde Suriye’nin toprak bütünlüğünün sağlanması için Beşar Esad rejiminin güçlü olmasının sağlanması gerekmektedir. Orta Doğu’da satranç daha bitmedi ama sona çok yaklaşıldı tek hata yapan kaybedecektir. Sonuç olarak söylendiği gibi 3’üncü Dünya savaşının çıkması için 3 çıban başı bölge var. Çin ve Tayvan, Türkiye ve Orta Doğu ve de Rusya, Ukrayna. Çin bir süper güçtür ABD artık boyun eğmek zorundadır. Orta Doğu’da adil bir barış sağlanmalıdır. Rusya’nın üzerine fazla gidilmemelidir. Bu 3 bölgede yapılacak kritik hata ve hamleler dünyayı bir ateşe sürükleyebilir. Bu hiç de zor olmaz ve insanlık yeniden ateşi keşfettiği döneme dönebilir.
Biz yine Bahriye deyişi ile “Türkiye her zaman pruvan neta olsun” ifadesini kullanarak bitirelim.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.