FATİH KERESTECİ

MDN İstanbul

1- OECD ve bazı yatırım bankaları hem Türkiye hem de dünya ekonomisine yönelik büyüme beklentilerini düşürdüler. Bu açıdan bakıldığında 2012 yılında nasıl bir ekonomik görünüm bekliyorsunuz?
Euro Bölgesi’nde yaşanan ekonomik kriz her geçen gün biraz daha yayılıyor ve büyüyor.
Başlangıçta halka ülkelerinde (Portekiz, İrlanda, İtalya, Yunanistan ve İspanya’nın ilk harflerinden olusan PIIGS krizi deniyordu) yaşanan bir kriz olarak adlandırılırken şu an açık bir şekilde “Euro Krizi” diyebileceğimiz bir boyuta geldik. Birliğin en güçlü ekonomilerinden Fransa’nın risk göstergelerinde ciddi bir bozulma yaşanırken, Almanya’nın ise düzenlediği borçlanma ihalesine yeteri kadar teklif gelmiyor. İyi senaryolarda dahi AB’nin önümüzdeki üç, beş yıllık dönemde potansiyel büyümesinin çok altında kalacağı tahmin ediliyor. Dünya ekonomisinin yaklaşık dörtte birini oluşturan bir blokta yaşanan bu problem doğal olarak dünyanın geri kalanını da olumsuz etkiliyor. Kaldı ki, dünya ekonomisinin yaklaşık olarak diğer dörtte birini teşkil eden ABD de krizin başlangıç noktasını oluşturmak adına pek de sağlıklı bir yapıya sahip değil. Üstelik var olan ekonomik sorunlar uzun yılların birikimi olup kısa vadede çözülebilecek bir özellik de taşımıyorlar. Bu bağlamda dünya büyümesinin aşağı yönde revize edilmesini malumun ilanı olarak görüyorum. 2012 yılı ekonomik açıdan belirsizliğin had safhada olduğu, büyümenin iyice ivme kaybettiği, nicelikten ziyade niteliğin önemli hale geldiği bir yıl olacak.

2 – 2012 ve öngörülebilir vadede Türkiye’nin dış ticaret gelişimini nasıl öngörüyorsunuz? Hangi ülke pazarları Türk ihracatçısı için öne çıkacak?
Dünya ekonomisindeki ivme kaybı doğal olarak dış ticareti de olumsuz etkileyecektir. Sonuç itibariyle daha az tüketim demek daha az üretim ve dolayısıyla da daha az dış ticaret anlamına geliyor. Ancak, dünya ekonomisinde ivme kaybı olacağını söylemek duracağı anlamına da gelmiyor. Euro Bölgesi’ne yönelik karamsar tahminlere rağmen IMF dünya ekonomisinin önümüzdeki yıl yüzde 4 civarında büyüyeceğini tahmin ediyor. Bu büyümenin ise temel olarak gelişmekte olan ekonomilerde gerçekleşeceği öngörülüyor. Mesela IMF’nin bu kapsamda 2012 yılı tahmini yüzde 6.2. Bu nedenle küresel bazda vites küçültmesine rağmen dış ticaretin bazı bölgelerde canlılığını koruyacağını belirtmek lazım. Üstelik, üretimin milli olmayıp küresel bir faaliyet olduğunu unutmaz ve dış ticaretin de büyüme hızının 1’den büyük bir çarpanı olduğunu not edersek dış ticaretin öngörülebilir gelecekte önemli bir ekonomik aktivite olmayı sürdüreceğini söyleyebiliriz. Türkiye, büyümenin hız yitirmekle birlikte sürdüğü ülkelerden birisi. Ancak, ana ihracat pazarının AB olması önemli bir dezavantajı. Bu nedenle Türkiye’nin göreceli olarak daha güçlü olan iç pazarını büyük resimde avantaja dönüştürebilemesi için AB kaynaklı kayıpları telafi edebilecek yeni pazarlar bulması gerekiyor. Konuya sadece dış ticaret penceresinden de bakmayalım. Mesela finansman kapsamında temel olarak AB Bölgesi’ne bağımlı olmamız nedeniyle ortaya çıkacak finansman açığını kapatacak alternatif piyasalar da bulmamız gerekiyor. Bu açıdan krizin göreceli olarak daha az hissedildiği Körfez Bölgesi ile Uzakdoğu önemli fırsatlar sunuyor. Tam olarak AB kaynaklı açıkları telafi edecek potansiyellere sahip olmasalar da çarkları dönmeye devam ettirebilecek özelliklere sahip olmalarından ötürü arzediyorlar. Bu nedenle Türkiye’nin yakın gelecekte yüzünü Batı’dan Doğu’ya çevirmesi gerekebilir.

Cari açık için kararlı adımlar
atılmadı

3- Türkiye’nin cari açığı dizginlemeye yönelik aldığı adımlar yeterli mi? Bu açıdan alınan önlemler bankacılık sektörünü nasıl etkiyor?
Cari işlemler açığı Türkiye ekonomisi açısından yapısal bir sorun. Geçmişe baktığımızda ekonominin büyüdüğü dönemler cari açığın arttığı, ekonominin daraldığı dönemler ise, cari açık sorunun oldukça azaldığı dönemler olarak beliriyor. Bir yönüyle bakıldığında cari açık Türkiye’nin en önemli açmazı olarak görülebilir, hatta kaderi olarak da  nitelendirilebilir. Ancak, daha geniş bir perspektif ile bakıldığında çözüm yönünde hiçbir zaman kararlı bir adım atılmadığı ve bu nedenle de kaderden ziyade başarısızlığın faturası olduğu da görülebilir. Mesela, katma değer yaratmak adına anlamlı bir mesafe katedilmediği, düzenlemelerin bu yönde dizayn edilmediği, uygulamada ihracatın yeterince desteklenmediği, toplumun aşırı ithalatın neden olduğu tahribat hakkında bilinçlendirilmediği görülür. Bu hususta ve bu hususun çözümünde uzun uzadıya konuşulabilir. Ama bu konunun özeti Türkiye’nin hiçbir zaman cari işlemler açığı sorununun çözümünde kararlı adımlar atmadığını/atamadığını söylemek olacak. Ancak, son dönemde sorunun tehlikeli boyutlara ulaşması hem siyasi hem de ekonomik iradeyi ayağa kaldırdı ve bazı önlemlere sevketti. Ancak alınan kararlar ne yazık ki tek yönlü ve biraz da kısa vadeli oldu. Baktığımız zaman çoğu bankacılık sisteminin kredi miktarı ve kredi maliyetini etkilemek üzerine kurgulandı. Bu da cari işlemler açığı açısından henüz arzu edilen sonucu vermedi ancak bankacılık sektörü üzerinde olumsuz etkilere yol açtı. Daha birkaç ay öncesine kadar Türkiye’nin en güçlü yanları listesinde ilk sıraya koyduğumuz bankacılık sistemi atılan bu adımlar sonrasında bahsedilen listede birkaç sıra aşağı geriledi. Ancak, Türkiye cari işlemler açığı, daha çarpıcı bir ifade ile dışa bağımlılık anlamında sona gelmiş durumda. Bu nedenle de sorunun çözümünde uzun vadeli ve yapısal konulara yakın vadede daha fazla odaklanılacağını düşünüyorum.

4-Türkiye’nin en önemli ihracat pazarı olan Avrupa’da, derinleşen krizin seyrini nasıl görüyorsunuz? Size göre, krizden çıkış noktası ne zaman olacak?

Euro Bölgesi (EZ) mevcut yapısı ile dönülmez bir yolda. Sadece para birliği ile birbirinden farklı özelliklere sahip ülkeleri aynı birlik altında tutmanın imkansızlığı çok açık. Yunanistan ile başlayıp hemen hemen tüm Euro Bölgesi’ne yayılan kriz bu gerçeği su yüzüne çıkardı. Şu andan itibaren Avrupalı siyasetçilerin yapması gereken şey ya ivedilikle parasal birliği mali ve siyasi birliğe dönüştürecek adımlar atmaları ya da euro’nun sonunu ilan etmeleri olacak. İkinci ihtimal büyük bir felakete neden olabilecek potansiyeller içeriyor. Bu nedenle de bu riskin gerçekleşmemesi için çaba sarfedileceği kanaatindeyim. Şu an yaşanan kilitlenme durumunu ise biraz “ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye” benzetiyorum. Çünkü olayın başlangıcında ülkeler önemli sorunlar yaşamazken, böyle bir egemenliklerinden feragat etme isteğine çok sıcak bakmıyorlardı. Ama şu an geldiğimiz nokta itibariyle ölüm göründüğü için sıtmayı kabul edebilirler. O yüzden bu ihtimal belirdiği için, AB’nin uzun vadede Avrupa Birleşik Devletleri olma ihtimalinin biraz belirdiğini düşünüyoruz. Bunu da Almanya’nın istediğini ve üye ülkeleri buna zorladığını düşünüyorum. Ancak, bu ihtimal şu an sadece niyet beyanı düzeyinde. Almanya ve Fransa’nın önümüzdeki bir buçuk yıl içerisinde genel seçime gidecek olması ve mevcut iktidarların seçilme ihtimallerinin zayıf olması nedeniyle bu tarz bir radikal geçiş için güçlü siyasi iradenin olmadığını görüyoruz. Bundan dolayı da güçlü bir siyasal irade belirene kadar konunun gündemde tutulacağını, ancak sonrasında AB’nin “Avrupa Birleşik Devletler” olma yönünde ilerleyeceğini düşünüyorum.

5-Yaşanan krize bağlı olarak dolar kurunda ciddi bir oynaklık söz konusu. Kurun yönünü nasıl görüyorsunuz? Hangi seviyelerde dengeye gelmesi ekonomik açıdan sağlıklı olacak?
Kısa vadede çok fazla belirsizlik var. Euro Bölgesi’ndeki sorunların yakın gelecekte çözüme kavuşması beklenmiyor. ABD bir türlü toparlanamıyor. Kuzey Afrika ve Ortadoğu büyük bir siyasal ve toplumsal dönüşümden geçiyor. Zaten yıllardır ekonomik daralmadan çıkamayan Japonya deprem sonrasında mali durumunda daha büyük hasar aldı. Bunlar büyük belirsizlikler. İç tarafta cari işlemler açığı azalmakta direniyor. Avrupa’nın resesyona giriyor olması nedeniyle ihracat performansında kayda değer bir toparlanma beklenmiyor. Avrupa’da yaşanan ekonomik sorunlar nedeniyle cari açığın finansmanı kapsamında da sorun yaşama ihtimalimiz kuvvetli. TCMB’nin yarattığı belirsizlik de cabası. Bu nedenle kısa vadede döviz kurlarında aşırı dalgalanmanın sürmesini bekliyoruz. Türk Lirası’nda biraz daha değer kaybı olabilir. Ancak, ABD Doları ve Euro’dan oluşan sepete göre (yüzde 50 USD +yüzde 50 EUR) Türk Lirası’nın 2.22-2.23’ün üzerine gitmeyeceği kanaatindeyim. Ancak, uzun vadeli bir perspektifle, kriz bittiği zaman Türkiye’nin dünya klasmanında daha üst sıralarda yer alacağını ve bu nedenle uzun vadede TL’nin değer kazanacağını düşünüyorum.

ETİKETLER:
Bunu Paylaşın