‘Evlatlarımız için denizlerimizin nöbetini tutuyoruz’

MDN İstanbul

Tümamiral (E) Mustafa Özbey, Yunanistan’ın Ege’deki karasularını genişletme hazırlıklarına ilişkin açıklamasının arka planındaki “Doğu Akdeniz Projesi’’ni değerlendirdi

Geçtiğimiz ay Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın istifasının ardından devir teslim töreninde dile getirdiği “Yunan karasularını 6 milden 12 mile genişletmeye hazırız’’ sözleri sonrasında; Savunma Bakanı Sayın Hulusi Akar ve Cumhurbaşkanı Sözcüsü Sayın İbrahim Kalın’ın arka arkaya yaptıkları açıklamalar, Türkiye’nin gelişmeler konusundaki duyduğu rahatsızlığı tüm dünyaya açıklayan ve zamanlama olarak da uygun bir zamanda devreye girmiş girişimlerdir.

Yunanistan’ın bu sözlerini tarihsel perspektifte doğru bir yere oturtursak, bugün yaşanmakta olan gelişmeleri daha iyi değerlendirebiliriz.1900’lü yılların başında Osmanlı Devleti’ne karşı yapılan girişime, Sevr Antlaşması’nın “birinci sürümü’’ diyebiliriz. Ne demek Sevr’in birinci sürümü? O dönemde kara kazanımları güncel bir uluslararası yapıydı ve Osmanlı Devleti’ni çökerterek bundan elde edilen kara kazanımları, Sevr’in birinci sürümü olarak devreye girdi. Sonunda Türklere uygun görülen bölge ise, İç Anadolu’da adeta temerküz kampı gibi düşünebileceğimiz küçük bir toprak parçasıydı.Nereye kadar? Büyük kurtarıcı Atatürk’ün devreye girerek “kutsal savaşı’’ başlatması ve bunun sonunda da Sevr planın kökünden ortadan kaldırılması dediğimiz döneme kadar. Dolayısıyla emperyalizme karşı Sevr’in birinci sürümünün yenilmesi, Kurtuluş Savaşı sonucunda ortaya çıkmış, ama Sevr’in ideolojisi olan; Türklüğü bu coğrafyadan kaldırma, yok etme ideolojisi, hiçbir şekilde ortadan kalkmamıştır.Aradan geçen zaman içinde şimdi, Sevr’in ‘’ikinci sürümü’’ dediğimiz dönemi yaşıyoruz. Nedir ikinci Sevr dönemi? Artık kara kazanımları maliyeti yüksek bir döneme girdiği için emperyalizm, deniz yetki alanlarındaki kazanımlar üzerinden kendi geleceğini kurgulamakta. Dolayısıyla Doğu Akdeniz’deki mücadeleye “deniz yetki alanlarının emperyalizm tarafından kazanılıp, onu, Türklüğün elinden alma dediğimiz bir hedef içinde görüyoruz’’ dersek sağlıklı bir teşhis koymuş oluruz.Konuyu bu noktadan biraz daha ilerletirsek; Kıbrıs meselesi ve Ege’de yaşananlar aslında emperyalizmin birinci ve ikinci sürümleri olan, Sevr süreçlerinin, model değiştirerek devamı şeklindedir diyebiliriz. Deniz yetki alanlarında şu an sorunlu olan iki tane bölge var. Karadeniz’de anlaşmalarla taraflar arasında mutabakat sağlandı ve süreç tamamlandı. Ege Denizi ve Doğu Akdeniz ise Türkiye için deniz yetki alanı değil, “hayat alanı” durumundadır. Çünkü bundan sonra bizim genişleyeceğimiz başka toprak olmaması sebebiyle, tüm geleceğimiz ve geleceğimizi emanet edeceğimiz evlatlarımız için denizlerimizin nöbetini tutuyoruz. Dolayısıyla burada bizim herhangi bir şekilde, herhangi bir feragatte bulunmamız söz konusu değildir.

Açıkça göründüğü üzere, Ege’de mevcut 6 mil karasuları ile Yunanistan’ın elinde bulunan adalar nedeniyle açık deniz bölümleri oldukça sınırlanmış vaziyette. Burada herhangi bir 12 mil uygulaması veya 6 milin üzerinde bir genişleme demek, Türkiye için çok önemli olan deniz yetki alanlarından, Yunanistan lehine bir kısıtlamaya gidilmek demektir. Bunu Türkiye’nin kabul etmesi mümkün değildir. O nedenle ülkemizin konu ile ilgili yapmış olduğu açıklamalar, yerinde bir uyarıdır. Çünkü uzun süredir sessizlik içinde olduğunu gördükleri Türkiye’ye karşı Yunanistan, zaten hazırda bulunan bu genişletme projesini, acemice istifa eden Dışişleri Bakanı ağzından söyleterek, bu ucuz taktiği de devreye sokmuş oldu. Yunanistan hamlelerinde oldukça başarılı bir taktik izleyen bir ülkedir. Dikkat edelim; strateji değil taktik… Konuyla ilgili Türkiye’nin yaptığı açıklamalar karşısında, Çipras bu konuyu hükümet gündeminden meclis gündemine taşıyarak kontrollü kriz yönetimi taktiği uygulamaktadır. Yunanistan için Ege’de genişleme için ısrar etmek onu yalnız bırakır çünkü Doğu Akdeniz’de koşullar, Ege’den daha çok olgunlaşmış vaziyettedir.
Ege’de Türkiye’yle Yunanistan’ın baş başa kalması yerine Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin karşısına geçen şer güçleri; Mısır, İsrail, GKRY, Yunanistan ve hatta Amerika ile Fransa’nın devreye girdiği –bunların da petrol şirketlerinin de sahada olduğu- bir çıkar ortaklığı yaratarak Türkiye ile mücadele etmek çok daha akıllıcadır.

Türkiye için Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’ın batısından kuzeye doğru gidip Hatay sınırına kadar uzanan hat, Türkiye’nin müktesep hakkıdır ‘Hayat Alanı’ dediğim bölge burasıdır. Müktesepten kasıt, bizim çizip her türlü adil çalışmalarımıza göre tasarladığımız ve adil olduğuna inandığımızla ilgili her türlü uluslararası formda da bunu savunabileceğimiz hatlardır. Bununla ilgili tek handikapsa, maalesef Türkiye olarak münhasır ekonomik bölgemizi resmen tüm dünyaya ilan etmemiş oluşumuzdur. Bu konuyla ilgili, en kısa zamanda tüm dünyaya ‘’ey dünya burası benim’’ denilmesi şarttır. Çünkü Yunanistan, GKRY, İsrail ve hatta Mısır, Doğu Akdeniz’i parselleme dediğimiz tek yanlı bir gasp girişimi içine girmişlerdir. Bunlar tamamen Türkiye’nin ve Kuzey Kıbrıs’ın çıkarlarını yok sayan bir yapıda, gelecekteki hayat alanımızı paylaşmaktadırlar. Bunun kabul edilmesi mümkün değildir.

Gelinen noktada; Yunanistan’la GKRY arasındaki “ortak savunma doktrini”, zaman içinde ve özellikle de hidrokarbon yataklarının bulunmasından sonra; içine Mısır’ı ve İsrail’i de ve daha sonrada bunun içine burada üretim yapmayı planlayan ülkeleri ve onların şirketlerini de alan önemli bir koalisyon oluşturuldu. Dolayısıyla artık karşımızda Yunanistan ve GKRY yok, ortada bir koalisyon var. Buna en önemli katkı ise Amerika Birleşik Devletleri’nden geldi. Aralık ayı içinde Amerika, İsrail, GKRY ve Yunanistan Dışişleri Bakanları Atina’da bir araya gelecekler ve herhalde bunlar poker oynamak için toplanmayacaklar.
Atina’da yapılacak toplantıda çok açık bir şekilde, Türkiye’nin gözüne sokulabilecek, askeri yönlerin de ele alınacağı bir koalisyonun yeni çerçevesi ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla konuyu bu gelişmeler paralelinde ele aldığımızda, görünür gelecekte Doğu Akdeniz’de ciddi bir şekilde ve ortamın tırmanmaya hazır olduğu bir dönem yaşayacağız.

Yakın geçmişte, 1995’te alınan TBMM’nin “Ege’de tek yönlü bir genişlemeye kalkışırsan, ben bunu savaş nedeni sayarım’’ şeklindeki deklarasyon kararı, tüm dünyaya anons edilen bir açıklamadır. Bugün, Yunanistan bu konuda Ege’de hâlâ bazı genişlemeler yapamıyor ve çekingen davranıyorsa bu, deklarasyonun Demokles’in kılıcı gibi tepesinde duruyor oluşundandır. Bunu unutmayalım. Ama 1995 yılında alınan bu karardan sonra, 2006 yılında o dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç, “Ben konuyu inceledim, bu konuda alınan karar genel kurulda oylanmamıştır. Dolayısıyla geçerliliği şüphelidir’’ sözleri, alınan deklarasyon kararını bulandıran bir açıklama olarak karşımıza çıkmaktadır. O nedenle birinci öncelikle Ege’de alınacak tüm önlemlerin üstüne tekrar bu kararların restore edilmesi, hayati önem taşımaktadır.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

ETİKETLER: ,
Bunu Paylaşın