
Epeydir yaşanabilir gezegen peşindeki modern insanlar sonunda muradına eriyor mu? Umut sadece 124 ışık yılı uzaklıkta mı? Biz oraya varana kadar evrim tamamlanır mı? Eksik kalırsa aradaki farkı parası neyse verip kapatabilir miyiz?
Belki de bu defa aranan kanıt bulunmuştur. Geçtiğimiz ay içinde K2-18b adlı bir gezegenden elde edilen bulgular bir dönüm noktasına işaret ediyor olabilir mi?
ABD Havacılık ve Uzay Ajansı (NASA)’nın James Webb Uzay Teleskobu'yla elde ettiği verileri inceleyen Cambridge Üniversitesi’nden gökbilimciler, Dünya'dan yaklaşık 124 ışık yılı uzaklıktaki gezegende yaşam izlerine rastladı. Daha net söylersek, K2-18b’nin atmosferinde, Dünya’da sudaki bazı mikroorganizmaların ürettiği birtakım kimyasal moleküllerin izleri bulundu. Şüphesiz başka bir gezegende bir kuş kanadı bulunduğu duyurulsaydı kulaklarımız yer değiştirir, aklımız yerinden oynardı ama bu keşif de yeterince heyecan verici. Eğer veriyi doğru yorumluyorsak anlamı aynı çünkü: Başka gezegenlerde canlılar olabilir. Kuş değilse bile canlı işte; evrimleri Dünya’dakine benzerse kuşlar da ortaya çıkabilir, belki çıkmıştır hattâ.
“Artık sürprizler beklemediğimiz günlerdi -diye anlattı Qfwfg-, bundan sonra olayların nasıl gelişeceği artık belliydi” der Italo Calvino, varoluşun tarihinde ilerleyen Sıfır Zaman’da, kuşların evrim tarihinde ortaya çıkışlarının geç olduğundan söz ederken. “Ama, bir sabah, dışarıda, hiç duymadığım bir ötüş duydum. Daha doğrusu (ötüşün henüz ne olduğu bilinmediğine göre) kimsenin hiç çıkarmadığı bir ses duydum. Baktım, bir dal üzerinde şarkı söyleyen bilinmedik bir hayvan.”
Elbette ne canlı formları tek tip ne de yaşanacak olasılıkların yolu tek. Dolayısıyla “uzaylılar” kuş olmayabilir, keza bizim gibi şiddet dolu korkunç bir medeniyetler tarihine de sahip olmayabilir. Umalım ki onlarınki farklı çıksın, olur ya, bir gün karşılıklı denk gelirsek, başka bir tarihin, başka bir varoluşun, başka ilişkilerin mümkün olduğunu öğreniriz belki.
Ver Allahım ver
Ancak bu karşılaşma olmadan kendi başımıza nereye gideriz diye düşünürsek… Bir defa görünen o ki, hayâl ettiğimize yakın mesafelere gidebileceğiz bir gün ya da gidebileceğimiz mesafelerde bulacağız aradığımızı. Tabii nükleer silâhlar, savaşlar, salgınlar, insan eliyle yaratılan iklim değişikliği ya da başka biçimlerle kendi türümüzü tümden yok etmezsek. Hayâlimiz belli! Sömürüp yok etmekte olduğumuz Dünya yetmediği için kaynaklarını kullanabileceğimiz yeni gezegenler bulmak. Peki ama diyelim ki başardık, türümüzü nakledebileceğimiz, çöreklenip üreyebileceğimiz, bizim yaşamamıza uygun fiziki şartları olan bir gezegen bulduk, hatta oraya gittik de peki, ne değişecek, kendimizi de yanımızda götürdükten sonra? Kendimizden kastım yaşama biçimimiz, yaşam anlayışımız. Aynı şekilde birbirimizi ve doğayı, kısaca yaşamı sömürdükten sonra; her anlaşmazlıkta en kısa, en etkili çözüm yolunun çatışmak, savaşmak olduğuna inanarak davrandıktan sonra; çocukların ihmâlden ölmesine kader, açlıktan göç edip başka yerlere sığınanlara işgalci dedikten, bize benzemeyene sırtımızı döndükten sonra; açgözlülükle doğayı kendini yenileyebileceğinden fazlasını almak için harabeye çevirdikten sonra nereye çıkar yolun sonu: aynı yere, aynı tükenmişliğe, aynı korkulara… Eğer sadece gücün, paranın peşine takılacaksak, başkalarının yoksulluğu uğruna zenginleşeceksek hangi gezegende olursak olalım, yolun sonu aynı olacak.
Erich Scheurmann Göğü Delen Adam’da, Samoalı bir kabile liderinin ağzından dünyadaki hâkim düzeni anlatırken “Papalagi’nin gerçek tanrısı yalnızca paradır” der (Papalagi için en kısa ifadesiyle beyaz adamlar diyebiliriz).
“Beyazların ülkesinde, güneşin doğuşundan batışına kadar parasız hiçbir şey yapamazsın… Hep para ödemek zorundasın. Yani yürüdüğün yol için, kulübeni yaptığın yer için, gece yatacağın döşek için, odanı aydınlatan ışık için para vermen gerekir… Daha doğar doğmaz para ödemeye başlarsın. Öldüğünde de öldüğün için ailen para ödemek zorunda kalır… Çok parası olanların hepsi çok çalışmaz… Eğer beyaz adam yemeğini, döşeğini ve evini sağladıktan sonra ayrıca parası artarsa, hemen bu para karşılığında bir kardeşini tutar ve kendi işlerini ona yaptırır. Öncelikle kendi elini pisleten, sertleştiren işleri yaptırır. Kendisinin neden olduğu pisliği ona yaptırır… Tanrı Papalagi’ye korkudan daha beter bir ceza vermiş. Çok az ‘benim’i olan ya da hiç olmayanlarla, bütün ‘benim’leri toplayanlar arasında sürüp giden bir savaş sarmış başına… Bu savaş herkese acı verir, yaşama sevincini kemirir. Sahip olanlar vermek zorundadırlar, ama hiçbir şey vermek istemezler. Sahip olmayanlar ise sahip olmak isterler, ama hiçbir şey alamazlar.”
İçimizdeki deniz
Fakat unutulmamalı ki ilkel yaşam formları daha karmaşık yaşam formlarına dönüşecek diye bir kural yok, yani uzaylıların tek hücreli olarak kalma ihtimali de var pekâlâ. Kısacası, yapılan keşif şimdilik bir umudu canlı tutmak adına önemli ama bilim insanları gönlümüzdeki uzaylıya garanti veremiyor. Ve aslında gözler uzaylılardan çok, yaşanabilir gezegen arıyor. Hatta benim tanıdığım “insanoğlu” arıyorsa o gezegeni, bulduğunda üzerinde yaşayan olmasa daha iyi, gezegen halkları açısından.
Yaşamı başlatan tekhücrelileri bile doğduğuna pişman ederiz biz. Yine de daha iyimser düşünmek isteyenler Calvino’nun tespitlerinde huzur, tekhücrelilerin varlığında gelecek bulabilir.
“Yaşamın henüz okyanusların içinde olduğu dönemlerdeki koşullar, damarlarda akmayı sürdüren tarih öncesi dalganın ıslattığı insan bedeni hücreleri için fazla değişmedi. Nitekim kanımız, dünyanın başlangıcındaki denizin kimyasal bileşimine benzer bir bileşime sahiptir, ilk canlı hücreler ve ilk çokhücreliler oksijeni ve yaşam için gerekli öbür maddeleri böyle bir bileşimden sağlıyorlardı. Daha karmaşık organizmaların gelişmesiyle çok sayıda hücrenin sıvı çevreyle ilişkisini sürdürme sorunu, yalnızca dış yüzeyin gelişmesi aracılığıyla çözümlenemez oldu; oyuk yapılara sahip organizmalar avantajlı duruma geçtiler çünkü bu organizmaların içinde deniz suyu akabiliyordu. Daha sonra bu organizmaların bir kan dolaşımı sisteminde dallanmalarıyla, hücrelerin tümüne oksijen dağılımı sağlandı, böylece yeryüzünde yaşam mümkün oldu. Bir zamanlar canlı varlıkların içinde yaşadığı deniz, şimdi canlıların bedeni içindedir.”
Bu haberin/makalenin/çevirinin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.