Enerji-jeopolitiğinde neler oluyor? (Enerji jeopolitiği jeostratejiyi yenebilir mi?)

MDN İstanbul

Enerji kaynaklarına erişim ve kontrol etme isteği günümüz küresel düzleminde hegemonya tesisinin önemli sac ayaklarından birisi. Küresel güçler arasındaki çetin mücadelede diğerinin enerjiye ulaşımının engellenmesi de aslında bu stratejinin bir diğer parametresi…
Soğuk savaş döneminin kaybedeni Rusya, 2000’li yılların başında ayağa kalkabildiyse, bunu şüphesiz sahip olduğu doğal kaynaklarına borçlu.
Çok kutuplu dünya düzenini savunan ve izlediği çok boyutlu ama agresif politikalarla yeniden küresel güç olma iddiasını sürdüren Rusya, enerji kozunu tıpkı modernize ettiği ve büyüttüğü deniz gücünü kullandığı gibi etkin bir silah olarak kullanıyor. Türk Akımı ve Kuzey Akımı-2 doğal gaz projeleri Kıta Avrupası bakımından öne çıkarken, Asya’da ise Çin ile yapılan devasa doğal gaz anlaşmaları ve projeleri Rusya’nın etkinliğini pekiştiriyor.Türk Akımı projesi Aralık 2016’da Türkiye ile Rusya arasında imzalandı. İki boru hattından oluşacak proje toplam 31.5 milyar metreküp (m3) kapasiteye sahip olacak. 15.75 milyar m3 kapasiteli ilk hat Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılarken diğer hat Rus doğal gazını Avrupa’ya iletecek. İşte tam bu noktada boru hattının güzergâhı öne çıkıyor.
Bilindiği üzere Güney Akım projesi, Ukrayna krizi ve Kırım meselesi nedeniyle 2014 yılında durdurulmuştu. Türk Akımı projesi aslında Güney Akım’ın yerini almış oldu. İtalya, Sırbistan, Bulgaristan, Avusturya ve Macaristan Türk Akımı’nın geçiş güzergâhında yer almak istiyor.

Her şeyin bir bedeli var
Ekim ayında Moskova’da Putin’in İtalya Başbakanı Giuseppe Conte’yle görüşmesinde yaptığı “İtalya, Türk Akımı’na bağlanabilir” açıklaması, Rusların çok boyutlu savunma ve güvenlik perspektifinde enerji kartını nereye konumlandırdığını göstermesi bakımından ciddi bir hamle niteliği taşıyor. Bulgaristan da Türk Akımı projesine fazlasıyla ilgili ve istekli. Putin’in, Avrupa’nın Kuzey Akımı-2 projesinin inşasında Bulgaristan’ın Güney Akım projesinden caydığında yaptığı gibi zayıflık ve yetersizlik göstermesini istemediğini ifade etmesi, aslında Bulgaristan’a açık bir uyarı niteliği taşıyor. Putin, Bulgaristan’a kısaca, ‘her şeyin bir bedeli var’ diyor.

Öte yandan ekim ayında Moskova’nın bir başka ziyaretçisi olan Avusturya Başbakanı Sebastian Kurz, Rusya ile enerji alanında işbirliğini geliştirmeyi, Türk Akımı projesinde yer almak istediklerini ve Kuzey Akımı-2 projesini desteklediklerini açıkladı. Macaristan ile Avusturya’nın tutumu önemli, zira Rusya bu iki ülkenin desteği ile enerji jeopolitiğinde önemli bir virajı dönebilir. Tam bu noktada son dönemde ikili ilişkilerimizin ivmelendiği Sırbistan’ın pozisyonu da öne çıkıyor….
Ekim ayı sonunda Belgrad’da düzenlenen Avrasya Enerji Güvenliği Forumu’nda konuşan Dışişleri Bakanı Ivica Dacic, “Sırbistan ve Balkan ülkelerinin çok güvendikleri Güney Akım projesinin başarısızlığa uğramasının faturasını ödemek zorunda kaldıklarını” belirterek, Türk Akımı projesinde yer almak istediklerini açıkladı. Benzer iradeyi Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandır Vucic de sıklıkla ortaya koyuyor… Ancak, Rusya ile Avrupa’nın enerji alanında yakınlaşmasına karşı çıkanlar da var. ABD ve Ukrayna gibi….ABD, Rusya’nın enerji boyutundaki hegamonik adımlarını engellemek için hamle üstüne hamle yapıyor. ABD Başkanı Trump’ın geçen temmuz ayında Brüksel’de düzenlenen NATO Zirvesi öncesi Almanya’yı hedef alan açıklamaları belleklerdeki yerini koruyor…
Trump, Almanya’nın Rusya ile yaptığı “uygunsuz” gaz anlaşması nedeniyle Moskova’nın “esiri” haline geldiğini savunmuş, Berlin ile Moskova arasındaki Kuzey Akımı-2 anlaşmasını eleştirerek Rusya’nın gaz tedariki üzerinden Almanya’yı kontrol ettiğini dahi savunmuştu.

Her ne kadar AB Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, Trump’ı teskin etmek adına Avrupa’nın ABD’den gelen LNG için daha çok terminal inşa etme sözü verse de, analistler bu LNG terminallerinin Amerika’dan gelecek gaz için değil, Avrupa’nın 2. büyük gaz üreticisi olan Hollanda’daki üretimin düşeceği öngörüsüyle diğer herhangi bir ülkeden gelebilecek LNG için yapılacağını vurguluyor. Bu bağlamda ülkemizi de yakından ilgilendiren diğer konu, Yunan gaz şirketi Gastrade ile Bulgar devlet şirketi BEH arasında Dedeağaç bölgesine off-shore LNG terminali kurulması konusunda alınan işbirliği kararı…
Yıllık 6.1 milyar m3 kapasiteli olacak terminalin Yunanistan-Bulgaristan doğalgaz hattına bağlanması öngörülüyor. Bu projenin arka planında ABD’nin olması şaşırtıcı değil. Zira terminale ABD menşeli LNG’nin getirilmesi ve Türk Akımı’na alternatif teşkil edilmesi yorumlarına açık kaynaklarda rastlanıyor. Elbette Romanya’da bu projede potansiyel müşteri olacak…Putin’in, Bulgaristan’a güvensizliğinin bir nedeni de bu projenin içinde yer alması.

ABD gazı yüzde 30 daha pahalı
Almanya’nın Rusya’dan Kuzey Akımı-2 üzerinden ülke enerjisinin yüzde 60-70’ini alabileceğinden endişe duyan Trump, AB’nin kendi güvenliği için ABD’den LNG alması gerektiğini ısrarla vurguluyor. Bu arada Almanya ve Avrupa, Rus doğalgazına göre neredeyse yüzde 30 pahalı olan ABD menşeli sıvılaştırılmış gaza itibar etmiyor. ABD geçen yıl 22.3 milyar dolarlık LNG ihraç etti, bunun sadece 1.4 milyar dolarlık kısmını AB’nin satın alması bu varsayımı güçlendiriyor.
Kuzey Akımı-2 projesi ile Rusya’dan Avrupa’ya yılda 55 milyar m3 gaz sevkiyatı yapılması hedefleniyor. Rusya proje bağlamında; Almanya, Danimarka, İsveç ve Finlandiya ile anlaşmış durumda….2017 verilerine göre Rus enerji şirketi Gazprom, Avrupa’ya yapılan gaz sevkiyatını önceki yıla oranla yüzde 8 artırdı. Rusya Enerji Bakanı Novak’a göre Avrupa, düşen üretim ve artan tüketim nedeniyle önümüzdeki 10 yıl içinde Rusya’dan ithal ettiği gazı 100 milyar m3 artırmak durumunda kalacak ki, bu durum Avrupa’nın Rus gazına bağımlılığını daha da pekiştirecek.

Ukrayna gergin
Enerji boyutunda Rusya-Avrupa yakınlaşmasına karşı çıkan bir diğer ülke ise Ukrayna. Kiev yönetimi, Türk Akımı ve Kuzey Akım-2’nin inşası halinde transit ülke statüsünü ve yıllık 3 milyar dolarlık geliri kaybetme çekincesini taşıyor. Ancak Rusya’nın doğalgaz özelinde Ukrayna’yı devreden çıkarmasına kesin gözüyle bakılıyor.

Konunun enerji boyutunun genel özeti böyle ama bir de reel politik boyuta yansımaları var ve gerçekte yapılan hamlelerin arka planını tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Olguları sıralayalım, son dönemde AB’nin Batı Balkanlara yönelik Genişleme Politikası ve ABD’nin bölgeye artan ilgisi net. AB, bölge ülkeleri arasındaki kronik sorunları bir an önce çözüp bölgeyi 2025 yılına dek içine almayı hedefliyor. Makedonya’nın Yunanistan ile isim sorunu çözümünün ivmelenmesi, Arnavutluk, Kosova ve Bosna-Hersek’e yönelik gelişmeler tesadüf değil…

Gözlerden kaçtı ama NATO Askeri Komite Başkanı ekim başında Bosna-Hersek, Kosova ve Sırbistan’ı ziyaret etti. Bölgeyi kısa vadede potansiyel bir küresel krizin başlangıç noktası olarak tanımladı. Aslında tüm bu gelişmeler her daim barut fıçısını andıran Balkanları bir kez daha öne çıkarıyor. Aslında ABD ve AB, Rusya’nın Balkanlar’da artan siyasi ve ekonomik etkinliğinden hoşnut değiller. Üstelik Balkanlar’da yükselen Çin etkisi de cabası… Elbette bölgede bir de Türkiye faktörü var. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “Türkiye’yi Rusya ile birlikte bölgede istikrarsızlaştırıcı bir aktör” gösterme çabası boşuna değil…

İttifakın ilk ayak izi
İşte bu noktada Arnavutluk’un son dönemde NATO ve AB’ye karşı izlediği talepkâr tutum öne çıkıyor. Arnavutluk Savunma Bakanı Olta Xhaçka mayıs ayında ABD’li mevkidaşı Mattis ile yaptığı görüşmede; Rusya, Çin, İran ve Türkiye’nin Balkanlar’daki faaliyetlerini eleştirmiş ve Arnavutluk’ta bir NATO üssü kurulmasını talep etmişti. Ekim ortalarında açık kaynaklarda NATO’nun Batı Balkanlar’daki ilk üssünü Kuçova/Arnavutluk’ta kuracağı yer aldı. 2009’da NATO üyesi olan Arnavutluk’un Kuçova’daki hava üssü o zamandan beri atıl durumda bulunuyordu. Konuya yönelik memnuniyetini gizlemeyen Savunma Bakanı Xhaçka, Reuters’a, “Kuçova, bölgedeki ilk NATO hava üssüne dönüşecek ve ittifakın Batı Balkanlar’a bıraktığı ilk ayak izi olacak” demişti ve, “Bölgenin bir bütün olarak geri döndürülemez biçimde Avrupa-Atlantik entegrasyon sürecine girdiği” iddiasında bulunmuştu. Öte yandan ülkemizin Arnavutluk’ta bir deniz üssüne sahip olduğunun altını çizmekte yarar var.

Balkanlar’da yaşanan tüm bu gelişmeler aslında Rusya’nın bölgede çevrelenmesi ve izole edilmesiyle doğrudan ilintili ve elbette ülkemize de mesaj niteliğinde. Enerji jeopolitiği ise oynanan stratejik satrancın önemli bir aktörü… Elbette bu gelişmelerin Ege Denizi’ne, Doğu Akdeniz’e ve Kıbrıs’a da kaçınılmaz yansımaları var.

Ege’de sorunlu komşu Yunanistan provokatif eylem ve söylemlerine aralıksız devam ediyor. Eski Dışişleri Bakanı Koçyas’ın karasularını kademeli olarak 12 deniz miline genişleteceklerini açıklaması, öncelikle Adriyatik’te İtalya ve Arnavutluk ile anlaşarak girişimlerine başlayacaklarını vurgulaması ülkemiz ile arasında tansiyonu yeniden artırdı. Müstakbel Dışişleri Bakanı Çipras tarafından da desteklenen yol haritası, aslında arkadan sürekli itelenen Yunanistan’ın cüretini göstermesi bakımından da manidar bulunuyor….

Tüm yollar Kıbrıs’a çıkıyor
Kendisini bölgenin istikrarına katkı sağlayan bir aktör olarak nitelendiren Yunanistan, bir taraftan Türkiye ile arasındaki her türlü soruna AB’yi müdahil etmeye çalışırken, eş zamanlı ülkemizi Doğu Akdeniz’den tecrit edecek girişimlerini de artırıyor. Ekimdeki AB Zirvesi’nde açıklamalarda bulunan Çipras, Yunanistan’ın bölgedeki istikrar unsuru rolünü ve enerji önceliklerini ifade ederek, Doğu Akdeniz’de Mısır, İsrail, Lübnan, GKRY ve Yunanistan arasında geliştirilen işbirliklerinin önemi konusunda AB ülkelerinin de kendileriyle aynı fikirde olduğunu açıklamıştır. Çipras’ın bu açıklamalarını Doğu Akdeniz’de sismik araştırma faaliyetleri yapan Barbaros Hayreddin Paşa Araştırma Gemimizin, Yunan fırkateyni tarafından taciz edilmesi izlemiştir.
Ve nedense konu enerji de olsa, strateji de olsa tüm yollar Kıbrıs’a çıkıyor. Kıbrıs sorununda 50 yıldır devam eden müzakereler ve sorunun çözülememiş olması, Doğu Akdeniz enerji jeopolitiği önünde ciddi bir engel teşkil ediyor… Bölgedeki hidrokarbon kaynakları üzerinde hegemonya tesis etmek isteyen küresel güçler bir an önce Kıbrıs sorununu “halletmeyi”, bölgeden çıkarılacak doğalgaz ile petrolden istifade etmeyi ve enerjiyi bir koz, aslında bir manivela olarak kullanmayı istiyor. Elbette konu Avrupa’nın Rus gazına olan bağımlılığının azaltılması ile de doğrudan ilgili, neticede East-Med projesinin sürekli gündemde tutulmasının ve Türkiye’ye dayatılmasının başka bir izahı yok.

Tüm bu olgulara bütüncül olarak baktığımızda Kıbrıs, artık bir an önce ve bir şekilde çözülmesi gereken bir sorun olarak BM, AB ve ABD’nin dış politika gündeminin öncelikleri arasında yerini alıyor. Görünen manzara, ülkemizin, Doğu Akdeniz’de doğal kaynakların adil paylaşımı ve deniz yetki alanlarının belirlenmesindeki haklı tezlerine karşı gördüğü baskıların günden güne artacağını ve Kıbrıs sorununun da bunlara ekleneceğini gösteriyor, her ne kadar Fatih Sondaj Gemisini Mavi Vatana göndererek kararlı tutum sergilesek de….

Son dönemde Kıbrıs’ta zayıf merkezi hükümet, güçlü kurucu devletler şeklinde formüle edilen “gevşek federasyon” modelinin dillendirilmesi, BM’nin tarafları masaya oturtma ve müzakereleri başlatma gayretleri bu perspektifte boşuna değil.
Gelinen aşamada Kıbrıs sorununun küresel güçlerin çıkarlarına zarar vermeyecek, bölgede herhangi bir gerilime ve silahlı çatışmaya neden olmayacak şekilde çözülmesi öngörülüyor. Kısaca bölge dışı aktörlerin uygun göreceği bir çözümün, taraflara empoze edilmesi yüksek olasılık… Bu bakımdan ülkemizin çok dikkatli hareket etmesi gerekiyor. Sonuç olarak başta sorduğumuz soruyu yineleyelim:

Enerji jeopolitiği reel düzlemde
jeostratejiyi yenebilir mi?

Yakın gelecekte bu soru cevabını bulacak gibi görünüyor. Öte yandan, Doğu Akdeniz’de artık bir de Rusya faktörü var. Suriye krizi sonrası bölgeye iyice yerleşen, oyun kurucu role evrilen ve GKRY üzerindeki etkinliği bilinen Rusya’nın tutumu da gelişmeleri doğrudan etkileyebilecek nitelikte…. Zira, birleşik bir Kıbrıs’ın NATO’ya girmesi aslında Rus dış politikasında bir kabus olarak dillendiriliyor.

Ve son olarak, Rusya Başbakanı Medvedev’in Cumhuriyet’in 95. yılı özelinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a gönderdiği telgrafta, “Rus ve Türk hükümetlerinin birbiriyle koordineli çalışmalarının enerji alanında yeni ortak projelerin başlatılmasına yardımcı olacağına” atıfta bulunmasını enerji jeopolitiği açısından mı okumak lazım, yoksa stratejik açıdan mı? Sahi bu yeni işbirliği alanın coğrafyası neresi olacak? Doğu Akdeniz olabilir mi?

Bunu Paylaşın