Enerji jeopolitiği, silahlanma ve stratejiler

MDN İstanbul

Ukrayna savaşı tüm şiddetiyle devam ederken konjonktüre uygun rasyonel sorular birbiri ardına soruluyor. Rusya her ne kadar süpersonik füze harekâtına başvursa da Ukrayna’ya karşı konvansiyonel bir savaşı tüm veçheleriyle sürdürüyor. Yabancı savaşçıların Ukrayna’ya intikâli, başvurulan Çeçen ve Suriyeli savaşçılar devam eden savaşa aynı zamanda hibrit bir karakter yüklüyor. Ukrayna savaşının uzaması durumunda hibrit savaş yöntemlerinin klasik konvansiyonel savaşın önüne geçebileceğini öngörebiliriz.

Siyasi, ekonomik ve askeri gücün senkronize kullanımı

Stratejik akılların cevabını aradığı soru aynı, Rusya bu harekâtı ne kadar iyi planladı ya da tuzağa mı düştü? Kuşkusuz algı operasyonlarının ve stratejik iletişim çabalarının son hız devam ettiği süreçte her iki taraf menşeli haberlerin ne denli muteber olduğu tartışılır. Buna karşın uzayan savaş sonrası kayıpları tam olarak bilinemeyen Rusya’nın yıprandığı aşikâr. Üstelik bu yıpranma sadece askerî boyutta değil. Ekonomik ve siyasi komplikasyonları da kaçınılmaz olarak su yüzüne çıkmaya başladı.

Rusya ekonomik olarak bu süreci kaldırabilecek mi? Dahası uluslararası düzlemden tecrit edilme gayretlerine siyaseten dik durabilecek mi? Büyük devlet olmanın gereği; siyasi, ekonomik ve askerî gücün senkronize bir şekilde kullanılabilmesidir. Bu durumda soralım, Rusya güvendiği ve sahaya sürdüğü askerî gücünü ekonomik ve siyasi gücü ile nereye kadar destekleyebilecek? Rusya’nın en büyük kozu enerji jeopolitiğine yönelik olası hamleleri. Ukrayna savaşı enerji kartının bir silah olarak kullanılıp kullanılamayacağının da bir test alanı olacak. Almanya başta AB bu konuyu radarına aldı bile… İlerleyen bölümde temas edeceğiz.

Büyük devletler hesapsız kitapsız hareket etmezler. Eğer Rusya söylendiği üzere bir tuzağa düştü ise emin olun Soğuk Savaş sonrası yaşadığı jeopolitik felaketin tekrarını daha şiddetli yaşar ki biz bu opsiyonu şimdilik olası görmüyoruz. Öngörümüz her hâl ve kârda yıpranacak bir Rusya.

Rusya’nın askeri gücünün yanı sıra enerji jeopolitiğindeki belirleyici gücüne güvendiği çok açık. Savaşın başından itibaren artan petrol ve doğalgaz fiyatları Avrupa ülkelerini sıkıştırıyor. Pandeminin yıkıcı etkisi ile bağlantılı olarak yakın geçmişte Avrupa genelinde artan elektrik fiyatları ve buna koşut olarak yukarı hareketlenen enflasyonist baskı Kıta Avrupası’nı zaten baskı altına almıştı. Bu baskının şiddetlendiğini görüyoruz. Ukrayna savaşı sonrası Rusya’nın enerji kartını masaya koyması gözleri enerji jeopolitiğine odakladı. Ülkelerin savunma harcamalarını artırmaları da cabası.

Enerjide kim kime ne kadar bağımlı?

AB İstatistik Ofisi (Eurostat)’nin verilerine göre 2020 yılında AB ülkeleri kullandıkları enerjinin yüzde 58’ini ithâl etti. Esasen AB ülkeleri doğalgaz ihtiyacının yüzde 38’ini Rusya’dan karşıladı. Detaylandıralım. Eurostat 2020 verilerine göre enerjide ithalata en fazla bağımlı olan ülkeler sırasıyla yüzde 98 ile Malta, yüzde 93 ile GKRY ve yüzde 92 ile Lüksemburg. Yunanistan yüzde 82 ile enerjide dışa bağımlılıkta dördüncü sırada yer alıyor. Bu oran Belçika’da yüzde 78 ve İtalya’da yüzde 73.

Rus gazı stratejik bir silah mı?

Gelelim ülkemize. Enerjide dışa bağımlılıkta Türkiye 36 Avrupa ülkesi içinde 9’uncu sırada yer alıyor. Türkiye kullandığı enerjinin yüzde 71’ini ithâl ediyor. Enerji bağımlılığında AB ortalaması yüzde 58 olmasına karşın Avrupa’nın görece önemli ülkelerinde enerjide ithalatın payı yüzde 60 ila 70 arasında değişiyor. Misâl, Hollanda ve İspanya yüzde 68, Portekiz yüzde 65, Almanya yüzde 64 ve Avusturya yüzde 58. Diğer taraftan enerji ithalatının en düşük olduğu ülkeler ise yüzde 11 ile Estonya, yüzde 12 ile İzlanda ve yüzde 27 ile Bosna-Hersek ve Karadağ.

2020 yılında AB doğalgaz ithalâtının yüzde 38,1’ini Rusya’dan gerçekleştirdi. İkinci sırada ise yüzde 18,6 ile Norveç var. Cezayir ise yüzde 7,2 ile üçüncü sırada yer aldı. Rusya doğalgazına alternatif olarak öne çıkarılan Katar’ın payı ise 2020 yılında sadece yüzde 4,1 olarak istatistiklere yansıdı. Gelelim enerji marjında Rusya’ya koşulsuz bağımlı olmakla itham edilen AB’nin lokomotifi Almanya’ya…

Ukrayna savaşının Alman Enerji Güvenliği politikalarına etkileri

Ukrayna savaşının yıkıcı etkileri hayretle takip edilirken, Almanya başta olmak üzere AB marjında Rus gazına bağımlılığının azaltılmasına yönelik seri adımlar atılmaya ve stratejiler üretilmeye başlandı. ABD’nin baskısıyla Kuzey Akım 2 projesini durduran Alman hükûmeti, iki LNG (sıvılaştırılmış doğalgaz) terminalinin inşasına kısa sürede başlanacağını ve stratejik gaz rezervlerinin oluşturulması için de çalışmalara başlandığını açıkladı.
Alman Şansölye Scholz yaptığı açıklamada, “Sorumlu ve geleceğe dönük bir enerji politikası sadece ekonomi ve çevre için değil, aynı zamanda Almanya’nın güvenliği için de çok önemlidir” argümanını kullanarak, güvenli enerji tedarik politikalarının tesisi için her türlü hamlenin yapılacağını kaydetti. Hatırlatalım, Almanya doğalgaz ihtiyacının yüzde 55’ini, kömür ihtiyacının ise yüzde 50’sini Rusya’dan sağlaması nedeniyle yoğun eleştirilere maruz kalıyor.

AB’nin enerjide Rusya’ya bağımlılıktan kurtulma planı: REPowerEU

Almanya’nın enerji jeopolitiğinde Rusya’ya bağımlılığını azaltmak üzere çalışmalarını ivmelendirmesi kuşkusuz AB’yi de harekete geçirdi. AB, Rusya’dan ithâl ettiği doğalgaz miktarını 1 yıl içinde 3’te 2 oranında azaltmak üzere iddialı bir plan hazırladı. AB Komisyonu, enerji arz güvenliğini artırmayı ve yeni doğalgaz tedarikçileri bulmayı, alternatif yakıtlara yönelmeyi ve yenilenebilir yatırımları hızlandırmayı hedefleyen plana “REPowerEU” adının verildiğini açıkladı.

AB’de genel kabul gören yaklaşıma göre en geç 2030 yılına kadar AB’nin enerjide Rusya’ya bağımlılıktan kurtulması öngörülüyor. Bu yaklaşım kısa vadede Rusya’nın elini güçlendiriyor. AB’nin açık kaynaklara yansıyan taslak REPowerEU planı kapsam olarak oldukça iddialı başlıkları ihtiva ediyor. Buna göre; AB ülkeleri sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) tedarikini artırmayı, Rusya dışındaki tedarikçilerden boru hatlarıyla doğalgaz alımını yükseltmeyi, hidrojen ve biyometan gibi alternatif gazlara yatırım yapmayı, yapıların çatılarına güneş paneli kurulumuna hız verilmesini, enerji verimliliğinin artırılmasını, rüzgâr enerji santralleri (RES) ve güneş enerji santrallerine (GES) yatırım yapılmasını hedefliyor.

Geçen yıl Rusya’dan doğalgaz ihtiyacının yaklaşık yüzde 40’ını karşılayan AB, 155 milyar metreküp gaz tedarik etmişti. REPowerEU planına göre Rusya’dan ithâl edilen gaz miktarını 2020 yılında 3’te 2 oranında azaltmayı hedefleyen AB, söz konusu gazın 50 milyar metreküpünü LNG ithalâtını artırarak sağlamayı, Rusya dışındaki boru hatlarından ilave 10 milyar metreküp gaz almayı, biyometan üretiminin artırılmasıyla 3,5 milyar metreküp gaz sağlamayı öngörüyor. Enerjide yürürlüğe konacak önlem paketlerinin de katkısı ile AB Rusya’dan tedarik edeceği doğalgaz miktarını 100 milyar metreküpe düşürmek istiyor.

Veriler teoride iyimser bir hava yaratsa da AB’nin enerjide Rusya’ya bağımlılığını azaltıp azaltamayacağını ilerleyen günlerde göreceğiz. Kısa vadede izlediği stratejilerle maruz kaldığı ekonomik yaptırımlara enerji kartı ile mukabele edeceği sinyallerini veren Rusya son olarak yaptığı açıklama ile petrolün varil fiyatının 300-500 dolara ulaşabileceği konusunda küresel piyasaları tehdit etmişti. Anlaşılan enerji piyasalarındaki fiyat dalgalanmaları bir süre daha devam edecek.

Savaşların doğal sonucu artan savunma harcamaları

Savaşların yıkıcı etkisini masum insanlar yaşar ve hisseder. Buna karşın savaşların mutlak kazananı her zaman silah endüstrisi olmuştur. Yaklaşık bir ay önce başlayan Ukrayna savaşı da maalesef bu genel kabulü değiştirmedi. Geçen ay küresel düzlemdeki artan savunma harcamalarına kapsamlı olarak temas etmiştik. Bu ay ise Ukrayna hadisesi sonrası savunma marjında dikkat çeken gelişmeleri dikkatinize sunacağız.

Çin vites yükseltti

Mart ayında dikkat çeken gelişme Çin cenahından geldi. Çin hükûmeti, ülkenin 2022 yılı savunma bütçesini yüzde 7,1 oranında artırarak 229 milyar dolara yükselttiğini açıkladı. Konuya ilişkin açıklamalarda bulunan Devlet Başkanı Şi, yeni dönemde silahlı kuvvetler ve askerî stratejiyi güçlendirme stratejisini eksiksiz olarak uygulayacaklarını belirtti.

Hatırlatalım. Çin’in savunma harcamaları son yıllarda sistematik olarak artıyor. Çin 2021 yılında da savunma harcamalarını yüzde 6,8 artırmıştı. Bu bağlamda Çin’in hamlesi önemli. 2022 yılı için belirlenen yüzde 7,1’lik artış oranı, yüzde 5,5 olarak belirlenen ekonomik büyüme hedefini aşarken, genel kamu harcamalarındaki yüzde 14,3’lük artışın altında kaldı.

Gelinen noktada Çin, ABD’den sonra savunmaya ayırdığı bütçe en fazla olan ikinci ülke konumunda. Buna rağmen Çin’in bu yılki savunma harcamaları, 768 milyarlık bütçe öneren ABD’nin yaklaşık üçte birine tekabül ediyor. Japonya’dan sonra Çin de bölgesinde silahlanma gayretlerini artırıyor. Gelelim Almanya’ya. Doğru soru şu, bir dev uyanıyor mu?

Yine ve yeniden Almanya

Merkel sonrası dönemde yeni kadro ile Ukrayna savaşına yakalanan Almanya, izlediği politikalarla ABD’ye ziyadesiyle taviz veren bir görüntü sergiliyor. Bilhassa Trump döneminde ABD’nin yoğun baskı ve eleştirilerine maruz kalan Almanya, Merkel önderliğinde kararlı bir duruş sergilemiş, Kuzey Akım-2 projesinden geri adım atmadığı gibi NATO marjında savunma harcamalarını artırmayı ve bir NATO taahhüdü olan yüzde 2 hedefini (2004 NATO Galler Zirvesi’nde alınan ve sonrasındaki tüm Zirvelerde yinelenen bağlayıcı karara istinaden, İttifak üyelerinin Gayri Safi Milli Hasılalarının yüzde 2’sini savunma harcamalarına ayırmaları, bu yüzde 2’nin de yüzde 75’ini yeni silah temin ve modernizasyon projelerine tahsis etmeleri) tutturmayı sütre gerisinde bırakmıştı. Ukrayna meselesi sonrası Almanya’nın paradigma değişikliğine gittiği görülüyor.

Almanya mart ayında aldığı radikal bir kararla, savunma bütçesine bir sefere mahsus ek 100 milyar euro ayırarak savunma harcamalarını NATO taahhüdü olan yüzde 2’ye çıkaracağını açıkladı. Yapılan olağanüstü toplantıda milletvekillerine hitap eden Şansölye Scholz, “Şu andan itibaren her yıl gayri safi yurtiçi hasılamızın yüzde 2’sinden fazlasını savunmamıza yatıracağız” ifadelerini kullandı.

Hatırlatalım. ABD ve Çin’in savunma harcamalarına ayırdıkları kaynaklara yukarıda değindik. Rusya’nın yıllık savunma harcamasının 61 milyar dolar, Türkiye’nin ise 17,7 milyar dolar olduğunu dikkate aldığımızda Almanya’nın tahsis ettiği 100 milyar euro’nun devasa büyüklüğü ortaya çıkıyor. Almanya’nın 2021 yılındaki savunma bütçesinin oranı yüzde 1,53 idi. Alınan son karar ile bu oran yüzde 2’nin üzerine çıkmış olacak. Almanya’nın 2021 gayri safi milli hasılasının 1 trilyon 678,6 milyar euro olduğunu göz önüne aldığımızda Almanya’nın önümüzdeki 10 yıl içinde eski parlak günlerini andıran güçlü bir orduya erişeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Anlaşılan Ukrayna savaşı tıpkı Japonya gibi İkinci Dünya Savaşı sonrası pasifist bir savunma refleksi benimseyen Almanya’nın da radikal bir perspektif değişikliğine gitmesine vesile oldu. Nitekim Almanya medyasında “yıllardır Amerikan ve NATO şemsiyesine sığındık. Artık kimseye güvenemeyiz. Kendi başımızın çaresine bakmak zorundayız” mealinde görüşleri sıklıkla görür olduk.

Hiç şüphe yok ki mesele sadece savunma bütçesini artırmak, güçlü ve modern savaş sistemlerine sahip olmakla bitmiyor. Askerlik Avrupa genelinde popüler bir meslek değil. Almanya kuşkusuz orduyu çekici kılmak için de çalışmalar yapacak, ordunun sadece silah ve teknoloji anlamında güçlendirilmesini değil aynı zamanda personel olarak da konsolide edilmesine kafa patlatacaktır. Kuşkusuz bu durumun diğer Avrupa ülkelerine de yansımaları olacaktır. Yine muhtemeldir ki gelişmiş ülkelerde asker açığı vatandaşlık almış göçmenlerle kapatılmak istenecek, yabancı kökenliler askerliğe özendirilecek ve hatta teşvik edileceklerdir.

Enerji jeopolitiğinde stratejik zamanlama

Son dönemde iddialı enerji politikaları uygulayan Rusya, yeri geldiğinde enerji kartını jeopolitik bir silah olarak kullandı. Doğu Avrupa’yı zamanı geldiğinde baskı altına almak isteyen Rusya, biri Baltık Denizi üzerinden Kuzey Akımı-2, diğeri de Karadeniz ve Türkiye üzerinden olacak şekilde Türk Akımı gibi iki jeostratejik enerji güzergâhı oluşturmayı başardı. Esasen her iki proje de Avrupa’ya enerji naklinde Ukrayna ve Polonya enerji hatlarının bypass edilmesi anlamına geliyordu. Enerji jeopolitiğinde kurgulanan bu strateji ile Rusya, Polonya ve Ukrayna’ya karşı “zamanı geldiğinde” daha agresif bir tutum takınmayı hedefledi. Ukrayna savaşı ile Rusya’nın bu stratejiyi uygulamaya soktuğunu görüyoruz. Burada kırılma noktasını muhtemelen Kuzey Akımı-2 projesi belirleyecek.

Gelelim Türkiye’ye… Yakın dönemde enerji jeopolitiği marjında kurulabilecek stratejilerde Türkiye önemli bir rol oynayabilir, dahası bu stratejilerin merkezinde yer alabilir. Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarına da dikkatinizi çekelim. Enerji jeopolitiğinde Rusya’ya bağımlılığını azaltmak isteyen AB’nin elindeki alternatiflerden birisi de Doğu Akdeniz. Yüksek maliyeti nedeniyle rafa kaldırılan EastMed boru hattı projesi sonrası Doğu Akdeniz hidrokarbon kaynaklarının Avrupa’ya nakli için rasyonel ve maliyet-etkin projelere önem verilecek günler yaklaşıyor. Burada öne çıkacak aktör şüphesiz Türkiye olacak.

Türkiye üzerinden hidrokarbon kaynaklarının Avrupa’ya nakli hem ucuz hem de güvenli. Türkiye’nin son dönemde sürdürdüğü “sessizleşen” Doğu Akdeniz politikası ve İsrail ile normalleşme gayretleri bu kulvarda önemli gelişmelerin habercisi olabilir. Nitekim enerji bakanının İsrail’e yapacağı ziyaret bu öngörüyü daha anlamlı hâle getiriyor.

Unutmayınız, Türkiye’nin bu projeyi realize edebilmesi için Batı ile ilişkilerini restore etmesi istenecektir. Umalım da bu uğurda milli çıkarlarımızdan tavizler verilmesin. Son kertede hatırlatalım, Türkiye elbette uygun koşullar oluştuğunda Doğu Akdeniz hidrokarbon kaynaklarının Avrupa’ya nakli için düğüm noktası olabilir. İki şartla. İlki Doğu Akdeniz’de münhasır ekonomik bölgemizde yer alan ve hakkımız olan kaynaklara erişim sağlamamızın kabulü, diğeri ise KKTC konusundaki haklı taleplerimizin onaylanması. Uyaralım, bu iki konuda verilebilecek olası tavizler ülkemize bir şey kazandırmayacağı gibi telafisi olmayacak birçok jeopolitik kaybı da beraberinde getirebilir.

Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.

Bunu Paylaşın