Değişim, zaman akışının ve tarihsel ilerleyişin her ânında varlığını korumaya devam eder. Özellikle mevcut zamanımıza yaklaştıkça değişimin daha dikkat çekici hızda gerçekleştiğine tanık oluruz. Esasen tarih öncesi çağlarda ve ardından İlk Çağ’da bu akışın görece yavaş olduğunu biliyoruz. Avrupa’ya has Orta Çağ’da da değişimin hızı yavaş. Ama artık binyıllar önceki kadar yavaş değil. Şimdi Orta Çağ’dayız. İnsanlık tarihinin her alanında olduğu gibi denizcilikte de merkezî güç el değiştirmeye başladı. Akdeniz’den uzaklaşan denizcilik merkezi, Kuzey Avrupa’ya kayma arifesinde. Tam da bu geçiş sürecinde Akdeniz sularında neler olduğunu anlamaya çalışalım…
Akdeniz’de deniz yolu taşımacılığı artarken, karada Avrupa’nın siyasi tarihini değiştiren Kavimler Göçü devam ediyordu. Dönemin güçlü devleti Roma ise istilalar ve saldırılar sonucunda Akdeniz üzerindeki egemenliğini kaybetti. Akdeniz’e egemen olmak önemliydi, zira bir süre Akdeniz, o döneme ait evrenin kendisiydi. Diğer taraftan bitmek bilmeyen insan ihtiyaçlarının karşısında Akdeniz’in kıt kaynakları vardı. Tarihçi Braudel’e göre Akdeniz tarihi aslında azla yetinmenin tarihiydi. Kıtlıklar savaşları gündeme taşımaya devam ederken, Avrupa coğrafyasında genel bir göç hâli devam etti.
Antik Çağ’dan bu günlere akan teknik gelişim kapsamında gemi inşa, yelken donanımı, dümen idaresi, kuzeyli ve Akdenizli denizciler tarafından geliştirildi. Gemi inşada kaburga yapımı ve sonra sargıya geçilmesi sistemleştirildiğinde gemi inşa alanındaki malzeme ve işçilik maliyetleri düşmeye başladı. Toplumların sahip olduğu hammadde özelinde deniz aracı inşa etmesi zorunluluğu artık gelenekselleşen bir inşa tekniğine evriliyordu.
Zaman içerisinde zayıf düşen Roma, 4’üncü yüzyıl sonunda siyasi olarak Batı ve Doğu olarak ikiye ayrılırken Doğu Roma bu kararın şanslı tarafı oldu. Zira üzerinden henüz yüz yıl geçmeden iyiden iyiye zayıflayan Batı Roma, 470’li yıllarda artık parçalanmıştı. Doğu Roma’nın merkezi olarak seçilen Konstinopolis ise en güzel dönemini yaşayacaktı. Bin yıl ayakta kalacak bir Bizans Devleti kurulmuş, en azından 1000’li yıllara kadar denizlerde hâkimiyetin güçlü bir tarafı olarak kendisini korumayı başarmıştı. Doğu’da güçlenen Bizans Devleti ile peşi sıra yükselen İslâm Uygarlığı, Doğu Akdeniz denizciliğinde söz sahibi olmak üzere mücadele verecekti. Her iki taraf da deniz ve denizde savaş teknolojisine ciddi katkılarda bulundu. Müslüman denizcilerin sekstant kullanması, seyir hâlindeki deniz aracının yol bulmasını kolaylaştırmış ve güneş, ay ve yıldızları gözlemlemek suretiyle bin yıllardır takip edilen geleneği değiştirmişti.1 Bizans ise özellikle ateşli silâhlara ilişkin niş bilgisiyle deniz savaşlarında üstün bir duruş sergileyerek savaş tekniğine katkıda bulundu. Böylece, Akdeniz’in sahibi Roma Devleti’nin güç kaybından sonra batıya doğru yönelecek olan deniz ticareti hattı, önce Bizans ve Araplar, ardından 1000’li yıllarda Venedik ve Cenevizli denizciler sayesinde İtalya’nın daha kuzeyine hemen geçemedi.
Venedik ve Ceneviz şehir devletleri denizci devletlerdi. Bu devletlerin ticaret gemileri, tecrübeli ve eğitimli denizcileriyle Akdeniz’deki tüm deniz ticaretinde söz sahibi olan bir güce sahipti. Fakat Doğu Akdeniz’de kaosu tırmandıracak yeni bir güç kısa zamanda kendini gösterdi: Türkler.
1071 yılındaki Malazgirt Zaferi’nden hemen sonra Doğu Akdeniz, ana yurdu Orta Asya olan göçebe Türklerle tanıştı. Takip eden on yıllar içerisinde karada Haçlı Seferleri, denizde Haçlı Donanmaları Türklerin bölgedeki ilerleyişini durdurmak üzere organize edildi. Pek tabii Hristiyan dünyası, Türkleri kovmakla birlikte kendi siyasi politikaları temelinde farklı amaçlara cevap vermek için de bu seferleri organize etmek zorunda kalmıştı.
Doğu Akdeniz’in kaosu, Venedik ve Ceneviz’in ticaret gemileri için tehlike arz etse de deniz ticaretinde söz sahibi onlardı. 12’nci ve 13’üncü yüzyıllarda Anadolu Selçuklu Devleti ve Anadolu kıyılarında kurulan Türk Beylikleri denizci olmuşlardı. Türklerin Batı’ya bu kadar yaklaşması ve Müslüman olarak Hıristiyanları tehdit etmesi kabul edilemezdi. Durdurulması için karada ve denizde Haçlı Seferleri organize edildi. Fakat başarılı ve uzun soluklu sonuçlara ulaşamayan Hristiyan dünyası kendi içerisinde de karışıyordu.
Türkler kendilerine ya da müttefik güçlere ait gemilerle Doğu Akdeniz’de savaşlara katıldılar, ticaret yaptılar, düşman gemilerine saldırarak gaza görevlerini ifa ettiler. 14’üncü yüzyıl itibarıyla tarih sahnesine çıkan Osmanlı, beylikten imparatorluğa yükselmeden evvel denizcilik alanında belki de en zayıf Türkmen beyliği idi. Fakat Söğüt’ten çıkıp Mudanya ve Gelibolu başta olmak üzere Marmara sularına ardından büyüyen devlet sınırları kapsamında su ile kesiştikleri her bölgede denizcilik alanında kendilerini göstermeye başladılar. Sınırları genişledikçe topraklarına katılan denizci Türk beylikleri ve Bizans yerleşimleri ile Ceneviz gibi müttefik Hristiyan denizcileri Osmanlı’nın denizcilik bilgisine ilişkin temel girdi oldu.
Osmanlı bu minvalde güçlenirken Venedik 14’üncü yüzyılda ciddi bir veba salgını yaşadı. Türklere ek olarak aynı sulardaki rakibi Cenevizliler ile uzun süren savaşlar da yıllar içerisinde zayıflamasına neden oldu. Venedik deniz ticaretindeki aktif döneminde özellikle pahalı ve nadir ürünlerin tekelini elinde tutabilmiş ve gemi inşa sektörünü oldukça geliştirmişti. Fakat zayıfladıkça başka sektörlere yönelen bir devlet oldu.
Denizciliğinde daha ziyade askerî sahada gelişme gösteren Osmanlılar ise deniz ticareti alanında çokça kapitülasyon verdi. Bu durum ise denizci Latin devletlerinin ardından Avrupa devletlerinin Osmanlı sularında deniz ticareti yapmasıyla sonuçlandı. 1492 yılında Katolik Hükümdarlar Fetih hareketini tamamladı. Artık Akdeniz ve kıta Avrupası’nda siyasî, ekonomik ve dinî unsurlar başta olmak üzere bir çok alanda yeni bir değişim başladı ve denge merkezleri yeniden belirlendi.2 Akdeniz’de yeni bir tarih yazılıyordu. Antrepo limanları ve denizcilik merkezleri İtalya’dan kuzey ülkelerine kayarken Doğu Akdeniz kaosu devam etti. Kuzey denizlerinde Hansa Birliği kurularak Akdeniz dışında bir deniz ticareti örgütlenme örneği ortaya çıktı. 1480 yılına ait deniz yolu taşımacılığını içeren haritada Hansa Birliği’nin kuzey ticaret rotasını görebilirsiniz.
Ne olursa olsun çok da verimli olmamasına rağmen Akdeniz, kimsenin kolaylıkla elinde tutabileceği bir coğrafya değildi. Siyasi kaosunun artması ve ekonomik çıkarların karışması birçok çatışmayı beraberinde getirirken kaynakların azalması kaçınılmazdı. Akdeniz’deki bu durum, Kuzey Avrupa üstünlüğünü daha da netleştirdi. Diğer taraftan, İspanya ve Portekiz çok farklı sulara yelken açma azmine sahip olduğunu göstermeye başlayarak, Asya’ya ulaşma çabalarını artırdı.
Uzun yılalrdır Marco Polo’nun seyahatlerinden ortaya çıkan çekici ve baş döndürücü Asya gözlemlerine ilişkin aktarımlar, tüm Avrupa’da yankılanmaktaydı. Denizciler bu toprakları keşfetmek için yeni yollar ortaya çıkarmak üzere yelken açmak istiyordu. Özellikle İspanya ve Portekiz denizcilerinin bu hedefler etrafında toplanması için güçlü motivasyonları vardı. Öncelikle dini kaygılarla ve peşinden gelen ekonomik amaçlarla Asya’ya ulaşmak, en önemli amaç hâline geldi. 15’inci yüzyıl başlarında Portekizlilerin gemi inşa ve yelken donanımı alanındaki teknik atılımları, onları Atlantik Okyanusu’nun Afrika kıyılarında sefer yapabilme noktasına taşıdı. Kümülatif bilgileri sayesinde yıllar içinde gemi inşa tekniklerini geliştirdiler, gemilerde yelken kullanımını iyileştirerek yelken donanımlarını okyanuslara uygun hâle getirdiler. Buna ek olarak harita ve pusula gibi teknik ekipmanları kendi amaçları doğrultusunda kullandılar.3 Artık Coğrafi Keşifler için yalnızca bir kıvılcım gerekiyordu.
Akdeniz dışına çıktığımızda döneme ilişkin gelişim içerisinde Çinli denizcilerden de bahsetmek gerekir. Tarihçi Hansen’in belirttiği üzere henüz 11’inci yüzyılda gemi güvertesinde pusula kullandılar ve seyirde yol bulma ilkel geleneklerinin dışına çıktılar. Coğrafi keşiflerin başladığı 15’inci yüzyılın son çeyreğine daha on yıllar varken, Avrupa dâhil başka hiç bir yerde olmayan teknolojiye sahip gemileriyle Güneydoğu Asya ve Avustralya sahillerinde seyirler yaptılar. Dünyanın o dönemdeki en yüksek nüfusuna sahip bu ülke, güçlü denizcileri olmasına rağmen, radikal bir değişime lider olamadı. Lider olamadığı gibi, o ileri noktadan bir anda ve çok çeşitli olası nedenler eşliğinde kendi isteğiyle geri çekildi. Bu nedenle denizler ve denizciler tarafından şekillenen Yeni Çağ dünya tarihi, Avrupalı denizciler tarafından yazıldı.
Coğrafi Keşiflerin başladığı 15’inci yüzyıl ve kolonileşmenin hızlandığı 16’ncı yüzyıl, deniz ticaretinde yeni rotaları ortaya çıkardı. Aynı zamanda hammadde ve ürün çeşitliliğinin artması ile değişen güzergâhlar ekseninde kurulan ara ve ana limanlar deniz ticaretine daha da ivme kazandırdı. Kıtalar arası artan yük ve yolcu taşımacılığı, deniz teknolojisindeki gelişim ihtiyacını körükleyerek deniz yolu ticaretinin çehresini değiştirdi.
Her ne kadar Atlantik’te Amerika’ya doğru kıtalar arası seyirler, 11’inci yüzyıl başında ve ilk defa Vikingler tarafından yapılmışsa da dünya denizciliğinde kurumsal dönüşüm yaratan olay, Coğrafi Keşifler oldu. Vikingler Kuzey Atlantik’te İzlanda ve Grönland üzerinden Amerika kıtasına ulaşıp oraya kısa süreliğine yerleşmişse de bu yerleşim kolonileşmeye dönüşmedi. Hatta bu keşifler uzunca yıllar kabul de görmedi. Zira Kolomb’un öncüsü olduğu Coğrafi Keşifler işin esası olarak nitelendiriliyordu ve dünya tarihine yön veren seyirler onun keşif seyirleri oldu. Dolayısıyla ortaya çıkan yeni durum ve yüzyıllarca sürecek çok direkli, tam armalı ve gelişmiş yelkenleri olan kalyon tipi gemilerin hakimiyeti gelecek yazımın konusu olacak.
NOT: 18 Mart 1915 kutlu günlerimizdendir. Büyük Dünya Savaşı’nın içerisinde büyük bir zaferdir. Öncelikle denizde ve ardından karada devam eden savunmamız düşmanın en üstün güçlerini püskürtmüştü. Fakat Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’ndan büyük bir yenilgiyle çıktı. Önce Mondros Mütarekesi’ni imzaladı, ardından Sevr Antlaşması’nı kabul etti. Emperyalist güçler İstanbul’a istedikleri şekilde varamamışlardı ama bu anlaşmaların akabinde tüm İstanbul sularını dolduracak sayıda gemiyi Boğaz’a dizmişlerdi. Çanakkale’de askerî başarılara imza atan Türklerin yeni lideri Mustafa Kemal ise bu sularda demir atmış her bir düşman gemisinin geldikleri gibi gideceklerinden emindi. Çünkü kendine ve milletine güveniyor, Türklerin düşman gücü altında ezilmeyecek bir millet olduğunu biliyordu. 18 Mart’ta geçit vermeyen bu millet ne Mondros’a ne de Sevr’e geçit verirdi. 18 Mart coşkusu yüreklerde daim olsun. Gururla kutlansın. Bu milletin sınırlarını ihlâl etmeye çalışan her türlü güce birliktelik ve azimle nasıl dimdik kalarak tek yürek karşılık verdiği unutulmasın.
1 Hansen, V. (2020). The year 1000: when explorers connected the world—and globalization began. Simon and Schuster.
2 Kumrular, Ö. (2009). XVI. Yüzyılın İlk Yarısında Orta ve Batı Akdeniz’de Üstünlük Mücadeleleri. İ. Bostan, S. Özbaran (Ed.), Başlangıçtan XVII. Yüzyılın Sonuna Kadar Türk Denizcilik Tarihi 1 içinde (155-171). Deniz Basımevi.
3 Hanilçe, M. (2010). Coğrafi keşiflerin nedenlerine yeniden bakmak. Tarih Okulu Dergisi, 2010(VII), 47-70.
Bu haberin/makalenin tamamı ya da bir kısmı kaynak gösterilmeden yayımlanamaz. Kaynak gösterilse dahi aktif link verilerek kullanılabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayımlayanlar hakkında yasal işlem başlatılır.